Avrupa Parlamentosu üyesi Niyazi Kızılyürek ile gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ikinci kısmında, AB’nin geleceği, Brexit, Suriye savaşı, Kürtlerin pozisyonu, Katalonya’daki bağımsızlık hareketi ve ulus devletler üzerine konuştuk…
Röportaj: Hasan Yıkıcı
Kızılyürek: “Türkiye tam da buradan devreye giriyor ve kürtler “Suriye’de otonom bölge olamazlar” diyerek aslında Suriye’ye kürt karşıtı bir savaş başlatıyor. Üstelik bu kürt karşıtı savaşı da Türkiye başka alanlarda geri adım atarak yapıyor. Yani Esad rejimini kabul ederek…Şimdi burada çok gerilere düşüldü. Ve bu gerilemenin yarattığı saldırganlığın yoğunlaştığı tek yer kürtler oldu.”
“AB Türkiye ilişkileri artık o kadar dondurulmuş bir noktadaki AB’in kurum olarak Türkiye’ye yaptırım yapması söz konusu değildir. Bir takım kınama veya ambargolardan söz edilse bile aslında fiilen bir durum yok…”
“Erdoğan, Trump, Putin, Johnson’a baktığımızda çok ortak noktalarını görebilirsiniz aslında. Hepsinde ön plana çıkan ortak noktalarından biri erkeklik mesela.”
“Parlamentoda gördüğüm en büyük yapısal sorunlardan bir tanesi tam da bu. Özellikle AP’da bile şu çarpık yapının her boyutunu görüyorsunuz. Sizi milli bir ortamda seçiyorlar. Ama siz ulus ötesi bir kurum oran AP’desiniz. Ama parlamenterlerin çoğu orada görev yaparken hala kendi ulusuna konuşarak görev yapıyor. Bir kez daha seçilmesi için o seçmene hitap ediyor. Dolayısıyla bu yapı da ulus ötesine geçebilmeyi sabote eden bir çarpıklıktır.”
“İkincisi ben etnik ve milli meselelerin ayrı devletler kurarak çözüleceğine inanmıyorum. Bunu Kürtler için de Kıbrıslı Türkler için de öyle düşünüyorum. Bu sorunları yaşayan ülkelerdeki devletlerin demokratikleşmesini çok daha fazla önemsiyorum. Çünkü her ayrılma yeni bir milli sorun yaratma potansiyeline sahiptir. Ulus devletler içinde kalarak milli meseleleri çözemezsiniz. Ya da başka bir ulus devlet yaparak yine çözemezsiniz.“
Kızılyürek’in sorularımıza verdiği cevaplar:
Kürtler için kabul edilemez bir durum… Kazanan Rusya oldu
“Bu meseleyi son derece basit ve insani bir soru sorarak ele almak istiyorum. Kürt halkı diye bir halk var mıdır? Varsa -ki vardır- bu halkın hakları ne olabilir* Fazla kafa karışıklığına neden olmadan, büyük jeopolitik lakırdılar etmeden yanıtlamamız gereken soru budur. Kürt halkı 4 ülkeye parçalanmış, Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da yaşayan ve yıllardan beri haklarını elde etmeye çalışan bir halktır.
Kürtlerin, haklı talepleri ne olabilir sorusuna baktığımız zaman, bir bütün azınlıkların hakları olan kültürel ve yerel özerklikten başlayabiliriz. Ta self-determinasyon hakkına kadar gideriz. Bu geniş yelpazede Kürtlerin hakları olabilir. Biliyoruz Türkiye kürtleri şu an itibariyle resmi tez olarak demokratik özerklik prensibini ortaya çıkarttılar ve özerklik talep ediyorlar.
Türkiye devleti çok yakın tarihe kadar kürtlerin varlığını inkar eden ve kürtler var mı sorusuna hayır yanıtını veren bir ülke idi. Osmanlı imparatorluğu döneminde binlerce metinde Kürdistan adı geçerken Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bu kavrama rastlayamazsınız. Bu halkın varlığının inkarı çok uzun yıllar devam etti. Ama sonunda kürt halkı görünür olmayı başardı ve varlığını kabul ettirdi. Varlığını kabul ettiren bu halk haklarına kavuşmayı bekliyor. Türkiye’de olduğu gibi Suriye için de geçerlidir. Esad rejiminin hışmına uğramış bir halktan söz ediyoruz. Ve Suriye’de son yıllarda Arap baharı ile yaşanan gelişmeler Suriye kürtlerine bir özerk bölge elde etmelerini ve özerkliğe kavuşma imkanı sundu. Suriye ve etrafındaki jeopolitik oyunlar da buna müsade etti.
Türkiye tam da buradan devreye giriyor ve kürtler “Suriye’de otonom bölge olamazlar” diyerek aslında Suriye’ye kürt karşıtı bir savaş başlatıyor. Üstelik bu kürt karşıtı savaşı da Türkiye başka alanlarda geri adım atarak yapıyor. Yani Esad rejimini kabul ederek…Şimdi burada çok gerilere düşüldü. Ve bu gerilemenin yarattığı saldırganlığın yoğunlaştığı tek yer kürtler oldu.
