Türkiye’de uzun yıllardır insan hakları ve barış mücadelesi veren, defalarca yargılanan, hapis yatan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’yi mahkum eden Vicdani Retçi Halil Savda, hakkında çıkartılan son yakalama kararının ardından Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sığınma (iltica) başvurusunda bulundu.
Gazeddakıbrıs Editoryal Kolektifi olarak Lefkoşa’nın güneyinde bir araya geldiğimiz Vicdani Retçi Halil Savda’yla gerçekleştirdiğimiz ve dün ikinci bölümünü yayınladığımız söyleşi üçüncü ve son bölümüyle devam ediyor:
Cizre’deki evine baskın olduğu gün Kıbrıs’ın kuzeyindeydin. Baskını öğrendikten sonra Türkiye’ye dönmedin. Ve daha sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sığınma başvurusunda bulunmaya karar verdin. O süreci bize anlatır mısın? Neden Kıbrıs’ın kuzeyinde kalmadın ve güneye geldin?
Kıbrıs benim için tek bir ülke. Aslında anayasası da tek. Ancak 1974’te Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri bir operasyonuyla işgal edilmiş, bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin etkisinde. Onlara bağlı mafyanın cirit attığı bir bölge haline getirilmiş. İstihbaratı var, binlerce askeri var, Kıbrıs’ın kuzeyindeki hükümetin üzerinde sözleri geçiyor, onlarsız hiçbir şey yapamıyorlar falan… Ekonomik olarak da bağımlı hale getirilmiş durumda. İşte Barbaros Şansal örneğinde biliyoruz. Barbaros Şansal sosyal medyadan bir iki dakikalık bir kaç laf söylediği için hükümete, bir günde mahkeme kararı olmadan hukuksuz bir şekilde, belki de Cumhurbaşkanı olduğunu ifade eden Akıncı’nın haberi bile olmadan, ona bile sorma gereği duyulmadan, bir gecede aldılar, götürdüler Türkiye’ye ve devlet şiddetine de maruz kaldı.
Uluslararası bir havaalanında devlet tarafından şiddet de gördü…
Aynen şiddet de gördü Barbaros. Dolayısıyla Kıbrıs’ın kuzeyinde benim yaşama şansım yoktu. Her an oradan beni de benzer bir şekilde alıp götürebilirlerdi. Bir de Kıbrıs’a gelirken 3 aylık bir vize vermişlerdi. Benim vizem de bitiyordu. Öyle olunca 17 Ağustos’da Kıbrıs’ın güneyine geçtim ve iltica ettim.
Neden Avrupa değil, neden başka bir ülke değil de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tercih ettin?
Kıbrıs’taydım… Almanya’dan vize alabilirdim veya Avrupa’nın başka bir ülkesine vize alabilirdim ama kuzeyde olduğum için kuzeyden Türkiye dışında bir yere uçamıyorsun. Çünkü meşru olmayan bir yönetimi var, işgal altında ve uluslararası toplum tarafından tanınmayan bir rejim. Onun için bütün uçuşlar, gemi seferlerinin tümü Türkiye üzerinden geçmek zorunda. Türkiye üzerinden geçmek, o riski almak istemedim. Çünkü Türkiye üzerinden geçmeye çalışsam beni havalanından alırlardı. Bunu riske atmak istemediğim için de Kıbrıs’ın güneyine geçtim.
Peki Kıbrıs’ın güneyine nasıl geçtin?
Vallahi bir arabaya atlayıp güneye geçtim.
Bu kadar basit yani Kıbrıs’ın kuzeyinden güneyine kontrolsüz bir şekilde geçmek…
Evet o kadar basit…
Hepimiz biliyoruz ki Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye Cumhuriyeti’yle ithilaflı bir devlet. Aralarında diplomatik ilişki yok. Ve sen Kıbrıs Cumhuriyeti’nden iltica talep ettin. İlk geldiğin günden bugüne neler oldu? Nasıl bir süreç yaşadın? Kıbrıs Cumhuriyeti’nden nasıl bir muamele gördün?
