Bu makale ilk kez 26 Eylül tarihinde Jacobin’de yayımlanmıştır. Çeviri: GazeddaKıbrıs
Almanya’da bugün gerçekleştirilen seçimler Angela Merkel’in 16 yıllık iktidarının sonunu işaret ediyor. Yanis Varoufakis, Jacobin Dergisi için Avrupa’nın kendisi pahasına, Merkel’in Avrupa’nın en baskın barış zamanı lideri haline geldiği hakkında yazdı.
Angela Merkel’in görev süresi Almanya’nın ve Avrupa’nın en acımasız paradoksu olarak hatırlanacak. Bir yandan, kıtanın siyasetine başka hiçbir barış zamanı lideri gibi hükmetmedi — ve Almanya Başbakanlığı’ndan çok daha güçlü bir şekilde ayrılıyor. Ancak bu gücü kurma şekli Almanya’yı laik gerilemeye ve Avrupa Birliği’ni durgunluğa mahkum etti.
Servetle Beslenen Düşüş
Hiç şüphe yok ki Almanya Merkel’in 2005’te şansölye olduğu zamandan siyasi ve ekonomik olarak bugün daha güçlü. Bununla birlikte, Almanya’nın daha güçlü olmasının nedenleri, durgun bir Avrupa içinde düşüşünün güvence altına alınmasının nedenleriyle aynı.
Almanya’nın gücü üç büyük fazlalığın sonucudur: ticaret fazlası, federal hükümetinin yapısal fazlası ve yavaş yanan, hiç bitmeyen euro krizinin bir sonucu olarak başkalarının paralarının Frankfurt bankalarına girişi.
Almanya nakit içinde yüzerken, bu üç fazlalık sayesinde, nakit çoğunlukla boşa harcanıyor. Kamu veya özel sektör olarak geleceğin altyapısına pompalanmak yerine, ya ihraç edilir (örneğin, yurtdışına yatırılır) ya da Almanya içinde verimsiz varlıklar satın almak için kullanılır (örneğin, Berlin daireleri veya Siemens hisseleri).
Alman şirketleri ya da federal hükümet neden bu para nehirlerini Almanya içinde verimli bir şekilde yatırıma dönüştüremiyor ? Çünkü -ve burada acımasız paradoksun bir parçası yatıyor- bu fazlalıkların var olmasının nedeni, yatırıma dönüşmemeleridir! Farklı bir ifadeyle, Merkel’in hükümdarlığı altında Almanya Faustça bir pazarlık yaptı: yatırımları kısıtlayarak, Avrupa’nın geri kalanından ve dünyadan daha fazla fazlalık elde etmek için gelecekteki kapasitesini kaybetmeden yatırım yapamayacağı fazlalıklar elde etti.
Kökenlerine daha derinden bakıldığında, Merkel yönetiminde Almanya’yı güçlendiren devasa fazlalıklar, Almanları ve daha sonra Avrupalı vergi mükelleflerini, Avrupa’nın çevresinde (özellikle Yunanistan’da) bir insani kriz yaratmak koşuluyla Frankfurt’un düşüncesiz bankacılarını kurtarmaya zorlamanın sonucudur. Bu, Merkel hükümetinin hem Alman hem de Alman olmayan işçilere eşi görülmemiş bir kemer sıkma uyguladığı (tabii ki orantısız bir şekilde) anlamına gelmektedir.
Kısacası, düşük iç yatırım, evrensel kemer sıkma ve gururlu Avrupa halklarını birbirine düşman etmek, birbirini takip eden Merkel hükümetlerinin Alman oligarşisine zenginlik ve güç aktardığı araçlardı. Ne yazık ki, bu araçlar aynı zamanda parçalanmış bir Avrupa Birliği içinde bir sonraki sanayi devrimini kaçıran bölünmüş bir Almanya’ya da yol açtı.
Aşağıda bulunan üç bölüm, Merkel’in, mirası olacak acımasız paradoksu adım adım oluşturmak için Avrupa’daki gücünü nasıl kullandığına dair bilgiler sunuyor.
