Türkiye’de yayın yapan Özgür Politika adlı internet gazetesinden Erem Kansoy, Kutlu Adalı cinayetini ve Adalı’yı ölüme götüren süreci yazdı. İşte o yazı:
Türk devletinin Kıbrıs’taki faÅŸist organizasyonları eliyle katlettiÄŸi sayısız önemli isimden biri, gazeteci yazar Kutlu Adalı. Onun adını, Türk devlet faÅŸizmi tarafından katledilmesi kadar St. Barnabas İncili’ne dair araÅŸtırmalarıyla da duymuÅŸtuk. Peki faili meçhul ilan edilen ve 20 yıldır aydınlatılmayan bu cinayet, nasıl ve kimler tarafından iÅŸlendi? Bunu anlayabilmek için önce Kıbrıs Türk’ünün Türk devletinden çektiÄŸi zulmü, ardından ise Kutlu Adalı’nın kimliÄŸini irdeleyeceÄŸiz.
Türk devletinin müdahalesi sonucu ikiye bölünmesi üzerinden 20 Temmuz itibariyle 42 yıl geçen Kıbrıs adası, gerek stratejik konumu, gerekse de tarihi zenginliÄŸiyle her zaman dış güçlerin ilgi odağı oldu. Ada, devletler tarafından adeta “yüzen ada” gibi kullanıldı. Yakın tarihte ise Osmanlı İmparatorluÄŸu’yla baÅŸlayan, İngiliz sömürgeciliÄŸiyle ve Türk müdahalesiyle devam eden uluslararası kriz, Kıbrıslıların üzerine kara bulut gibi çökmüş durumda.Â
ÇoÄŸu kiÅŸi Kıbrıs’ta Türk devletinin sayısız kirli oyununun 1974’teki iÅŸgalle birlikte baÅŸladığını düşünür; oysa Türk devletinin çıkar oyunları, 1950’li yıllarda baÅŸlamıştır. İngiltere, Yunanistan, Vatikan, Amerika, İsrail gibi birçok gücün müdahaleleriyle zaten ciddi yaralar alan ada, Türk müdahelesiyle birlikte ise yok oluÅŸa sürüklenmiÅŸtir. Özellikle Kıbrıs Türkleri, 1974’teki iÅŸgal harekatı ardından ciddi zarar görmüş, ambargo ve izolasyon altında yaÅŸamak zorunda kalmıştır. Bunların yanına bir de Türk devletinin katliam ve asimilasyon politikası eklenmiÅŸtir.
Bir dönemin hatıraları…
Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler, uzun yıllar boyunca ortak bir yönetimle yaÅŸadı. Osmanlı İmparatorluÄŸu, adaya iÅŸgalci bir zihniyetle hükmetmiÅŸti. Daha sonra ise Kıbrıs, Osmanlı’nın borçlarından dolayı İngiltere’ye kiralanmış ve bir İngiliz kolonisi haline gelmiÅŸti. Bu dönemin bugüne kadar uzanan hatıraları, Türkler ve Rumların maden ocaklarında İngiliz sömürgeciliÄŸine karşı birlikte örgütledikleri grev ve eylemleri, hasat zamanı köylülerin dayanışmasını, iki toplumlu yerleÅŸimlerin folklorik özelliklerini, kültürel bütünleÅŸmeyi, oluÅŸan ortak dili, binlerce evliliÄŸi, taşınmaz mal ortaklıklarını bugüne dek taşıyor. Tabii yalnız hatıra olarak… Adada bugün her açıdan bölünmüşlük hakim…
Petrole ulaÅŸan ‘gemi ada’
1950’li yıllardan itibaren Kıbrıs’ın önemini arttıran temel faktörlerden biri, OrtadoÄŸu petrolleriydi. Bunun yanında Kıbrıs, OrtadoÄŸu’daki karışıklıklara yakın olması  nedeniyle, ele geçirene müdahale olanağı sunuyordu. Özellikle DoÄŸu Akdeniz’deki üslerini tek tek kaybeden İngiltere açısından Kıbrıs’ın önemi çok büyüktü.Â
Türkiye ile Yunanistan, 1952 yılında NATO’ya üye olmuÅŸtu. Türkiye bu dönemde, Kıbrıs meselesi yüzünden Yunanistan’la karşı karşıya gelerek NATO üyeliÄŸini tehlikeye atmak istemedi, bu nedenle mevcut statükonun korunmasından yana tavır takındı. Ayrıca NATO’nun da beslediÄŸi antikomünizm dalgası da iki devlette ağır basıyor ve politikayı daha çok bu histerik antikomünizm tayin ediyordu.