Bir bakıma Rusya’ya ve Esad’a yaklaşıldı ve kürtleri ‘dövme’ hakkı elde edildi.
Bunun hiçbir şekilde ne uluslararası hukuk ile ne bir halkın hakları ile hiçbir alakası olmayan bir tavırdır. Dünyanın hiçbir tarafından da destek gelmedi.
Rusya bu oyunda kazanan taraftır. Çünkü Türkiye’nin saldırısı ile birlikte kürtlerin ister istemez Esad rejimine yakınlaşacağını ve ellerini zayıflatacağını biliyordu, nitekim de öyle oldu.
Nereden bakarsanız bakın bu durum kürtler açısından kabul edilemez bir durumdur.”

AB’nin tavrı sanıldığı gibi sert olmadı
“AB’nin olay karşısındaki tavrı zannedildiği gibi sert bir tavır olmadı. AB bir ulus devletlerden oluşan konfederasyondur. Ve üye devletler milli-ekonomik çıkarlarına sahipler. Öyle olunca da türkiyeye karşı silah ambargosu konuşuluyor ama gelecekteki ambargo konuşuluyor. Hali hazırda yapılmış anlaşmalar ve satışlar devam ediyor. Dolayısıyla Avrupa devletlerinden sert bir kınama veya yaptırım gelmiyor. AB Türkiye ilişkileri artık o kadar dondurulmuş bir noktadaki AB’in kurum olarak Türkiye’ye yaptırım yapması söz konusu değildir. Bir takım kınama veya ambargolardan söz edilse bile aslında fiilen bir durum yok…”
ABD ağırlığı uzak Asya’ya verece
“Bence ABD artık ortadağdan çekilip ağırlığını atık uzak asyaya verecek. Bölge biraz Rusya’nın tekeline bırakılmış. Bu konjonktür Kürtler açısından son derece negatif bir konjonktür olmuştur.”
“Eğer dünyada Trump olursa, Borris Jonson da olur”
“Acı verici bir durum söz konusu, artık Brexit de inandırıcılığını kaybetmiş durumda. Eğer dünyada Trump olursa, Boris Johnson da olur. Hakikat ötesi bir dönemdeyiz artık. Burada duygularla ahaliyi uyalayan, duygusal bir takım çıkışlarla, gönülleri okşayan popülist siyasetçilerin dönemindeyiz aslında.
Erdoğan, Trump, Putin, Johnson’a baktığımızda çok ortak noktalarını görebilirsiniz aslında. Hepsinde ön plana çıkan ortak noktalarından biri erkeklik mesela.”
AB’nin geleceği tartışılmıyor
“AB geleceği ile ilgili çok şeyler konuşulmuyor. AB’nin reforma ihtiyacı olduğunu dillendiren farklı farklı gruplar vardır. Mesela Macron gibi. En son AB merkez bankası eski başkanı görevini iade ederken Avrupa’nın daha çok siyasi birliğe ihtiyacı olduğunu, daha Avrupalı bir birliğe ihtiyaç olduğunu söyledi. Katılıyorum ama bu alandaki arayışlar çok sınırlı kalıyor. Avrupa kurulduğu yapısını hala koruyor. Nedir bu yapı? Konfederal çatı ve üye devletler. Ve bu üye devletler ortak yarar için çalışırlar. İç piyasanın bütünleşmiş olmasından dolayı bir takım ortak yararlar ediniyorlar. Ama federalleşmeye, siyasi bir AB’ye bir tür Avrupa Cumhuriyeti’ne gidecekmiş gibi bir yere geçmekte hala imtina ediliyor.”
Ulus devlet aşılamadı
“Avrupa’da ciddi oranda milliyetçilik var, Avrupai bilincinin çok derinlere kök salmadığını görüyorsunuz. Kendini avrupalı olarak tanımlayan insan sayısı bazı ülkelerde %3, bazı ülkelerde %4, en fazla oran %10’a yakın. Ulus devlet algısı bir yandan ulus devlet egoizmi bir yanda, bunlar aşılamadı.
Parlamentoda gördüğüm en büyük yapısal sorunlardan bir tanesi tam da bu. Özellikle AP’da bile şu çarpık yapının her boyutunu görüyorsunuz. Sizi milli bir ortamda seçiyorlar. Ama siz ulus ötesi bir kurum oran AP’desiniz. Ama parlamenterlerin çoğu orada görev yaparken hala kendi ulusuna konuşarak görev yapıyor. Bir kez daha seçilmesi için o seçmene hitap ediyor. Bir Macaristanlı Macaristan’a konuşarak, bir Polonyalı Polonyalı’ya konuşarak iş yapıyor. Dolayısıyla bu yapı da ulus ötesine geçebilmeyi sabote eden bir çarpıklıktır.”