Bölüm 1: Almanya’nın Bankacıları için Pan-Avrupa Sosyalizmi
2008’de, Wall Street’teki ve Londra’daki bankalar çökerken, Angela Merkel hala katı, mali açıdan ihtiyatlı Demir Şansölye imajını besliyordu. Stuttgart’ta yaptığı konuşmada, Anglosphere’in müsrif bankacılarını ahlak dersi veren bir parmağıyla işaret ederek, Amerika’nın bankacılarının, mali durumlarını yönetme konusunda onlara bir iki şey öğretecek bir Swabian ev hanımına danışması gerektiğini öne sürdüğü bir konuşmasıyla manşetlere oturdu. Kısa bir süre sonra maliye bakanlığından, merkez bankasından ve kendi ekonomi danışmanlarından bir dizi endişeli telefon görüşmesi aldığında, hepsinin akıl almaz bir mesaj ilettiğinde yaşadığı dehşeti hayal edin: Şansölye, bankalarımız da iflas etti! ATM’leri çalışır durumda tutmak için, düne kadar bu Suabiyalı ev kadınlarının parasından 406 milyar Euro’luk bir enjeksiyona ihtiyacımız var!
Bu, politik zehirin tanımıydı. Dünya kapitalizmi spazmı yaşarken, Merkel ve Sosyal Demokrat maliye bakanı Peer Steinbrück, Alman işçi sınıfı için kemer sıkma sürecini başlatıyorlardı ve her şeye gücü yeten bir durgunluğun ortasında standart, kendi kendini yenen kemer sıkma mantrasını savunuyorlardı. Hastaneler, okullar, altyapı, sosyal güvenlik ve çevre söz konusu olduğunda yıllarca kuruş sıkıştırmanın erdemleri üzerine ders verdiği kendi parlamento üyelerinin önünde, saniyeler öncesine kadar nakit nehirlerinde yüzen bankacılara böylesine devasa bir çek yazmaları için yalvarmaları için şimdi nasıl ortaya çıkabilirdi? Zorunlu alçakgönüllülüğün annesi olan Şansölye Merkel derin bir nefes aldı, Norman Foster tarafından tasarlanan görkemli Federal Meclis’e girdi, kötü haberi şaşkın parlamenterlerine iletti ve istenen çekle ayrıldı.
En azından bitti diye düşünmüş olmalı. Birkaç ay sonra başka bir telefon görüşmesi, aynı bankalar için benzer sayıda para talep etti. Neden? Çünkü Yunanistan hükümeti iflas etmek üzereydi. Bu olursaydı, Alman bankalarına borçlu olduğu 102 milyar Euro ortadan kalkacaktı ve kısa bir süre sonra İtalya, Yunanistan ve İrlanda hükümetleri muhtemelen Alman bankalarına yaklaşık yarım trilyon Euro değerinde kredi temerrüde düşecekti. Fransa ve Almanya liderlerinin aralarında, Yunan hükümetinin gerçeği söylemesine izin vermemek için yaklaşık 1 trilyon Euroluk bir hissesi vardı; yani, iflasını itiraf etmemek için…
İşte o zaman Angela Merkel’in ekibi, Federal Meclis’e yaptıklarının bu olduğunu söylemeden Alman bankacılarını ikinci kez kurtarmanın bir yolunu bularak kendi kararlarını verdiler: Bankalarının ikinci kurtarmasını Avrupa’nın çekirgeleriyle bir dayanışma eylemi olarak göstereceklerdi. Yunanistan halkı ve diğer Avrupalılara, hatta çok daha fakir olan Slovak ve Portekizlilere bile, Alman ve Fransız bankacılarla Yunan hükümetinin kasasına bir an için girecek bir kredi ödemelerini sağladı.
Fransız ve Alman bankacıların hatalarını gerçekten ödedikleri gerçeğinden habersiz olan Slovaklar ve Finliler, Almanlar ve Fransızlar gibi, başka bir ülkenin borçlarını omuzlamak zorunda olduklarına inanıyorlardı. Böylece, çekilmez Yunanlılarla dayanışma adına, Merkel gururlu halklar arasındaki nefret tohumlarını ekmişti.
Bölüm 2: Pan-Avrupa Kemer Sıkma
Lehman Brothers Eylül 2008’de iflas ettiğinde, son CEO’su ABD hükümetine bankasını ayakta tutması için devasa bir kredi limiti için yalvardı. Buna karşılık ABD başkanının şu cevabı verdiğini varsayalım: “Kurtarma yok ve ayrıca iflas başvurusunda bulunmanıza da izin vermiyorum!” Bu tamamen saçma olurdu. Yine de, Angela Merkel’in Ocak 2010’da Yunan devletinin iflasını ilan etmemek için umutsuzca yardım istediğinde Yunanistan başbakanına söylediği tam da buydu. Yere düşmekte olan bir kişiye şöyle söylemek gibi: Seni tutmayacağım, ama yere düşmene de izin vermeyeceğim.