Türkiye: Ada İngiltere’nindir!
Yunanistan, 1954’te BirleÅŸmiÅŸ Milletler’e, İngiltere’nin Kıbrıs’ın “kendi kaderini tayin hakkını” tanıması için baÅŸvurdu. O dönemde yapılan görüşmelerde Türkiye, adanın İngiltere’ye ait olduÄŸunu savunarak İngiltere’nin yanında saf tuttu ve nihayetinde Yunanistan’ın baÅŸvurusu reddedildi.
İngiliz hakimiyetinin son bulması için silahlı mücadele yürüten Kıbrıslı Rumların örgütü EOKA, 1957 başlarında ateşkes ilan etti. Aynı aylarda NATO da, Türkiye ile Yunanistan arasında arabuluculuk yapmak bahanesiyle adaya el attı. Bundan sonra tertiplerin ardı arkası kesilmeyecekti.
Rauf DenktaÅŸ sahnede…
27 Ekim 1957 tarihinde, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun başına, eski savcı yardımcısı Rauf DenktaÅŸ getirildi. 29 Kasım’da Türk Mukavemet TeÅŸkilatı (TMT), ilk bildirilerini dağıtarak adını duyurdu. Bir yıl sonra EOKA da tekrar faaliyete geçerek saldırılarını arttırdı. TMT de Rumlara savaÅŸ ilan etti. TMT’nin hedef aldıkları arasında, Kıbrıs’ta barış ve bağımsızlığı savunan Türk emekçiler de bulunuyordu.
Rum ve Türk demokratlar hedefte
Bu dönemde barış savunucusu Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, bir ortak miting düzenledi. Mitingin ardından TMT, sendikalı Türk işçileri katletmeye başladı. Aynı şey, Rumlar cephesinde de yaşanıyor, solcu Rum emekçiler, şoven Rumlarca katlediliyordu. Emperyalist planların hayata geçmesi için her şeyden önce adadaki emekçi halkların barıştan, kardeşlikten, bağımsızlıktan yana tutumunun kırılması gerekiyordu.
1959 yılında güya adada barış ve huzurun tesisini önemseyen uluslararası güçler, Zürih-Londra Garanti ve İttifak AntlaÅŸması’nı imzaladı. AntlaÅŸmayla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Kıbrıs Anayası’nın garantörleri olarak ilan edildi.
‘BaÄŸlantısız’ Kıbrıs korkuttu
Bu sırada dünyada geliÅŸen sosyalist mücadele, Kıbrıs adasında da yankı buluyordu. Sovyetler BirliÄŸi yanlısı AKEL’in oy oranı giderek artıyordu. İki kutuplu dünyada “üçüncü yol” olma iddiasında olan ülkelerin oluÅŸturduÄŸu “BaÄŸlantısızlar Hareketi”nin zirvesinde Kıbrıs, “kurucu üye” unvanını aldı. BaÄŸlantısızlar Hareketi, Sovyetler BirliÄŸi’ne daha yakın duruyordu. Bu geliÅŸmeler, hem Türkiye’yi hem de ada üzerine planları olan emperyalist ülkeleri korkuttu. Bu korku, adadaki oyunların daha da sertleÅŸmesine neden olacaktı.
1963 yılının Kasım ayınca Kıbrıs CumhurbaÅŸkanı Makarios, Anayasa’da 13 maddelik bir deÄŸiÅŸiklik yapmak istedi. DeÄŸiÅŸikliklerin çoÄŸu, mevcut Anayasa’ya göre Türklere verilen hakları kısıtlayıcı nitelikteydi. Oysa mevcut Anayasa, adanın iki toplumlu yaÅŸamına göre düzenlenmiÅŸti.
TC’nin ‘bölücü’ müdahalesi
1974’teki Türk iÅŸgalinin öncesinde adada, iki toplumu düşmanlaÅŸtırma ve koparma çalışmaları, iki yanlı olarak geliÅŸtirildi, halklar kışkırtıldı. 1974’de ise Türk devleti, “AyÅŸe tatile çıktı” parolasıyla bir çıkartma harekatı düzenleyerek adadaki iki toplumlu yaÅŸama son ve en büyük darbeyi vurmuÅŸ oldu. 13 Åžubat 1975’te Türkiye tarafından Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kurduruldu ve başına Rauf DenktaÅŸ getirildi. Aynı yıl yapılan anlaÅŸmalarla Güney’deki Türkler Kuzey’e, Kuzey’deki Rumlar Güney’e geçti. Ada, etnik kökene göre iki ayrı bölgeye ayrılmıştı.
