Aşağıda okuyacağınız metin Grön Vegan Life bloğundan alınmıştır.
Temel olarak veganizm diğer tüm hayvanlara karşı her türlü istismar, zulüm ve sömürüyü reddeden bir ideoloji ve yaşam biçimidir. Bunun yanında insanlar, diğer hayvanlar ve çevre için hayvan kullanımından uzak her türlü alternatifin geliştirilmesini ve kullanılmasını yaygınlaştırmayı amaçlar.
Beslenme anlamında, yemeklerde hayvanların ve hayvansal tüm ürünlerin kullanılmamasıdır. Ayrıca havyan derisi, kürkü, ipek, yün ve tüy gibi hayvanlara ait olan her şeyi ve hayvanlar üzerinde test edilen her türlü ürünü kullanmayı reddeder. Hayvanların “eğlence” adı altında –sirkler, fayton- sömürülmemesi için mücadele verir.
Her yıl yaklaşık olarak 60 milyar kara hayvanı ve 1 trilyondan fazla deniz hayvanı, insansal hazlar uğruna ticari anlamda kullanılıyor veya öldürülüyor. Yeme faaliyeti adına kullanılan, üretilen, yetiştirilen, yakalanan ve öldürülen hayvanların sayılarına baktığımıza, vegan beslenmeye geçişin önemi anlaşılıyor.
Kişilerin, önceliği farklı olsa da genel olarak hayvan özgürlü, sağlık ve ekolojik nedenlerle vegan yaşamı benimsiyorlar. Aslında yukarıda yazılı olan sebeplerin her biri oldukça detaylı ve önemli meseleler olarak ayrı yazı konuları olsa da, bugün bunları kısaca özetlemeye çalışacağım.
Hayvan özgürlüğü için;
Çiftliklerde yetiştirilen hayvanlar onları hiç görmeden, yaşadıkları işkence ve sömürüye tanık olmadan önce marketlerde daha sonra da sofralarda yerini buluyor. Bu süreçte hayvanlar nesne gözü ile bakılarak, arada herhangi bir duygusal bağ kurma ihtimalini ortadan kaldırıyoruz. Tam da bu duygusal bağın oluşmaması için, hayvan üretim çiftlikleri, yumurta fabrikaları ve kesimhaneler hep şehirler dışlarına yerleştiriliyor. Soframıza gelen hayvanları artık inek, tavuk, keçi gibi cins isimleri ile değil, vücut bölgelerinin adları ile veya genelleyerek “et” olarak isimlendiriyoruz. Bu farklı isimler takma süreci de, duygusal bağ kurmamamız için geliştirilen bir yöntemdir.
Çiftliklerde yetiştirilen hayvanları hiç görmediğimiz için, aynı zamanda onların da duyguları, kişilikleri ve kendilerine özgü bilişleri olduğu aklımıza gelmiyor. Hayvanlar ölüm sırasında korkuyor, işkenceyi hissedebiliyor, kesimhanelerde acı ve korku yaşıyorlar. “Mera” hayvanı dediğimiz veya “organik” diye etiketlenen hayvanlar için yaşam göreceli daha acısız olsa da, kesimhanelerde benzer korkuyu yaşıyorlar.
Diğer taraftan yumurta ve süt endüstrileri hayvan sömürüsünün yapıldığı yerlerdir. Yumurta ve süt üretimi esnasında hayvanlara zarar verilmediği düşünülüyor olsa da, bu esnada hayvanlar yine kapitalizmin bir nesnesi halinde sürekli süt ve yumurta vermesi adına işkencelere mahzur kalıyorlar. Yavrular annelerinden ayrı tutulurken, ihtiyacı olan besin ise insanların tüketimine sunuluyor. Daha fazla süt verebilmesi adına hayvanlar çeşitli hormonlara maruz kalıyor. Amerika Birleşik Devetleri’nde antibiyotiklerin %70’i çiftlik hayvanları için kullanılıyor. Dünya genelinde ise “et” ve süt endüstrisi yılda toplam 100,000 ton antibiyotik kullanıyor. Ayrıca bir cihaz vasıtası ile sürekli sütü alınan hayvanların memelerinde yaralar ve enfeksiyonlar görülüyor. Çiftliklerde sıkış, hava almadan yaşamak zorunda kalan, ömür boyunca hiç yürüme şansı olmayan, fazla kilo almaya zorlandığı için de ayakları sakatlanan hayvanlar ise çiftliklerin bir diğer korkunç yüzü.
Değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise türcülük. Bizim kültürümüze kedi, köpek gibi bazı hayvanları sevmek, onlarla duygusal bağ oluşturmak ve hayatımızı beraber geçirmek normal olurken, bu grubun dışında kalan hayvanları ise nesneleştirebiliyoruz. Aynı şekilde köpek katliamlarına veya kuş avlamaya karşı çıkarken, tabağımızdakinin de başka bir hayvan olduğunu unutabiliyoruz. Bu ayrımın temelde ırkçılıktan bir farkı yoktur.