“En büyük kazanım savaş yapmayı unutan uluslar haline dönüşmesi”
“O bakımdan AB’nin belki en büyük kazanımı artık savaş yapmayı unutan uluslar olmasıdır. Kalıcı bir barışa ulaşılmıştır. Ama AB burada uzun zaman duramayacaktır. Bir tarafta federalleşen Avrupa isteyenler var, bir tarafta bölgelerden oluşan bir Avrupa isteyenler var. Yani ulusu aşan ama bölgelerin birliğinden oluşan bir AB savunanlar var ama bütün bunlar belli bir entellektüel çevre içinde yapılan tartışmalardır. Genelde bu federalleşmeye yönelik bir adım yok. Çünkü bu konfederal yapı her ulusun işine geliyor aynı zamanda.”
Katalonya: Tamamen ekonomik milliyetçilik
“İspanya hükümetinin yaptıklarını benimsememekle beraber karşı karşıua olduğumuz durumun tuhaf bir ekonomik milliyetçilik olduğunu söyleyebilirim.
Dünyada ayrılıkçı haraketlere baktığımız zaman iki nokta görüyorsunuz. Çok az gelişmişse bir bölge ayrılmaya yönelir veya diğer yandan çok fazla gelişmişse de ayrılmaya yönelir. Bu ikincisi ekonomik milliyetçilikten kaynaklanan bir durumdur ve bunun aslında hiçbir şekilde bir dayanağı da yoktur. Çünkü Katalonya Franko’nun ölümünden sonra İspanya’nın uyguladığı politikalara baktığız zaman bir bölgesel otonomi etrafında örgütlenmiştir. Ve Franko rejimindeki baskıların hepsi ortadan kalmıştır. Bir katalan katalan kimliği ile yaşıyor. Kendi bölgesinde ve kendi hükümetine sahip olarak yaşıyor. Dolayısıyla en ufak bir baskıdan söz edemeyiz. Bölge olduğu gibi bir ayrılma cinneti geçirmektedir. Bu tamamen ekonomik refahtan kaynaklı paylaşmak istemeyen bir eğilimdir.”
Etnik ve milli meseleler ulus devlet kurarak çözülmez
İkincisi ben etnik ve milli meselelerin ayrı devletler kurarak çözüleceğine inanmıyorum. Bunu Kürtler için de Kıbrıslı Türkler için de öyle düşünüyorum. Bu sorunları yaşayan ülkelerdeki devletlerin demokratikleşmesini çok daha fazla önemsiyorum. Çünkü her ayrılma yeni bir milli sorun yaratma potansiyeline sahiptir. Ulus devletler içinde kalarak milli meseleleri çözemezsiniz. Ya da başka bir ulus devlet yaparak yine çözemezsiniz.
Katalanlara geri dönecek olursak; eğer bölgesellik politikası yeterli gelmiyorsa Katalanlar’a; federalleşme önerilebilir. Ama bu ayrılma; AB içindeyken; hem de ortak bir ekonomik havza içinde yer alıyorken; ayrı bir pazar olmak istiyorsunuz, bu bana çok mantıklı gelmiyor.”
“Ulus devletin yıpranmasından kaynaklı tepkiler var”
“Ulus devletin aşılması iradi bir mesele olmaktan çıkmıştır. Globalleşmeyle birlikte, ortak ekonomik alanlarla birlikte aslında ulus devlet 19.yy’daki anlamını yitirmiştir. Ancak varlığını hala sürdürüyor.
Ulus devlet eski tek başına egemenlik icra eden bir yerde değil. Tek başınıza savaş kararı bile alamıyorunuz. Ama kendini hala milliyetçilik üzerinden koruyor. Ulus devletin meşruiyeti yurttaşlardan geliyor. Yurttaşlar da milli bir kimlik içinde yaşıyorlar.
Tam da ulus devletin yıpranmasından kaynaklı tepkiler var. Burada iki türlü tepki ile karşı karşıyayız. Bu ikisi de tuhaf bir biçimde ideolojik olarak çok farklı olmakla birlikte ulus devleti koruyor.
Bir tanesi sağdan gelen tepkidir. Kimlik kaybı üzerinden politika yapar sağ. Küreselleşmenin yarttığı kaybı kültür kaybı olarak okur ve kimliği korumak için milliyetçiliği ön plana çıkartır.
Sol ise küreselleşmenin yarttığı ekonomik sömrürüye dikkat çekerek itiraz eder. Dolayısıyla soldan ve sağdan da bir noktada tıkanma ve ulus devlet noktasında kenetlenme söz konusudur.
AB’de ABD’den farklı olarak ulus devletlerin tarihsel bagajları var. Çok daha köklü devletlerdir Avrupa devletleri. Dolayısıyla süreç burada daha yavaş işleyecek.”