Geldiğimin dördüncü günü yabancılar polisine gittim ve orada iltica başvurusunu yaptım. Tavırları olumluydu. Şu ana kadar da olumsuz bir tutumları olmadı. Burada yaşıyorum yani…
Kıbrıs Cumhuriyeti resmi makamlarından bir TC vatandaşı olarak herhangi bir ayrımcılık, kötü muameleye şahit oldun mu bugüne kadar?
Hayır. Türkiye’den geldiğim için kimse tarafından, gerek sokaktaki insanlar tarafından gerekse polis ve devlet tarafından olumsuz bir muamele görmedim. Aksine hepsi çok cana yakın güleç insanlar. Kısacası insanlar…
Burada iltica sürecindesin şu an. Peki ilerisi için ne düşünüyorsun? Kıbrıs’ta bir gelecek mi düşünüyorsun? Yoksa bu bir geçici süreç mi?
Artık Kıbrıslıyım (gülüyor)… En azından Türkiye’deki tablo bu olduğu sürece Kıbrıs’tayım ve başka bir ülkede yaşamayı düşünmüyorum. Avrupa’nın bir çok ülkesinde tanıdıklarım var, dostlarım var. Elbette kısa süreli ziyaretlerim olabilir. Ama artık Kıbrıslıyım.
Bütün bu süreçte Kıbrıslı aktivistler ve vicdani retçilerle temas kurdun mu?
İnsan ilk önce kendisi gibi olan, kendisi gibi düşünen grup ve kişilere ulaşmaya çalışır. Başın belaya girse de mutluluğunu paylaşmak istesen de tanıdığın insanlara gidersin. Ben de kuzeye gittiğimde tanıdığım insanlarla temasa geçtim… Bizi var eden temel şey dayanışma. Çünkü biz muhaliflerin çok parası yok. Biz muhaliflerin devletler içinde bürokrat olan, siyaseten eli çok güçlü kişileri yok. Biziz. Hepimiz bu dayanışmayla ayakta duran, bu dayanışmayla hareket edebilen ve mücadele alanını genişletmeye çalışan insanlarız. Kıbrıslı tüm aktivist arkadaşlar için aynı şeyi söyleyemesem de ben bu şekilde düşünür, bu şekilde davranırım. Ben daha fazla bir şey söylemek istemiyorum bu konuda.
Sadece Kıbrıs’a gelişinle değil, uzun yıllardır barış mücadelesi veren bir aktivist olarak Kıbrıs’ın içinde bulunduğu durum hakkında ne söylemek istersin?
Geçen yıl Girne’de bir avukat arkadaşımla ve onun bir arkadaşıyla oturuyorduk. Avukat arkadaşın askerlik problemi vardı. Gidip askerlik yapmak istemiyordu. Yeni bir müzakere süreci başlamıştı Akıncı ve Anastasiadis arasında. Tartışılıyordu, herkeste yeniden bir umut vardı veya insanlar umutlu olmaya çalışıyorlardı diyelim. Bu arkadaşlarla oturduk, sohbet ediyoruz. O da problemin çözüleceğine dair bayağı umutluydu. Onun umudu bu işgal sonra erecek ve gidip askerlik yapmak zorunda kalmayacaktı. Bu problemin çözüleceği umudunu taşıyordu. Bana bir yıl içinde bu sorun çözülmezse İngiltere’ye gideceğini söyledi. “Ben artık daha fazla burada yaşamak istemiyorum” diyordu. İnsanlar bıkmış hakikaten. Ama 2017’de problemin çözüleceğine dair umutluydu. Kıbrıs’ı biliyorum… Ta 1960’lardan başlayan, 74’te işgalle neticelenen, daha sonra diplomatik kulislerde hep gündem olan ama bir türlü çözülemeyen bir problem… Dedim eğer bir yılda çözüleceğini düşünüyorsan topla valizini bugünden ve git. Öyle bir yıl içerisinde Kıbrıs sorunu çözülmez. Çözülmez çünkü Türkiye işgali sonlandırmak istemiyor. Ana neden bu. Tabiki arada mülkiyet ve benzeri kimi küçük problemler de var. Ama işin esası bunlar değil. İşin esası Türk tarafı işgali sona erdirmek istemiyor. Kıbrıs üzerindeki