15 Kasım 1983’te ise Türkiye, bir adım daha ileri giderek “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” (KKTC) adında bağımsız bir devlet ilan ettirdi. Böylece uluslararası alanda hiç kimsenin tanımadığı, iddiası kendinden menkul bir “cumhuriyet oyunu” sahneye konulmuÅŸ oldu. Bu öyle bir “bağımsızlık” ki, Türk askerleri 1974’ten bu yana adada halen iÅŸgal güçleri olarak varlıklarını sürdürüyor; Kıbrıs’ın Türk tarafı, adeta Türk devletinin arka bahçesi olarak iÅŸlev görüyor.
1974’teki Türk iÅŸgali ardından adada, onlarca kez birleÅŸme görüşmeleri yapıldı, ancak bir türlü anlaÅŸmaya varılamadı. Çünkü görüşülen ÅŸey, aslında, Kıbrıslıların barış ve huzur içinde bir arada yaÅŸaması deÄŸil, ada üzerinde çıkarları olan güçlerin planlarıydı.
Rumlar AB’de, Türkler tanınmıyor bile!
İki toplumun da oy verdiÄŸi 2003’teki Avrupa BirliÄŸi referandumuyla Kıbrıs, Rum yönetimi altında Avrupa BirliÄŸi’ne girdi. Adanın kuzeyi ise halen “iÅŸgal toprakları” statüsünü sürdürüyor.
Kıbrıs’ı iÅŸgal eden Türk devleti adına dönemin BaÅŸbakan’ı Bülent Ecevit, yapılanın bir “barış harekatı” olduÄŸunu söylemiÅŸti. Her konuÅŸmasında da “adaya barış, kardeÅŸlik, özgürlük getirmek için” yola çıktıklarını söyleyip durdu. 40 bin asker, zırhlı araçlar ve ağır silahlarla getirilen bu “barış ve kardeÅŸlik”, binlerce insanın ölmesine, on binlercesinin sakat kalmasına, 200 bine yakın Rum’un ise topraklarından sürgün edilmesine yol açtı.
Türk asimilasyonu adada
Türk devleti, Türkiye ve Kürdistan’daki “asimilasyon” politikasının aynısını Kıbrıs’a da uyarladı elbette. Ada, hem kültürel hem siyasi hem de ekonomik olarak Türk devletine “katıldı.”
ÖzelleÅŸtirme politikaları, üretimden koparma, kültürel asimilasyon, eÄŸitim, saÄŸlık ve diÄŸer sosyal hizmetlerde bağımlılaÅŸtırma, ambargo ve izolasyon… Bunların yanı sıra bağımlılaÅŸtırılmış medya organları… Türk devletinin Kıbrıs adasındaki görüntüsü, bunlardan ibaretti. Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde cumhuriyetin ilan edildiÄŸi 1983 yılından bu yana Türk devleti, ada insanına çektirmedik zulüm bırakmadı. Bu zulümler arasında, Türk devletinin politikalarına aykırı ÅŸeyler söyleyenlerin katledilmesi de vardı. Bu isimler arasından en fazla öne çıkan ise gazeteci, ÅŸair ve yazar Kutlu Adalı…
Kutlu Adalı kimdir?
Kutlu Adalı, 1935 yılında LefkoÅŸa’da doÄŸdu. İlk, orta ve lise eÄŸitimini Antalya’da tamamladı. 1954 yılında Kıbrıs’a geri dönen Adalı, bu yıllardan itibaren dergilerde yazmaya ve kitaplar yayımlamaya baÅŸladı. 1959’da BeÅŸparmak Yayınevi’ni kurdu; BeÅŸparmak dergisini çıkarmaya baÅŸladı. Söz, Ortam, Kıbrıs Postası ve Yeni Düzen gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Tüm bu çalışmaları sırasında her zaman ÅŸiir yazmaya da devam etti.
