Sosyal bilimlerde deney ve gözlem olanakları kısıtlıdır. Bu açıdan da sosyal bilimler temel bilimler kadar şanslı değildir. Toplumsal olaylar karmaşıklaştıkça, sosyal bilimler olayların nedenlerini saptamakta zorlanır.
Ekonomi sosyal bir bilimdir. Ekonomistler sosyal bilimlerin bu handikabını aşmak için ekonomik tahlillerinde temel bilimlerin tekniklerini yoğun şekilde kullanır. Bu anlayışın ekonomi tarihi alanındaki en önemli temsilcilerinden bir tanesi Douglas C. North’tur. North’un bu anlayışla yazılmış ‘Kantitatif Ekonomi Tarihi’ adlı ilk kitabı 1961 yılında yayınlandı ve North, ekonomiye yaptığı katkılarından dolayı 1993 yılında Nobel Ekonomi ödülünü kazandı.
Tükiye ve Kuzey Kıbrıs’ta olan biteni ortak bir çerçevede nasıl açıklayabilirim diye düşünürken aklıma Douglas North’un çalışmaları geldi. North’un çalışmalarından ortaya çıkan sonuç ülkeler arasında zenginlik farklarını açıklayan temel faktörün, kurumsal altyapının ne kadar sağlam olduğu. North’a göre, kurumsal altyapının iki bileşeni var: mülkiyet hakları ve devlet.
Mülkiyet hakları gelecekle ilgili belirsizliğin azaltılması ve dolayısıyla yatırım yapılabilir bir ortam yaratılması için kritik öneme sahip. Eğer bir ülkede yapılacak bir yatırıma devletin el koyma ihtimali varsa, o ülkede yatırımların artmasını beklemek naif bir yaklaşım olur.
North analizlerinde, kurumsal altyapının ikinci bileşeni olan devleti incelerken ise önemli bir ayrım yaparak, hukukun kurallarını belirleyen devlet ile o kuralları uygulayanlar arasındaki farka dikkat çeker. Kurallar önceden belirlenmiştir ancak kuralları uygulayan idareciler bu kuralları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışır. Bu da, sistem içerisinde sorunlara ve fakirliğe neden olur.
Şimdi, yukarıda çizdiğim bu çerçeveden bakarak, Türkiye’deki gelişmeleri analiz etmeye çalışalım. Son yıllarda Türkiye’de mülkiyet hakları konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor. Birçok özel şirkete el konuldu. Bunun yarattığı belirsizlik ve korku ortamı Türkiye’den yerel sermayenin yurtdışına kaçmasına neden oluyor. Bütün bunlar da haliyle yatırımlarda düşüşe yol açıyor.
Türkiye hükümetinin, devletin olanaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasının en son örneği ise kuşkusuz geçtiğimiz hafta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi ve Türkiye hükümetinin buna açık bir şekilde göz yummasıdır. Bu ve buna benzer olaylar devlete olan güvensizliğin artmasına neden oluyor. Vatandaş da kendini korumak için dövize yöneliyor, döviz bazlı mevduat hesaplarında artış yaşanıyor. Devlete olan güvensizlik arttıkça da Merkez Bankası’nın döviz rezervleri eriyor.
Bu kurumsal altyapıdaki çöküş, Türkiye’yi fakirleştiyor. Bu analizden çıkan sonuç, kurumsal altyapıdaki erozyon devam ettikçe fakirleşmenin de devam edeceğidir. Bu noktada bir not düşmekte fayda görüyorum. 2001 yılında yaşanan kriz Türkiye ekonomi tarihinin en büyük ekonomik kriziydi. Ancak o dönemde kurumsal altyapıdaki sorunlar, bugün yaşanmakta olan sorunlar kadar büyük değildi. Bu nedenle de şu anda yaşanan krizin ve etkilerinin, 2001 krizine göre çok daha derin olacığını öngörüyorum.
Simdi Kuzey Kıbrıs’a dönelim. Kuzey Kıbrıs’ta, kurumsal altyapının iki bileşeninde de sorun var. Kronik bir mülkiyet sorunu yaşanırken, etkin bir devlet anlayışından bahsetmek de mümkün değil. Kurum ve kurallar, hükümetlerin ve imtiyazlı grupların çıkarları doğrultusunda kullanılıyor. Bu durum 1974’ten beri böyle.
Mülkiyet sorununun çözümünün, ancak Kıbrıs sorununun çözümü ile mümkün olacağı açık. Kıbrıs sorununun çözümü için de öncellikli ‘ahbap çavuş’ devlet anlayışının ortadan kalkması gerek. Bu anlayışla yönetilen bir devletle, bırakın Kıbrıslı Rumları, dünyada halkını düşüşünen hiçbir devletin, ortaklık kurmak isteyeceğini sanmıyorum.
Peki devlet nasıl etkin hale getirilebilir? Bunun ilk koşulu bana göre Türkiye’den ekonomik ve siyasi açıdan bağımsızlığımızı kazanmak. Devlet yeniden organize edilmeli ve kurallar tekrar belirlenmeli. Hem idarecilerin hem halkın kurum ve kurallara saygı göstermesi ve uyması gerekir.
Yazının başında da açıklamaya çalıştığım gibi, mülkiyet sorunu özel sektörün gelişmesinin önünde ciddi bir engel. Nitekim, birçok cömert teşviğe rağmen özel sektör bir türlü gelişemiyor. Bu nedenle de, devletin ekonomi içersindeki payının artması gerek. Öncelik altyapı yatırımları olmalı.
Bir noktanın altını çizmem gerek; bütün bunları yaparken de amaç yeni bir KKTC yaratmak olmamalı, adanın tekrar birleşmesi olmalı.
Özetlemek gerekirse, hem Türkiye’de hem Kuzey Kıbrıs’ta yaşanan ekonomik sorunların temelinde kurumsal altyapıda yaşanan sorunlar olduğunu düşünüyorum ve Kuzey Kıbrıs’ta yaşanmakta olan ekonomik krizin Türkiye’den ithal bir kriz olduğu görüşüne katılmıyorum. Türkiye’deki kriz sadece tetikleyicidir ve Kuzey Kıbrıs ekonomisindeki temel sorunların su yüzüne çıkmasına yol açıyor. Sorunların aşılması ancak kurumsal altyapıdaki dönüşümün gerçekleştirilmesi ile mümkün olacaktır.