vesayetini sona erdirmek istemediği için de problem çözülmez. Bir de uluslararası toplum garantörlüğü ve tek taraflı müdahale hakkını kabul etmez. Yarın bir gün Türk tarafı çekilsin ama 3 yıl sonra istediği zaman, şu problem oldu deyip, bahane edip yeniden gireceğim dayatmasında bulunursa uluslararası toplum bunu kabul etmez. Dolayısıyla bu hallolmadığı müddetçe Kıbrıs problemi çözülmez. Bugün de, bir yıl içinde de böyle bir hava yok en azından Kıbrıs’ta, Türkiye’de de böyle bir hava yok, iktidarda böyle bir eğilim yok diyelim. Zaten bir kaç ay önce görüşmelerin kesilmesiyle bunun olmadığını, olamayacağını hepimiz anladık. Niye olmadı? Akıncı’ya falan soranlar niye olmadı dediğinde aslında hiçbir şey söyleyemiyorlar. Mülkiyet problemi mi çözülmemiş? Çözülmüş. Yönetim şekli konusunda problemler mi var? Hayır. O da belli bir noktaya getirilmiş ve çözülmüş. 74’ten sonra gelen Türklerin veya diğerlerinin durumunda mı problem var? Hayır. O da bir yere getirilmiş, çözülmüş. Toplum mu istemiyor barışı ve çözümü? Hayır. Toplum da istiyor. Bugün mesela kuzeyde oylama yapın, yine 2004’teki Annan Planı’na verilen destek kadar, belki de daha fazla “evet biz çözümden yanayız” çıkacak. Belki güney tarafında biraz daha az olabilir bu oran ama kuzeyde insanlar çözümü istiyorlar. Çünkü kuzeydeki insanlar çözümsüzlük nedeniyle çok ciddi mağdurlar. Güney insanlarından daha çok mağdurlar. Hem işgal altındalar, ülkeleri işgal altında, hem yönetimleri gayri meşru, uluslararası toplum tarafından kabul görmüyor, hem de Türkiye’nin dayatmaları nedeniyle ekonomik olarak zor durumdalar. Yani fakirler aslında. Bir şekilde Türkiye hükümetinin insafına kalmış durumdalar. Onlar istediğinde yatırım oluyor, onlar istediğinde yatırım olmuyor, bir şekilde mafyalar işgal etmiş, orada belki yüzlerce casino var, kumar oynanan alan var, o kumarı milyon dolarlar oynuyor, kara para aklanıyor ve bu paranın neredeyse bin lirasından bir lirası Kıbrıslıların cebine girmiyor. Böyle bir mafya düzeni anane haline getirilmiş durumda. Sahilleri kirletilmiş durumda. Şehirleri plansız. Altyapı yapılmıyor. Kıbrıs bugün bir şekilde bir yağma halinde. Bu yüzden insanlar bunun sora ermesini istiyorlar. Bu yağmanın ve gayri meşruluğun sona ermesinin yolu problemin barışçıl tek Kıbrıs’la çözülmesidir. Bu gerçekleşmedikçe problemler çözülemez. İnsanlar bunun çözülmesini istiyorlar. Aslında 1974’te Türkiye’den gelen insanlar büyük bir kısmı da bu problemin çözülmesini istiyorlar. Çünkü bu insanların çoğu bir şekilde evlenmiş, ev sahibi olmuş, iş yeri var. Bu insanlar da AB üyesi olmak istiyorlar. Veya gayri meşru pozisyonun sona ermesini istiyorlar. Meşru bir rejime kavuşmak istiyorlar ama Türkiye Cumhuriyeti devleti ve onun memuru olan Kıbrıs’ın kuzeyindeki yöneticiler bunu istemiyorlar. İsteyenler de bunun iradesini gösteremiyorlar. Kıbrıs’ın kuzeyinde çözümü isteyen, devlet içerisindeki idareciler de Türkiye’ye karşı bunu savunabilecek irade sahibi değiller. Bu iradeleri olmadığı için de problem çözülmüyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde bu iradesizlik olduğu müddetçe de bu problemi çözmek mümkün değil.