Adalı, 1961-1972 yılları arasında Rauf DenktaÅŸ’ın özel kalem müdürlüğünü yaptı. Ancak daha sonra yolları ayrıldı ve DenktaÅŸ’a muhalif bir çizgi izlemeye, “Kıbrıslılık” bilincini öne çıkarmaya baÅŸladı. Kıbrıs Türk Barış DerneÄŸi ile Bağımsız ve Federal Bir Kıbrıs İçin Temas Grubu’nun kurucuları arasında yer aldı.Â
Adalı, 6 Temmuz 1996 tarihinde, evinin önünde vurularak katledildi. Aradan geçen 20 yıla raÄŸmen bu cinayet aydınlığa kavuÅŸmadı. Cinayetle ilgili dava dosyası ise, 14 Mart 2009’da CumhurbaÅŸkanı Mehmet Ali Talat’ın talimatıyla kapatıldı.Â
Şahsen tanıyordum
…Kutlu Adalı, 1974 sonrasında dahi adadaki Türkler arasında barış ÅŸiarını yükselten, iki toplumun bir arada yaÅŸamasını savunan, militarizme ve ayrılıkçılığa karşı çıkan cesur bir gazeteci ve entelektüeldi. Kendisini ÅŸahsen yakından tanıma fırsatı da bulmuÅŸtum. Öğrencilik yıllarımda yurtdışından Kıbrıs’a döndüğümde mutlaka Adalı’ya uÄŸrardım, uzun uzun sohbet ederdik.
Bir zamanlar TMT saflarında yer alan Adalı, baÅŸka bazı TMT üyeleri gibi, 1974 sonrasında büyük bir düş kırıklığına uÄŸramış ve Kıbrıs’ın birliÄŸi fikrine yönelmiÅŸti. Türk milliyetçiliÄŸi söylemlere karşı “Kıbrıslı” fikrini öne çıkaran Adalı, gazetelerde milliyetçiliÄŸe muhalefet eden yazılar yazıyor, barış ve kardeÅŸliÄŸi savunuyordu.
Demirel dönemi cinayetlerinden
Kutlu Adalı’nın da katledildiÄŸi ve gazeteci katliamlarının Kıbrıs ve Türkiye’de en yoÄŸun yaÅŸandığı dönem, Süleyman Demirel’in Türk devletine baÅŸbakanlık ve cumhurbaÅŸkanlığı yaptığı dönemdir. Bu dönemde adada 37 gazeteci öldürüldü. Bu cinayetlerin 22’si, Demirel’in 7 farklı hükümette baÅŸbakanlık görevini üstlendiÄŸi 1965-1993 yılları arasında; 15’i Demirel’in cumhurbaÅŸkanı olduÄŸu 1993-2000 yılları arasında gerçekleÅŸtirildi. Adem Yavuz, Abdi İpekçi, Seracettin MüftüoÄŸlu, Hafız Akdemir, Musa Anter, UÄŸur Mumcu, Seyfettin Tepe, Metin Göktepe, Kutlu Adalı… Birçok deÄŸerli gazeteci, bu dönemdeki cinayetlerle yaÅŸamını yitirdi.
KTSST ve Korgeneral Mendi
Kutlu Adalı’nın katledildiÄŸi dönem, Kıbrıs Türk Sivil Savunma TeÅŸkilatı’nın (KTSST) baÅŸkanlığını Korgeneral Galip Mendi’nin yürüttüğü dönemdir. Bu dönemde KTSST, karanlık bir teÅŸkilattı. Adada kontrgerilla faaliyetlerini örgütlediÄŸi ve yönettiÄŸi iddia ediliyordu. Korgeneral Mendi, bu karanlık döneme raÄŸmen (hatta belki bunun ödülü olarak!) 2000 yılında Kuzey Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri Komutanı olarak atandı. Kıbrıs halkının geniÅŸ kesimleri, bu atamaya ÅŸiddetli tepki gösterdi.Â
****
Kıbrıs’ın Beyaz Torosları
Kutlu Adalı da St. Barnabas Manastırı baskınıyla ilgili olarak Mendi’yi suçlamıştı. Katledilmesi, bu haberinin ardından oldu. Adalı, manastır baskınında KTSST’ye ait bir aracın kullanıldığını söylüyordu. Fakat meselenin üstü örtüldü. Korgeneral Mendi, bırakalım yargılanmayı, manastır baskınından ve sonrasındaki cinayetten dolayı hiç sorgulanmadı. Dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitti. AİHM heyetinin gelip sorguladığı Mendi, “bir teÅŸkilat aracının PKK operasyonu için baskına katıldığını” söyleyerek, Adalı’nın haberini yıllar sonra teyit etmiÅŸ oldu.
Mendi AİHM’e itiraf etti
Bu sorgulamayı 2003 yılının Haziran ayında, LefkoÅŸa ara bölgesindeki Ledra Palace Oteli’nde gerçekleÅŸtiren AİHM yargıçlarına Mendi, dava tutanaklarının 23, 24 ve 25. sayfalarına göre, şöyle söyledi: “Tabii Saint Barnabas olayı, Kutlu Adalı Bey’in vefatından yanılmıyorsam üç ya da dört ay önce basına yansıyan, size göre bir ‘olay’dı, bana göre bir faaliyetti. O olay ile ilgilli sadece bildiÄŸim bazı ÅŸeyleri söylemek istiyorum. Saint Barnabas olayı ile Sivil Savunma TeÅŸkilatı BaÅŸkanlığı’nı iliÅŸkilendirme çalışmaları oldu. Hatta Kutlu Adalı Bey’in öldürülmesini ve Saint Barnabas’taki faaliyet ile iliÅŸkilendiren kiÅŸiler oldu. Saint Barnabas, o dönem Barış Kuvvetleri Komutanlığı’mızın yaptığı huzura yönelik, teröre yönelik faaliyetlerden bir tanesiydi.”