Böyle saçma bir sözle çifte hayır demenin amacı neydi? Merkel’in her zaman Yunanistan’ın – Alman bankalarının gizli ikinci kurtarmasının (yukarıya bakınız) bir parçası olarak – tarihteki en büyük krediyi alması konusunda ısrar edeceği göz önüne alındığında, en makul açıklama ama aynı zamanda da en üzücü: Aylar sonra, Yunan başbakanına öyle bir çaresizlik aşılamayı başardı ki, sonunda tarihin en ezici kemer sıkma programını kabul etti. Böylece bir kurtarma paketiyle iki kuş öldü: Merkel, Alman bankalarını ikinci kez gizlice kurtardı. Ve evrensel kemer sıkma, Yunanistan’da başlayan ve Fransa ve Almanya dahil her yere yayılan bir orman yangını gibi tüm kıtaya yayılmaya başladı.
Bölüm 3: Acı Son
Salgın Angela Merkel’e Almanya ve Avrupa’yı bir araya getirmek için son bir şans sundu.
Hükümetler lockdown (kapanma) sırasında kaybedilen gelirleri yerine koymaya çalışırken, Almanya’da bile büyük yeni kamu borcu kaçınılmazdı. Geçmişten kopmak için bir an olsaydı, işte o an buydu. O an, karar alma süreçlerini aynı anda demokratikleştiren bir Avrupa’da Almanya fazlalarının kullanılması için haykırıyordu. Ancak Angela Merkel’in son eylemi bu anın da kaçırılmasını sağlamaktı.
Mart 2020’de, AB çapındaki kapanmaların ardından uyumlu bir panik içinde, Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da dahil olmak üzere on üç AB hükümet başkanı AB’den, değişime yardımcı olacak ortak borç (sözde eurobond) konusunu talep etti. Pandemi sonrası yıllarda Yunan tarzı büyük kemer sıkma politikalarının önüne geçmek için üye devletlerin zayıf omuzlarından bir bütün olarak AB’ye artan ulusal bir borç. Şansölye Merkel, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, “nein” dedi ve onlara, artan ulusal kamu borçlarını ödemeye ya da Almanların birikmiş fazlalarını Alman toplumunun uzun vadeli çıkarlarına zorlamaya yardımcı olmaya kesinlikle hiçbir şey yapmayan bir kurtarma fonu şeklinde bir teselli ödülü teklif etti.
Tipik Merkel tarzında, kurtarma fonunun amacı, Avrupalıların çoğunluğunun (Almanların çoğunluğu dahil) çıkarlarına asgari gerekli olanı — aslında yapmadan-yapmaktı! Merkel’in son sabotaj eyleminin iki boyutu vardı.
Birincisi, kurtarma fonunun büyüklüğü kasıtlı olarak makroekonomik açıdan önemsizdir; yani, AB’nin en zayıf insanlarını ve topluluklarını, Berlin’in büyüyen ulusal borçlarını dizginlemek için “mali konsolidasyon” için yeşil ışık yakması üzerine nihayetinde gelecek olan tasarruflardan korumak için çok küçüktür.
İkincisi, kurtarma fonu, gerçekte, yoksul Kuzeylilerden (örneğin, Alman ve Hollandalılar) zenginlikleri Güney Avrupa’nın oligarşilerine (örneğin, Yunan ve İtalyan müteahhitleri) veya Güney’in kamu hizmetlerini işleten Alman şirketlerine (örneğin, şu anda Yunanistan’ın havaalanlarını işleten Fraport) aktaracaktır. Avrupa’nın ekonomik ve siyasi birliğini sabote etmenin son eylemi olan Merkel’in kurtarma fonu’ndan daha fazla hiçbir şey, Avrupa’nın sınıf savaşının ve Kuzey-Güney bölünmesinin daha fazla zehirlenmesini daha verimli bir şekilde garanti edemezdi.
Son Bir Ağıt
Merkel, gururlu Avrupa ülkelerini birbirine düşürürken, yarı suçlu Alman bankacıların kurtarılmasını kamufle etmek için ülkemde (ç.n: Yunanistan) insani bir kriz tasarladı.
Avrupalıları bir araya getirmeye yönelik her fırsatı kasıtlı olarak sabote etti.
Almanya’da veya Avrupa’da gerçek bir yeşil geçişi baltalamak için ustaca bir şekilde göz yumdu.
Demokrasiyi hadım etmek ve umutsuzca antidemokratik bir Avrupa’nın demokratikleşmesini önlemek için yorulmadan çalıştı.
Ve yine de onun yerine geçmek için koşuşturan meçhul, banal politikacıların sürüsünü izlerken, Angela Merkel’i özleyeceğimden çok korkuyorum. Görev süresine ilişkin değerlendirmem analitik olarak aynı kalsa bile, çok geçmeden görev süresini daha da özleyerek düşüneceğimden şüpheleniyorum.