Sen bir barış aktivistisin ama aynı zamanda Kürt sorununun içine doğmuş, onunla mücadele eden bir insansın. Kıbrısıltürklerin 1974’ten bugüne, Kıbrıs’ın birleşmesi yönünde verdiği mücadeleyi nasıl değerlendirirsin? Karşılaştırdığımız zaman ortada Türkiye Cumhuriyeti devleti var, bu devletin hem Kürtlere hem de Kıbrıslıtürklere karşı sistematik politikaları var.
Kıbrıs’ın kuzeyinde iyi bir sivil toplum var. En azından şehrine, köyüne, sokağına sahip çıkmaya çalışıyor. Türkiye’nin işgaline ve Kıbrıs’ta Türk milliyetçiliğini geliştirmek istemesine rağmen insanlar halen problemin çözümünden yana, milliyetçiliğin etkisine büyük oranda girmiyorlar. Bu milliyetçi saldırıya karşı bir şekilde direniyorlar. Buna karşı duruyorlar. Türkiye’de ciddi bir muhafazakarlık var. Türkiye devletinin Sunni İslam’ı Kıbrıs’a taşıma çabası var. Camiler yapıyorlar, İlahiyat Fakültesi açtılar. Buna rağmen insanlar buna karşı da bir set çekmiş durumdalar. Buna karşı onbinlerce insan sokağa dökülüp buna hayır demese de kültürel olarak bu etkinin dışında kalma çabasındalar. Bu çabayı önemli oranda da başarıyorlar aslında. Tabiki bu işgale karşı da bir direniş. Hangi Kıbrıslıyla görüşsen, konuşsan bu insanların büyük kısmı Türkiye’nin işgalinden ciddi rahatsızlar. Hükümetlerinin Türkiye Cumhuriyeti hükümetiyle olan ilişkisinden ve ona yakınlığından rahatsızlar. Belki sıkıntı şöyle olabilir; buna karşı ne yapıyorlar? Sokağa dökülüyorlar mı? Zaman zaman dökülüyorlar ama hani daha görünür değil bu. Mesela onbinlerce insan sokağa dökülemiyor veya dökülmüyor. Bu belki bir problem. Bir de zamanla bu kanıksanıyor. Türk askerlerinin Kıbrıs’taki işgali kanıksanmış durumda. Bu kadar gayri meşru bir düzen ve kara paranın Kıbrıs’ta olması kanıksanmış durumda. Türkiye hükümetinin ekonomik olarak her alana hakim olması, Türkiye’ye yakın iş insanlarının her yeri parsellemesi, bütün o turizm alanlarını, Kıbrıs’ın doğasını parsellemesi, işgali ekonomik olarak gerçekleştiriyor olması da kanıksanmış durumda. Belki kötü bir yanı da bu. Buna karşı ciddi bir örgütlenme yok. Zaman zaman inisiyatifler şeklinde, işte Mağusa ve Girne İnisiyatifleri gibi, doğasına, köyüne, şehrine sahip çıkan girişimler var ama bunlar yetersiz kalıyor veya toplumun büyük kesimine ulaşamıyor, politik bir mücadeleye dönüşemiyor. Bununla ilgilenen partiler marjinal. Bunlar grup partileri. 