Türkiye AİHM’de mahkum oldu
Mendi, ifadesinde kontrgerilla faaliyetleri yürüttüklerini açıkça ifade ediyordu. Bu dava sonucunda Türkiye, AİHM tarafından, cinayette adı anılan Mendi’yi hiç sorgulamadığı gerekçesiyle, 95 bin Euro para cezasına çarptırıldı. Bunun 20 bin Euro’su manevi tazminat, 75 bin Euro’su ise mahkeme gideriydi. Mahkeme ayrıca, Kutlu Adalı’nın eÅŸi İlkay Adalı’nın Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki bir toplantıya katılmasını engellediÄŸi için de oy birliÄŸiyle Türkiye’yi suçlu buldu.
Teyitli olay örgüsü
Eldeki teyit edilmiş bilgiler, şöyle bir olay örgüsü ortaya çıkarıyordu:
KTSST mensubu 15 silahlı ve maskeli kiÅŸi, 14 Mart 1996 akÅŸamı, bir beyaz Toros, bir kırmızı Isuzu Jeep ve bir Vitara otomobille St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi’ne geldi. ‹ç nöbetçiyi saf dışı edip bir odaya kilitledikten sonra milyonlarca liralık ikonaların korunduÄŸu tarihi müzeye girdiler. Müze dışında bulunan St. Barnabas’ın mezarını da kazarak 12 basamak aÅŸağıya indiler ve dünyaca ünlü St. Barnabas İncili’ni çaldılar. Ardından müzeyi terk ettiler. (St. Barnabas İncili, Aziz Barnabas tarafından yazılmış ve İncil’de İsa’nın ilahlığı reddedilmiÅŸti. Bu nedenle Roma Katolik Kilisesi, bu İncil’i yasakladı. MS 325’e kadar İskenderiye’de saklanan İncil’in hem aslı hem de kopyaları yıllarca elden ele dolaÅŸtı. Asıl adı Joseph olan ve Kıbrıs’ın Salamis kentinde doÄŸan Barnabas’ın ölümünden sonra ise İncil, adına yaptırılan Magosa’daki manastıra gömüldü.)
Bir iddiaya göre ise 1974’teki Türk iÅŸgali sırasında bir binbaşı, Rumlara ait ev, iÅŸyeri ve kuyumculardan çaldığı altın, elmas, pırlanta gibi “ganimetleri” St. Barnabas Manastırı’ndaki bir yere gömmüş, savaÅŸ ardından gelip almayı amaçlamıştı. SavaÅŸtan sonra generalliÄŸe terfi edip emekli olan bu asker, aradan 21 yıl geçtikten sonra güvendiÄŸi bazı kiÅŸilere bu bilgiyi vermiÅŸ ve silahlı baskın bu nedenle gerçekleÅŸtirilmiÅŸti.
Mendi ‘bizzat’ tehdit etti
Kutlu Adalı, bir gazeteci olarak soygunun peÅŸine düştü. Özellikle 23 Mart tarihli yazısı zehir zemberekti. Yazıda “generalin ganimetlerinden” bahsediyordu. bu yazı ardından tehditler art arda gelmeye baÅŸladı. Çok sonraları, 2003’te İlkay Adalı, o günlerde bizzat Galip Mendi’nin Yeni Düzen gazetesini arayarak tehdit ettiÄŸini söyledi.
Kutlu Adalı’nın katledilmesine iliÅŸkin Kıbrıs Türk Kesimi Meclisi’nde bir araÅŸtırma komisyonu kurulmuÅŸ; ancak bu komisyon, cinayetin üzerinden yıllar geçmiÅŸ olmasına raÄŸmen bir sonuca ulaÅŸamamıştı. AİHM’deki kısmi ilerleme de İlkay Adalı’nın insan üstü gayretleri sayesinde olmuÅŸtu.
