Yaşadığımız coğrafya tarih boyunca hiç bir zaman bütünüyle huzura kavuşamamış bir bölgedir. Orta Doğuda çağlar boyunca toplumlar, bir mozaik gibi içice ve yan yana gelip bir desen oluşturduğu halde, bunun güzelliğini çok ender dönemlerde yaşayabilmişlerdir. Birçok medeniyetin ve farklı birçok kültürün, bir bütünün parçaları olacak bir şekilde uzun süreler için toplumların bir uyum içinde, kardeşçe bir arada kalması mümkün olmamıştır.
Adını söyleyip yazdığımızda birçoğumuzun ismini dahi duymadığı bu toplumların tarihin sahnesinde silindiği de olmuştur. Ya da dilleri, ve toplumsal yapıları kaybolmuştur. Karmelitleri duyanımız var mıdır? Ya da Nasturileri? Bu toplumların bir çoğu adamızdan da gelip geçmişlerdir. Gelip geçmişler ve şimdilerde yaşadıkları bölgelerde dahi varlıklarının olup olmadığı bilinmez olmuştur.
Bu tehdit ve bu gerçeklik kendine özgü yaşamı ve kültürü olan bizler için de vardır. Huzura kavuşmamış bir adada tarihler boyunca birarada var olmuş çokkültürlü bir yaşam sürekli tehdit altında olmuş, ve dağıtılmıştır. Değişik medeniyetlerden gelerek, adanın binlerce yıllık tarihinde içiçe geçip bir mozaik gibi kendine özgü oluşan yapımız, sürekli dıştan veya içten tehditlerle bozulmaya, ayrıştırılmaya çalışılmıştır. Renklerin beraberce yarattığı harmoni kimilerini rahatsız ettiğinden ve ada üzerindeki çıkarlarıyla örtüşmediğinden mozaik bozulmuş, renkler ayrıştırılmaya çalışılmıştır. Mozaiğin yapısının bozulmasına bu yapının temel unsurları da yardımcı olmuştur çoğu zamanlar… Renklerin ortaklaşa yaptığı eserden “eser” kalmamıştır adeta, geçen yılların ardından.
Renkler ayrıştık sonra soluklaşmış, özgünlüğü yitirmiş, birilerinin elinde yap boza döndürülmüştür. Buna karşın bizler, bu renkleri oluşturan öğeler, ya teker teker ya da birlikte hep zoru zeçmişiz. Hep dağılmayı, bozulmayı ve bunu yaratan etkenleri kendi dışımızda aramışız ve onları sorumlu tutmuşuz. Onlara atıflarda bulunmuşuz, onlara küsmüşüz bazen, bazen de bizi ayrıştıranlara umut beslemişiz. Onlardan beklemişiz bizi tekrardan biraraya getirmeyi, mozaiğin desenini oluşturmayı. Bizler, kendi modelimizi oluşturmak için, onları ikna etmeye çalışmışız, kolayı dururken. Renklere teker teker dokunmayı unutmuşuz, ya da zorumuza gelmiş geçen bu zaman içinde. Yani insana dokunmak varken, renkleri fark etmek dururken, hep zoru seçip mozaiği bozanlara derdimizi anlatmaya çalışmışız!
Ve şimdi üzerimize düşen görev, insana dokunabilmektir. Ama işte zor olan belki de budur, yani kolayı yapabilmektir. Hemen yanı başımızda duran renklere, uzun da bir zaman alacağını bilerek tekrardan, teker teker onlara dokunabilmektir.