Büke Dorukan
Yrd. Doç. Dr. Klinik Psikolog/Nöropsikolog Eliz Volkan ile hazırladığımız çalışmanın ikinci kısmı depresyon ve kaygı bozukluğunu incelemekte. Depresyon ve kaygı bozukluğu yaşadığımız COVID-19 dönemi içerisinde yalnızlaşmak zorunda kalan veya hayat düzenlerinin bir anda değişmesine bağlı olarak bireyleri oldukça etkiledi. Depresyon ve kaygı bozukluğunun türlerini, sebeplerini ve tedavi yönemlerini detaylıca inceleyen Eliz Volkan ile yaptığımız çalışmada hazırladığı yazıyı paylaşıyoruz.
Depresyon (major depresif bozukluk/klinik depresyon), çok yaygın ve çok ciddi bir bozukluktur. Bireylerde çok farklı şekilde belirtiler gösterebilmektedir ancak genel olarak ciddi mutsuzluk ve umutsuzluk ile özdeşleşmiş bir bozukluktur. Bir dönem keyif veren, mutlu eden aktivitelerin artık aynı mutluluğu vermemesi, kaçınma, uzaklaşma, kolay ağlayabilme, sürekli yorgun olma, uyku ve yeme alışkanlıklarında farklılık (azalması veya çoğalması), en yaygın belirtiler olarak bilinmektedir. Bir takım fiziksel beliriler de (çeşitli ağrı-sızı) görülebilmektedir. Depresyon belirtileri farklı düzeylerde deneyimlenebilirler ancak belirtilerin en az 2 hafta sürmesi tanı için gereklidir.
Bir çoğumuz günlük hayatımızda stress, kaygı, duygu durumda, modumuzda düşüklük gibi belirtiler deneyimleyebiliriz, özellikle de şu sıralar olduğu gibi daha zor zamanlar geçiriyorsak (COVID-19 bağlantılı). Bu deneyimler çok normal ve olağan olup, kısa süre sonra geçebileceği bilinmeli ve hemen depresyon belirtisi olarak düşünülmemelidir.
Depresyon Türleri
Depresyonun belirlenmiş, ve hali hazırda belirlenmekte olan bir dizi türü mevcuttur ve kendi aralarında farklılık gösterip, kendilerine özgü koşullar yaratabilirler.
Süregiden Depresyon Bozukluğu (Distimi) — kronik depresyon bozukluğu, ki bu isimle de bilinir, Döngüsel Bozukluk (Siklotimi) – çok uzun sürede, aşamalar halinde ortaya çıkar, mizaç olarak da değerlendirilir. Premenstrüel (Adet Öncesi) Disforik Bozuluğu – adet dönemi öncesi, kadınların %7sinde görülen ciddi duygudurum değişiklikleri, yorgunluk, göğüslerde aşırı hassasiyet, kilo alımı vb. Belirtileri mevcuttur ve zaman ve süre olarak diğer depresif bozukluklardan ayrılmaktadır. Mevsimsel Afektif Bozukluk – Özellikle kış aylarında başlaması ile bilinen, genelde güneş ışığının daha az olması ile ilişkilendirilen bozukluktur. Psikotik Depresyon – Birey depresif belirtilere ek olarak, delüzyon ve halüsinasyonlar deneyimlediği bozukluktur. Postpartum (Doğum Sonrası) Depresyonu – Doğum sonrası özellikle ilk 2 hafta içerisinde oluşabilecek hafif derecede depresif ve kaygı belirtilerinden (baby blues) ayrı, doğumdan sonra (veya bazen hamilelik sürecinde) aşırı üzüntü, kaygı ve yorgunluk belirtileri ile major depresyon deneyimlemesidir. Ayrıca çocuk ve ergenlerde görülen Yıkıcı Duygudurumu Düzensizlik Bozukluğu da depresyon türü olarak DSM-5’e eklenmiştir.
Depresyon Tedavisi ve Süreci
Depresyon tedavisinde en yaygın olarak bilinen ve bilimsel veriler ışığında geçerliliği desteklenen model Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)dir, ancak ilaç kullanımı bazı durumlarda elzem olabilmektedir. Özellikle de belirtiler daha şiddetli ve kalıcı bir hal alıyor ise, ilaç kullanımı düşünülebilir. Bu tarz durumlarda ilaç tedavisi ve psikoterapi birlikte önerilir. Ancak bilinmelidir ki, depresyon tedavisi tek taraflı bir hamle ile yapılamaz. Bireyin kendisinin de hayat tarzında değişiklikler yapması gerektiğini Kabul etmesi, ve bunun ile ilgili mental sağlık çalışanı ile birlikte yol izlemesi gerekmektedir. Bu bağlamda bireylerin özellikle beslenmelerine, günlük yaptıkları aktivitelere, uyku sürelerine ve madde kullanımlarına (alkol dahil) ciddi dikkat etmeleri gerekmektedir.