Kıbrıs’ın ‘Beyaz Torosları’
Her ne kadar kanıtlanamamış olsa da, Adalı’nın Türkiye’de sayısız cinayette rolü olan tanınmış faÅŸistlerden Abdullah Çatlı tarafından öldürülüğü, geniÅŸ kesimlerce ifade ediliyor. Bu iddia, konuya deÄŸinen Türkiye veya Kıbrıs kaynaklı birçok kitapta da dile getirildi.
Adalı’nın katledildiÄŸi dönemde Mehmet Özbay sahte kimliÄŸiyle dolaÅŸan ve daha sonra meÅŸhur Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın ve YeÅŸil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Kıbrıs’ta bulunması tesadüf müydü? Çatlı’nın bu dönemde Kıbrıs’ta, Ömer Lütfü Topal’a ait bir otelde İsrailli bir kadınla birlikte olması, tesadüf müydü?
Fikri SaÄŸlar’ın sözleri
Susurluk kazası ardından kurulan TBMM AraÅŸtırma Komisyonu’nda görev yapan Fikri SaÄŸlar’ın söyledikleri de, cinayeti Çatlı’nın iÅŸlediÄŸi şüphesini güçlendiriyor. SaÄŸlar, şöyle söylemiÅŸti: “1996 yılı Mart ayında St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi soyuldu, Barnabas İncili de çalındı. Soygunu araÅŸtıran Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, olay gecesi manastıra gelen araç plakalarından, derin çete baÄŸlantılarına ulaÅŸtı. Sonra tehdit edilip Uzi marka bir silahla öldürüldü. Biz Susurluk Komisyonu’nda Adalı’nın öldürüldüğü 7 Temmuz 1996 günü, Abdullah Çatlı’nın da Kıbrıs’ta olduÄŸunu ve Mehmet Özbay kimliÄŸiyle adaya giriÅŸ yaptığını belirledik. Kutlu Adalı’nın eÅŸiyle de görüştüm, TBMM’ye önergeler verdim. Cinayetin faili bulunamadı ve Türkiye AİHM’den 95 bin Euro tazminata mahkum oldu.”
‘ArÅŸivinden ve hatıralarından da korktular’
Kutlu Adalı’nın katledilmesinin 20. yılında, Kıbrıslı gazeteciyi, cinayeti ve soruÅŸturma sürecini, yakın arkadaşı müzisyen ve insan hakları savunucusu Hamza Irkad ve Kıbrıs’ın bütünlüğü için çalışan önemli isimlerden Derman SaraçoÄŸlu’na sorduk. İlkay Adalı’nın cinayetten bir süre sonra anlattıklarını da olayın aydınlatılmasına sunduÄŸu katkı açısından hatırlatıyoruz.
Sözlerine, “Kutlu Adalı mükemmel bir insandı” diyerek baÅŸlayan İlkay Adalı, şöyle devam etti: “Çok iyi bir eÅŸ ve çok iyi bir babaydı. Çocuklarına çok düşkündü. Çok yoÄŸun çalışıyordu. Ailesiyle birlikte dört yaşındayken Antalya’ya göç etmiÅŸlerdi. Ailesi bir süre sonra geri döndü. Kutlu da 18 yaşında tekrar Kıbrıs’a geldi. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nu kurdular. Nacak gazetesinde yazı iÅŸleri müdür olarak çalıştı. Cemaat Meclisi’nde basın irtibat sorumlusu oldu. Genel sekreterelik ve müsteÅŸarlık yaptı. Rauf DenktaÅŸ’ın özel kalem müdürlüğüne kadar yükseldi.”
Telefonda karşı tarafı bekliyordu…
Adalı’nın “tam bir mücadele insanı” olduÄŸunu ve bir süre sonra haksızlıklara boyun eÄŸmeyerek yazmaya baÅŸladığını anlatan İlkay Adalı, olay gününü ise ÅŸu sözlerle anlattı: “Olay günü İstanbul’a gitmiÅŸtik. O, evde yalnızdı. Kız kardeÅŸine yemeÄŸe gidecekti. Telefon ettim. Telefonu açtı ve bir süre konuÅŸmadı. Nedenini sorduÄŸumda tehdit edildiÄŸini ve bu yüzden telefonda önce karşı tarafın konuÅŸmasını beklediÄŸini anlattı. KonuÅŸmamızdan kısa bir süre sonra da vuruldu.”