20 yıl önce kurulurken 20-30 kişi bugün de 20-30 kişiler. Toplumda yer edemiyorlar, toplumda varolamıyorlar. Muhalefet açısından böyle bir sıkıntı da var. Problemin çözümünü isteyen, Türkiye’nin işgaline karşı olan siyasi partiler ve gruplar da bunu topluma taşımada sıkıntı yaşıyorlar. Mesela her hafta ara bölgede barış için buluşuluyor ama kimsenin haberi yok. Siyasetle ilgilenen veya bir şekilde siyasi partilerde ve sivil toplumda örgütlü dar bir aktivist kesim dışında kimsenin haberi yok. Git Girne’de sokakta bir insanla konuş, ara bölgede barış için bir araya gelindiğini bilmiyor. Veya çeşitli inisiyatifler var, bu inisiyatiflerin çabaları büyük kesimler tarafından bilinmiyor veya az biliniyor. Böyle bir durum da var aslında. Aktivistlerin sokaktaki insana, esnafa ulaşmasındaki yetersizliği diyelim. Kıbrıs küçük bir yer, özellikle Kıbrıs’ın kuzeyi… 3-5 pankart, şehir girişlerindeki billboardlara veya minibüslere, Kıbrıslıların büyük bir kısmı göz temasıyla da olsa bir şekilde görür. Ama bu da yok. Biraz da kabullenmişliğin sonucu… Bu ilerisi için tehlikeli bir durum. İnsanlar yeşil hattın, gayri meşru yönetimin ve işgalin varlığını gittikçe, bir şekilde kanıksamış durumdalar. Kıbrıs’ın kuzeyinde bunun aşılması gerekiyor.
Türk solunun Kıbrıs sorununa ilgisi malesef hiç yok ama Kürt hareketinin Kıbrıs sorununa yaklaşımını ve ilgisini nasıl değerlendirirsin? Bunu yeterli buluyor musun? Kürtlerin maruz kaldığı sistematik politikalara aynı yöntemlerle olmasa bile Kıbrıslıtürklerin de maruz kaldığını söyleyebilir miyiz?
Kürt hareketi teorik olarak Kıbrıs’taki barışı destekliyor. Kıbrıs’ta işgalin sona ermesini istiyorlar. Buna dair, çözüm sürecini desteklediklerine dair legal Kürt politikacılar zaman zaman açıklamalar da yaptı. Ama benim görebildiğim bu Kıbrıs’la ilişkiler noktasında yeterli değil. En azından işgale karşı olan, Kıbrıs’ın kuzeyindeki muhalifler ve gruplarla güçlü bir diyalog yok. Yetersiz. Zaman zaman görüşüyorlar, bir araya geliyorlar, panellerde buluşuyorlar ama yetersiz. Bunun geliştirilmesi lazım çünkü kader ortak. Sadece kuzey için söylemiyorum, güney için de söylüyorum. Türkiye devleti Kürdistan’da bir işgal sürdürüyor ve aynı devlet Kıbrıs’ta da bir işgal sürdürüyor. Kıbrıs’ın neredeyse üçte birini işgal etmiş durumda. Üçte birinde paramiliter güçleri örgütlü, mafyası örgütlü ve üçte birinde geçmişte cinayetler işlenmiş. Böyle bir durum var. Kürdistan’daki bir çok şehirde bir çok paramiliter güç burdan taşındı bir şekilde. Burada, Kırbıs’ın kuzeyinde örgütlendi, burada eğitim gördü. Kürdistan’a gönderilerek orada savaştırıldılar. Aynı şey burası için de geçerli. Kürdistan’da savaştırılmış veya Suriye’ye gönderilmiş insanlar bir şekilde buraya taşınıyor. Başka bir pozisyonda