Toplumun eskiye göre tedaviden daha az kaçındığını söyleyebilirim ancak yine de realistik bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum. Bunun başlıca sebebi yaygın olarak kullanıldığını, satıldığını bildiğimiz anti depresan ilaçlar ve sakinleştiricilerdir. Toplumun kaçınmasının birçok nedeni olduğunu düşünebiliriz. Bunlardan ilki psikolojik bozuklukların, fiziksel bir bozukluk kadar görünür olmamasıdır, dolayısı ile de kaçınılabilen, saklanabilen bir hal almasıdır. Diğeri ise muhtemel denetimdeki eksiklikler, ve psikologlara dair bir yasanın olmayışıdır. Bu sebeple gerekli niteliğe, ve donanıma sahip olmayan bireylerin de psikolog unvanı alıp, klinik açabildiklerini ve çokça kez ne yazık ki hatalı tedaviler ile halkı yanlış yönlendirip, toplum sağlığını riske attıklarını üzülerek gözlemliyoruz. Böyle bir deneyimi olan bir bireyin de yeniden mental sağlık kurumlarına başvurmasını pek bekleyemeyiz. Bu sorunlara ancak farkındalık ve bilincin artması, ve en önemlisi akıl sağlığı ve psikologların işleyişini denetlemeye yönelik yasaların hazırlanması ve yürürlüğe konması ile çözüm bulabiliriz.
Antidepresan tedavisi ve kullanımının önemi
Fizyolojik etki ve farmakolojik olarak ayırabileceğimiz 3 farklı tip antidepresan vardır (trisikilk, MAOIs, SSRI) ve herbirinin etkileri, dolayısı ile olumsuz etkileri de farklılaşmaktadır. Son dönemde en yaygın olarak kullanılan ve yan etkileri diğer gruplara göre çok daha az olan SSRI grubu ilaçlardır – Selektif Serotonin Geri Alım İnhibitörleri. Ancak bilinçsiz ve uzun süreli denetimsiz kullanımda cinsel bozukluk, yoksunluk, kilo alımı ve duygusal etkiler olarak hissizleşme ve bağımlılık hissi, ilaçsız yaşamaktan korkma, kaygılanma gibi belirtiler olabildiği bilinmektedir. Etkileri anlamak, ve daha güvenilir antidepresanlar yaratmak için çalışmalar halen sürmektedir. Sistem çok komplike olduğundan ve bir çok farklı nöral aktivitenin, kimyasalın birleşimi ile belirli davranışlar oluştuğundan, ilaç kullanımına çok dikkat edilmelidir. Dolayısı ile bu ve benzeri ilaçlar sadece bir psikiyatristin danışmanlığında ve gözetiminde kullanılmalıdır.
Buna ilişkin bilimsel veri elimde olmamasına rağmen, başvurular temelli değerlendirdiğimede toplumda en sık rastlanan bozukluklar depresyon ve kaygı bozukluklarıdır diyebilirim. Net olarak bu soruya cevap vermek için bilimsel bir çalışma yapılması gerekmektedir. Buradan da çağrı olsun.
Kaygı Bozukluğu
Kaygı bozukluğu ve bu bozukluğun yaygın olması sebebi genelde olumsuz olarak algılanmaktadır ancak aslında hayatta kalmamız ve hayatı idame ettirmemiz, birçok şeyi başarmamız için kaygının gerekli olduğunu belirterek başlamak isterim. Dolayısı ile zaman zaman oluşan kaygılar doğaldır, beklenirdir ve kaçınılmazdır. Bir problemi çözmeye çalışırken, bir sınava/mülakata hazırlanırken vb. Kaygı hissetmek çok normaldir. Ancak bu kaygı seviyesi çok arttığında, ve ara ara oluşan endişe ve korkunun dışında, hiç bitmeyen, sürekli ve gitgide kötüleşen bir kaygı oluştuğunda, bu bir probleme dönüşür. Dolaylı olarak, belirtiler ile birey baş edemeyecek hale gelir ve günlük aktiviteler, ilişkiler ve işleyiş de etkilenmeye başlar ve o noktada bu bir bozukluk noktasında değerlendirilebilir. Genel Kaygı Bozukluğu, Panik Bozukluk, Fobiler, gibi bir çok alt tipi mevcuttur.
Nedenleri yine net olarak bilinmese de, genetik ve çevresel faktörlerin yine birlikte rol oynadığı söylenebilir. Önceden yapılan çalışmalarda, çocuklukta deneyimlenen aşırı utanma durumu, veya davranışsal tutukluğun, olumsuz ve stresli durumlara maruz kalmanın, biyolojik yakınlarda kaygı ve benzeri bozukluklara dair tarihçenin olması ve ebeveynlerin kaygı durumlarına yönelik verdikleri tepkilerin işlevsel olmayışı (öğrenilen) başlıca risk faktörleri olarak belirlenmiştir. Ek olarak göz önünde bulundurulmalıdır ki, altta yatan bazı fiziksel özellikler, tiroid problemleri, kafeine karşı gelişen tepki vs. de kaygı vb. Belirtilerine yol açabilir.
Diğer tedavi süreçleri gibi kaygı bozuklukları da genel anlamda psikoterapi (özellikle BDT), ilaç alımı veya ikisinin birlikte kullanımı ile çözülebilir. Bilimsel çalışmalar ile psikoterapilerin tedavi ediciliği özellikle bu bozukluklarda sıklıkla gösterilmiştir. İlaç kullanımı yine belirtilerin şiddetine göre psikiyatrik konsültasyondan sonra önerilebilmektedir.