‘Yapmayın’ dedi, ‘Hak ettin bunu’ dediler
EÅŸinin Çatlı tarafından vurulduÄŸu iddiasını da dile getiren İlkay Adalı, bir taksi firmasının da Çatlı’nın havaalanına gittiÄŸini doÄŸruladığını, yani Çatlı’nın cinayet günü Kıbrıs’ta olduÄŸunun net olduÄŸunu belirtti. EÅŸinin 23 Mart tarihli yazısında deÄŸindiklerine de dikkat çeken İlkay Adalı, şöyle devam etti: “Kutlu’nun öldürüldüğü gece, emekli polis Altay Sayıl onu ziyarete gelmiÅŸ. Sürekli Kutlu’ya belge getirirdi, polisle ilgili. Kutlu da bunları yazardı. Çok samimiydiler. Arabasını da her zaman Kutlu’nun vurulduÄŸu yere koyardı, bize geldiÄŸi belli olmasın diye. Kutlu oraya kadar yürüdü, pusu kurdular. BoÄŸuÅŸma olduÄŸunu ÅŸahitler söyledi. Kutlu, ‘Yapmayın’ demiÅŸ, onlar ‘Hak ettin bunu!’ demiÅŸ.”
Irkad: Sömürgeciliğin cinayeti
Kutlu Adalı’yı yakından tanıyan müzisyen ve insan hakları gazetecisi Hamza Irkad ise, gazetemize yaptığı açıklamada, ÅŸunları söyledi: “Kutlu Adalı’nın Türkiye’deki birçok politikacı, yazar, aydın ve demokratla da yakın iliÅŸkileri vardı. Mesela Deniz Baykal, siyasi olarak aynı düşüncelerde olmasalar da, çocukluk ve sınıf arkadaşıdır. Kutlu Adalı’nın, her ne kadar St. Barnabas olayına yönelik yazılarından dolayı katledildiÄŸi düşünülse de, altında baÅŸka politik nedenlerin de bulunduÄŸu açıktır. Zaten kendisi de St. Barnabas olaylarını irdelerken olayın sömürgecilik baÄŸlamında geliÅŸtiÄŸini ve sömürge ile sömürgeci arasındaki iliÅŸkilere baÄŸlı olduÄŸunu ortaya koymuÅŸtur.”
‘Çatlı öldürdü’
Cinayetle ilgili tüm delillerin, araÅŸtırmaların kısa süre içinde “tozlu raflara kaldırıldığını” ve cinayetin “faili meçhul” olarak tanımlandığını kaydeden Irkad, şöyle devam etti: “Mevcut deliller, faili meçhul olmadığını, cinayetin içinde Özel Harp Dairesi ve Sivil Savunma’nın olduÄŸunu göstermektedir. St. Barnabas olayıyla ilgili yazılarından dolayı o dönemde Kıbrıs’ta görevli olarak bulunan Galip Mendi tarafından resmen tehdit edildiÄŸi de biliniyor. Adalı’nın katledildiÄŸi gece bulunan tetikçilerden birinin Susurluk’ta hayatını kaybeden Abdullah Çatlı olduÄŸu da su yüzün çıktı. Susurluk’ta ortaya çıkan deliller, suç unsuru mermilerin çıktığı Uzi marka silah baÅŸta olmak üzere baÅŸka bütün enstrümanlar, bunun kanıtlarını oluÅŸturuyor.”
‘BaÅŸarılı da oldu…’
Yapılanların Kıbrıs’taki sömürgeciliÄŸe ve Türk devleti iÅŸgaline karşı oluÅŸan halk muhalefetini susturmaya ve baskı altına almaya yönelik olduÄŸunu belirten Irkad, ekledi: “Bu, baÅŸarılı da oldu. TC yönetimi tarafından Kıbrıs, tamamen kirli iÅŸlere yönelik kullanılan, kirli iÅŸlerden kazanılan paranın aklandığı bir merkeze dönüştürüldü. Kıbrıs, Türk ÅŸovenizminin ve faÅŸizminin beslendiÄŸi bir merkez olarak kullanıldı. Adanın bir faÅŸist üretim merkezine dönüştüğü ortadadır.”
OrtadoÄŸu’daki son geliÅŸmelerle birlikte Kıbrıs’ın öneminin büyüdüğünün de altını çizen Irkad, Kıbrıs halklarının çözüm arayışlarının da bu nedenle halen kirli oyunlarla engellendiÄŸini söyledi.
‘St. Barnabas’la düşünmek yetmez’
Yıllar boyunca Kıbrıs’ın bütünlüğü için çalışmalar yapan, bu amaçla çeÅŸitli komitelerde yönetici konumunda bulunan, Kıbrıs’ın iki yakasındaki sol partiler ve sendikalarca tanınan bir isim olan, bir dönem gazetecilik de yapmış Derman SaraçoÄŸlu da, Kutlu Adalı’nın katledilmesinin St. Barnabas olayı yazılarıyla sınırlı düşünülemeyeceÄŸini belirtti.
“Cinayetin sebebi çok daha derinlerde” diyen SaraçoÄŸlu, devam etti: “Kutlu Adalı, 60’lı yıllarda, Kıbrıs’taki BEY (Bayraktarlık, Elçilik, Yönetim) faÅŸizmi döneminde uzun yıllar Rauf DenktaÅŸ’ın özel kalem müdürlüğü görevinde bulunmuÅŸ bir kiÅŸiydi. Adalı, Kıbrıs’ta DenktaÅŸ merkezli TMT ve Türkiye kaynaklı Özel Harp Dairesi iliÅŸkilerinin canlı tanıklarından biriydi. Aynı zamanda bütün o süreçleri kapsayan geniÅŸ bir arÅŸive de sahipti. Kıbrıs’taki, özellikle Türk toplumu içindeki pek çok antidemokratik uygulamanın ve ayrılıkçılığın, adanın bölünmesine yönelik Ankara-DenktaÅŸ planlarının ve icraatlarının tanıklarındandı.”
‘Makaleleri ilgiyle takip ediliyordu’
Aynı sürecin baÅŸka tanıkları da olduÄŸunu ama Adalı’nın özellikle hedef seçildiÄŸini belirten SaraçoÄŸlu, bunun gerekçesini ise şöyle açıkladı: “Kutlu Adalı, o süreçlerin diÄŸer tanıklarından çok farklı bir tutum almıştı. Önce özel kalem müdürlüğünden, ardından da Muhacerat Dairesi müdürlüğünden ayrıldıktan sonra, gazetelere yazdığı makaleler aracılığıyla, Kıbrıs Türk toplumuyla çok önemli, can alıcı konuları paylaÅŸmaya baÅŸladı. Gerek geçmiÅŸ tanıklıkları gerekse de Kıbrıslı Türklerin içine itildiÄŸi girdabın nedenleri üzerine makaleler yazıyor, Yeni Düzen gazetesi aracılığıyla toplumla paylaşıyordu. Aydın, demokrat, yurtsever kimliÄŸiyle Kutlu Adalı, hiçbir siyasi partiye üyeliÄŸi de olmamasına raÄŸmen, toplumumuzda ilgiyle takip ediliyordu. Ağırlıkla Ankara-LefkoÅŸa iliÅŸkilerindeki çarpıklığı gündeme getiriyordu. Kıbrıs’a Türkiye’den nüfus taşınmasına karşı çıkıyor, sonuçlarını irdeliyor, Kıbrıslı Türklerin başına gelecekleri birer birer anlatıyordu.”
Onurlu bir aydın itirazı
Adalı’nın son makalelerinden birinin “Havuç ve Sopa” baÅŸlığını taşıdığını aktaran SaraçoÄŸlu, devam etti: “Bu makalesinde Ankara egemenlerinin Kıbrıs Türk toplumuyla olan tek taraflı, hükmedici iliÅŸkisini mahkum ediyordu. Bu yönde onurlu bir aydın itirazı ile yazıyordu makalelerini. Kıbrıs Türk toplumunun ada üzerinde varlığını koruyabilmesinin tek yolunun Ankara ile arasındaki bu onursuz iliÅŸkiye karşı çıkmak ve Kıbrıslılar arasında barışı savunmak olduÄŸunu söylüyordu. Ve bu ‘çok tehlikeli, milli davaya zararlı’ fikirleri topluma yaymakta olan ÅŸahıs, davanın avukatı Rauf Raif DenktaÅŸ’ın eski kalem müdürüydü! ArÅŸivi biliniyordu. Henüz ifÅŸa etmemiÅŸ olduÄŸu pek çok bilgiye sahip olduÄŸunu da en iyi onu sokak ortasında, Uzi makineli silahlarla kurÅŸunlatanlar bilmekteydi. Özel Harp Dairesi çeteleri ve yerli iÅŸbirlikçilerinin ayak izleri, Kutlu Adalı’nın katledildiÄŸi sokağın başında duruyor. Adalı’nın öldürülmesiyle birkaç kuÅŸ birlikte vurulmuÅŸtu o günlerde. Yurtsever güçlere sembolik bir hedef seçilerek gözdağı verilmek istenmiÅŸ, toplum sindirilmek istenmiÅŸ ve Adalı’nın makalelerinden, kimileri için potansiyel tehlike oluÅŸturan arÅŸivinden ve hatılarından kurtulunmak istenmiÅŸti.”
Not: Muhabirimiz Erem Kansoy’un Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili bu çalışması daha önce gazetemizde yayınlanmıştı.