İnsan merkezci düşünerek, hayvanlarla insanlar arasında üst-alt ilişkisi kurmak suretiyle, hayvanların insanlar için olduğunu varsayabiliyoruz. Bu düşüncenin temellinde ise kapitalizm ve insanın sınırsızca ve sorgulamadan tüketme arzusu yatıyor.
Veganizm dünyayı nasıl değiştirebilir?
1960’lardan bu yana dünya popülasyonu 2 katı artmış olmasına rağmen, “et” üretimi 4 katı artmıştır. 1960’lardan bu yana tavuk üretimi ise 13 kat artmıştır. BM Yiyecek ve Tarım Organizasyonu, 2050’li yıllarda “et” üretiminin şimdiki miktarın 2 katı fazlası olacağını öngörmüştür. Bu akım küresel ısınma, çevre kirliliği, su kaynaklarının kirlenmesi ve azalması, ormansızlaştırmayı, toprak yapısının bozulmasını, doğal kaynakların tükenmesini ve bazı türlerin yok olmasını da beraberinde getiriyor. Yemek için tüketilecek daha fazla hayvan, beslenmeleri için da çok ekin anlamına geliyor. Oysa ki dünyamız hem artan insan popülasyonu, hem de insanların yemesi için suni bir şekilde artan hayvan popülasyonunu kaldırabilecek kadar kaynağa sahip değildir.
- Sadece Brezilya’da 5,6 milyon akre alan Avrupa’daki hayvanlara yem üretmek için kullanılıyor.
- Dünya üzerindeki kirliliğin %18-51’i hayvancılık endüstrisinden kaynaklanmaktadır. Hayvancılık için kullanılan araçlar ve yöntemlere göre bu miktar değişebiliyor.
- 1 hamburger, 75 kg CO2 emisyonuna eş değerdir. Bu da bir arabayı 3 hafta boyunca sürmekle eş bir rakamdır.
- 1 kilo “et” üretmek için, 27 kg CO2, 1 kilo mercimek üretmek içinse 0.9 kg CO2’ye ihtiyaç vardır.
- Bitkisel temelli beslenme hayvansal ürünlerin üretimi için ihtiyaç duyulan alnın sadece 1/3’ü kadar bir alana ihtiyaç duyuyor.
- Bitkisel temelli beslenerek ayda 8’den fazla hayvanın hayatta kalmasına ve yılda 100’den fazla hayvanın hayatta kalmasını sağlayabiliriz.
- 2016 yılında Oxford Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmaya göre, vegan beslenme beslenme kaynaklı karbon emisyonunun %70 azalmasını sağlayabilir.
- 1 kalori hayvansal protein için 40 kalori fosil enerji kaynağının kullanılması gerekir. Oysa ki 1 kalori bitkisel protein üretmek için 2,2 kalori enerjiye ihtiyaç duyulur
Sağlık için;
Uzun ve sağlıklı yaşam garanti olmasa da, iyi planlanmış-dengeli vegan beslenmenin bu olasılığı artırdığı bilinmektedir. Buna gerekçe olarak, vegan beslenmenin kolon kanserine neden olduğu kanıtlanış işlenmiş hayvansal ürün ve türevlerini içermemesi gösterilebilir *.
Veganlar genel popülasyona göre daha fazla miktarda sebze ve meyve tüketiyor. Çalışmalar, meyve ve sebze açısından zengin beslenmenin daha sağlıklı olmak ile doğrudan bir ilgisi olduğunu gösteriyor ** . Ayrıca vegan beslenmenin tip 2 diyabet, kalp hastalıkları ve damar yetmezliğini önlediği gösteriliyor. Dr. Murat Kınıkoğlu, Vegan Beslenme adlı kitabında hiçbir ilacın damar tıkanıklıklarını azaltmadığını, buna rağmen vegan beslenmeyi tercih eden bireylerde damar tıkanıklıklarının hiçbir cerrahi operasyona gerek kalmadan düzeldiğinden bahsediyor.
Bağırsaklarımız ile beynimizin doğrudan iletişimde olduğu ve bağırsaklardaki doğal bakteri florasının hastalıklara yatkınlığa doğrudan etkili olduğu son zamanlarda yapılan çalışmalarda kanıtlanmıştır. Hayvansal ürün tüketen kişilerle, vegan beslenme tarzını benimsemiş kişilerin bağırsak floraları (bağırsakta bulunan bakteri çeşitleri) arasında belirgin farklar görülüyor, hayvansal ürünleri tüketen kişilerde bağışıklık sistemine bağlı hastalıkların gelişme riski artıyor ***, ****.
Veganizm; ekoloji, hayvan özgürleşmesi, ırkçılık, türcülük, ataerkiye ve homofobiye karşı mücadele, anti-kapitalizm ve anti-militarizmle temelden bağlantılı olan bir ideoloji biçimidir. İnsan merkezci düşüncenin yerini, etik temeller çerçevesinde eşitlikçi bir yaşam anlayışına bırakabilirsek, yıkımdan değil, üretimden yana olursak, ölümü değil yaşamı seçersek gezegenimiz daha yaşanılabilir bir yer olacaktır.
İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük!
Kaynaklar: Why vegan?, PETA , The Vegan Society