örgütleniyorlar. Dolayısıyla kader ortak. Ve işgalin esas sebebi Türkiye devletinin milliyetçi, Sunni, Türk, faşizan ideolojisidir. Buradaki varlığının nedeni de bu, Kürdistan’daki varlığının sebebi de bu. Burada çözüme direnmelerinin nedeni de bu, Kürdistan’da çözüme direnmelerinin nedeni de bu. Dolayısıyla problemin kaynağı ortak. Burada Rum düşmanlığı üzerinden bunu örgütlüyor, orada Kürt, Ermeni, Süryani düşmanlığı üzerinden bunu örgütlüyor. Burada Hristiyanlar üzerinde örgütlüyor, orada “tamam hepimiz kardeşiz ama hepiniz Türksünüz” üzerinden örgütlüyor. Problemin kaynağı da bir, problemi sağlayan güç de bir. Kıbrıs halkının, Kıbrıs’taki sivil toplum örgütlerinin Kürtlerle daha sık görüşmeleri gerekiyor. Geçmişte zaman zaman Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin PPK’yi terörist örgüt olarak görmediği için, burada Kürt dernekleri varlığını sürdürdüğü için, biraz da Türkiye Cumhuriyeti devleti Türkiye’deki milliyetçiliği, ırkçı faşist kesimleri bir araya getirmek ve onları daha örgütlü hale getirmek için şöyle bir yalan propoganda uyduruyorlardı; “Kıbrıs’ın güneyinde PKK’nın kampları var, eğitim görüyorlar” gibi yalanlar söylüyorlardı, kendi basınlarında bunu bilinçli bir şekilde pompalıyorlardı. Bütün bunlara karşı Kürt halkının ve Kıbrıs halkının daha güçlü ilişkiler geliştirmesi lazım. Sadece Kürtlerin değil, Türkiye’deki barış isteyen, muhalif olan kesimlerin daha sık Kıbrıs’la iletişim halinde olmaları lazım. Kıbrıslıların Türkiye’deki sivil toplumla daha sık ilişki içinde olmaları lazım. Çünkü problemin kaynağı Türkiye’deki iktidar. Problemin aşılması da Türkiye’deki iktidarın değişiminden geçiyor. Türkiye’deki mevcut iktidar değişmedikçe, bu paramiliter, bu Sunni faşist iktidar değişmedikçe, devletin bu anlayışı değişmedikçe Kıbrıs sorununun hallolması imkanı yok. Onun için daha sık muhaliflerle, barış isteyenlerle, Türkiye’nin demokrasisinden yana olanlarla, halkların kardeşliğine inanan muhaliflerle ve Kürtlerle daha sık iletişime geçmek lazım. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin de eksikliği, Kürt hareketinin ciddi handikapı ve eksikliği var ama burada da sıkıntı var. Buradan da orayla güçlü bağlar geliştirme çabası yok ya da az diyelim buna. Böyle bir sıkıntı var ve bu aşılırsa taraflar birbirini daha çok anlar ve mevcut milliyetçi, ırkçı iktidara karşı mücadele güçlenir.
Bir vicdani retçisin. Kıbrıs’ın kuzeyinde de vicdani ret tanınmıyor ve vicdani retçiler burada da mücadele veriyor. Kıbrıs’ın kuzeyindeki vicdani ret mücadelesini nasıl değerlendiriyorsun?
Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin prototipi aslında. Türkiye’de de vicdani ret hakkı tanınmıyor, kuzeyde de tanınmıyor. Kuzeyde tanınmıyor çünkü oradaki askerlik kurumu Türkiye Savunma Bakanlığı’na bağlı. Kuzeydeki askeri güce hükmeden Türkiye Savunma Bakanlığı, Türkiye Genelkurmay Başkanlığı. Problemin kaynağı yine Türkiye. Vicdani retçilerin Kıbrıs’ta mağdur olmasının kaynağı yine orayla bağlı. Kıbrıs’ın kuzeyinde evet askerliğe karşı bir mücadele var, kısmi, küçük de olsa karşı durma durumu var ama çok az, çok yetersiz. Mesela askerliği reddeden, askerlik yapmayı istemeyen bir çok kişi var ama çoğu kendisini askerlik yapmak zorunda hissediyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde hiç askerlik yapmayan sadece bir vicdani retçi var. Herkes gidip askerlik yapıyor. Kıbrıs’ın kuzeyindeki vicdani retçilerin çoğu askerlik yapmış, bir de burada var olan seferberlik zorunluluğu ve dayatması var. İşte ben gideyim askerliğimi yapayım, 2-3 günlük seferberliğe gitmeyim, vicdani retçi olayım, barış çabasını ve antimilitarist çabayı bunun üzerinden şekillendireyim gibi bir yetersiz antimilitarist duruş var. Yetersiz vicdani retçilik var. Tabiki bu da kıymetli. Bunun üzerinden militarizmi eleştirmek, bunun üzerinden askerliği eleştirmek de mümkün. Bu anlamda kötü bir şey değil. Bu iyi bir şey ama ehvenişer. Yani kötünün iyisi bu. Halbuki Kıbrıs’ta da Türkiye’deki gibi antimilaristlerin, vicdani retçilerin askerliği tümüyle reddetmesi gerekiyor. Sadece seferberlik var, seferberliğe gitmiyorum diyerek militarizmi değiştiremezsin. Bu militarist kurumu değiştiremezsin. Bu kötü, insan haklarına karşı olan bu uygulamayı değiştiremezsin. Yarın bir gün diyelim sen seferberliğe karşı çıkıyorsun; Türkiye’de mesela öyle bir zorunluluk yok şu an, yani askerlik yapan kişiye 2 gün hadi gel kışlada bulun seferi ol deme zorunluluğu yok. Kanunen var ama bir savaş durumunda olağanüstü durumlarında sadece çağırabiliriz diye bir uygulama var. Yani uygulamada yok. Şimdi Kıbrıs’ta bu var, yarın bir gün bu seferberlik durumunu kaldırabilirler. Çünkü Türkiye’de yok zaten. Ya da fiiliyatta hiç uygulamayabilirler. Kimseyi bundan ötürü yargılamayabilirler, bu problemi çözmüyor. Militarist sorun çözülmüş olmuyor, zorunlu askerlik kurumu değişmiş olmuyor. Dolayısıyla buradan bakınca aslında çok büyük bir mücadele sahası değil burası. Yetersizdir bu. Bu yetersiz vicdani retçilikle, bu yetersiz antimilitarist duruşla Kıbrıs’taki durumu aşma imkanı yok. Bir de sen işgalci bir ordunun içinde görev yapıyorsun. Kıbrıs’taki barış isteyenlerin bunu reddetmesi gerekiyor. Hem bir angarya var, zorunlu askerlik uygulaması bir angaryadır, insan hakları ihlalidir hem de işgalci bir orduya nefer olmuş oluyorsun. İşgalci bir ordunun içinde yer alıyorsun, işgale hizmet etmiş oluyorsun. Her açıdan Kıbrıslı gençlerin bunu reddetmesi gerekiyor. Bunu tek başına seferberliğe karşı çıkarak reddedemeyiz. Bu yetersizdir ve ben buna yetersiz vicdani retçilik, yetersiz antimilitarist duruş diyorum.
Sevgili Halil bizimle bir araya gelip gerek hikayeni gerekse düşüncelerini paylaştığın için çok teşekkür ederiz. Sana yeni mücadelende başarılar dileriz. Tekrardan Kıbrıs’a hoşgeldin…
Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
Halil Savda söyleşisinin ikinci bölümü:
Halil Savda söyleşisinin ilk bölümü: