“Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış bile olsa, tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur”
Maya Angelou
Beyaz boş bir sayfaya uzun uzun bakıp da nerden başlayacağını bilemiyorsan, kimbilir belki de tam da ordan başlanmalı. Son dönemlerde hem dünya genelinde, hem de Kıbrıs özelinde yaşananlara bakarak en son söyleyeceğimi birde en başta söylemek istiyorum. İyi değilim, iyi değiliz görünen o ki uzun süre de iyi olmayacağız.
Savaşların sona ermediği, doğa yıkımının hızla yükseldiği, kötülüklerin elini kolunu nereye koyacağını bilmeden gelişi güzel sağa sola sallayarak kol gezdiği, ekonominin saniyeler içinde yerle yeksan olduğu bu zaman diliminde şimdi anlatacaklarım konuşamayan kadın hikayelerine dair olacak. Biri yakın zamanda vuku bulmuş, bir diğeri zaman dilimi uyarınca uzun zaman önce, anı tutucusu akıl uyarınca ise toplanıp akla düştüğünden beri her daim şimdide.
Şimdilik isim vermeyip ayrıntıya girmeyeceğim çünkü olayı yaşayan kadınlar ve çevresi, kadınların daha da zarar görmeyeceklerine inandıkları için olayın dillenmesini istemiyorlar. Bir nevi erkeklerin kurgulayarak kurduğu düzen içinde gard almak, sessizce var olmaya çalışıp, yaşama tutunmak gibi. Susuyorlar çünkü uğradıkları zararla başa çıkma yöntemi bulamazken sistem tarafından bir kez daha öncelikli cezalandırılarak, hayat boyu müebbete mahkum edilecekleri, bu yükü omuzlarında tek başına taşımak zorunda bırakılacakları, altı çizilerek doğdukları günden öğretilmiş ve yaşamları boyunca da bunu deneyimleyip durmuşlar.
Güvenlikli alanlarda duranlar kendi çemberlerinden her olayın normali ve doğrusunu dolu ağızlardan büyük harflerle haykırabilirler. Oysa ulu orta her konuda atıp, tutup hiç susmayanlara inat işin aslı anlatacakları olanlar ya da anlatması gerekenler toplum normalleri ya da toplum ahlakı tarafından susmaya mahkum edilmiş durumdadır. Herkesin konuşması toplum genelininde, düzeninde işine gelmez. Sistemin çarklarından birini tersine çevirmeye kalkarsanız, tüm sisteminin zarar görmesinden korkanlar biraraya gelerek sakince çarkı ellerine alıp tek elleriyle de sizi sistemin dışına sürerler. Hem sistemden şikayet edip hem de sistemin parçası olmaya devam etmek ise sıklıkla rastladığımız yaygın bir durum. Bu durumda sanırım en azından azıcık susarak, konuşmayanların çığlık çığlığa sessizliği içinde herkes kendine düşen payla ne yapacağına bir bakmalı. Adalet dağıttığını savunanlardan, bir toplumun geleceğini yönlendirdiğini, inşa ettiğini, asayişi sağladığını iddia edenlere, basına, yazarından, çizerine, konu komşudan, dost meclislerine sözcüklerin gücünü elinde tutarken, sistem içinde susmak zorunda kalmayan herkes önce bir kendine bakmalı sonra susup sessizliği dinlemeli.
Kendinden olan herkesi “iyi” sayan, zararın sadece “ötekinden” geleceğine inanan Kıbrıslı Türk toplumunun genel kanısına inat anlatacağım her iki olayda da failler Kıbrıslı Türk. “İyi” aile mensupları, “iyi” giyinip, “iyi” mekanlarda, “iyi” para harcayan, hatırı sayılır derece “iyi” çevreleri olan, “iyi” arabalar kullanan, “iyi” elli, “iyi” yüzlü, “iyi” sayıda sevgilileri olmuş ve “iyi” hayatlar yaşayan “iyi” insanlar. İlginçtir ya da değildir bahsi geçen failler ada koşullarında aynı gelenekçi siyasi parti altında atıp tutan, sistemden nemalanan, “büyük” siyasiler yanında kol gezip, poz verip, boy gösterenlerden. Nereye elini atsan bir tanesine çarpacağın Kıbrıs’ın kuzeyinde bu kadar genelleme ile kimseyi zan altında bıraktığımı düşünmüyorum. Öncelikle zanlı kendini bilir, sonrasında ise aklınıza şüphe düşürecek herkese ise işin aslı bir daha bakmakta zaten büyük fayda var. Gerçek iyi zan altında kalmaz, şüphe uyandırmaz. Herkes de iyi olamaz zaten. İyi insan olmak emek ister, fedakarlık ister, çaba ister, mücadele ister, geniş bir bakış açısı ile çokça yakında dururken mesafe alabilmeyi ister, hiçbir şeyin saf iyi ya da kötü olamayacağını görüpte inatla direnme ister, farklılığı, ayrıntıyı bilip de eşit ve adaletli durmayı ister yani ister de ister, “iyi” olmak, öyle kuru bir “iyidir” lafına bakmaz.
Her iki olayda da birlikte eğlenceye gittikleri, yanlarında ki genç yirmili yaşların başında olan kadın arkadaşlarına gece sonu gözünü kırpmadan tecavüz eden, bunu kendinde hak görüp, ertesi gün “iyi” hayatlarına kaldıkları yerden devam eden “iyi” durumdaki “iyi” erkeklerden bahsediyorum. Kadın büyük bir suskunluk içinde yaşadığı ile başbaşa kalırken, olayı büyütmeyip, konforunu bozmayan, kalabalıklarda “iyi” olmaya devam eden erkekler. Şikayet edilmeyeceğinin güveniyle ortamlarda boy göstermeye devam eden bu insancıkların genel porterelerine baktığımız zaman erkekliğin konformizminden yararlandıkları aşikar, gözümüze soktukları bir yaşamları olduğunu görmek zor da değil aslında. Kadını ikinci sınıf kabul edip, sadece cinsel meta olarak gördüklerini belirtecek bir çok tutuma sahipler. İşin aslı katil olmak gibi tecavüzcü olmak da an meselesidir. Hayatınızı yaşarken kadını kendinden aşağıda gören, fantezi meselesi yapan, dost olamayan, kadının cinselliğini kabul etmeyen skorcu diyebileceğimiz, kendini penisinden ibaret gören, kadınlarla yaşadığı ilişki biçimini sayılarla ifade eden erkeklerin gözleri, kulakları, duyguları ve akıl melakeleri kadınlara kapalıdır. Durum böyle olduğundan kadınların kendilerini istenmediklerini anlamaz, hayır sözcüğünü duymazlar. Hedefe kilitlenmiş hislerle hareket ederler, kadını yok sayarlar. Bugün kıçınıza bakar, arkanızdan laf atarlar, dost meclislerinde rakı yanına meze yapıp, afilli sözcüklerle av muamlesi yaparlar yarın ise işte o bir an bir anda tecavüzcü olurlar. Tabii ki bu ve benzeri şekillerde tavır sergileyen herkes katil olmadığı gibi günün sonunda tecavüzcü de değildir. Ama bir şiddet kültürünün doğrudan devam ettiricisidir. Bir masada oturup da örneğin hem Özgecan’ın katilini eleştirip lanetler yağdırıp, hem de herhangi bir kadının haberi olmadan kayda alınmış bir videosunu izleyemezsiniz. Taraf olmak zorundasınız. Ya “iyi” olmak için direnip, eşitlikten yana olacaksınız ya da “iyi” görümlü olsun ya da olamasın tecavüzcüden yana.
Çocukları tecavüze uğramış, cinsel şiddet mağduru olmuş ailelere gelince insanın çaresiz hissetiği, akla konduramayıp, başa çıkma yolu bulamadığı bir durum olduğu su götürmez bir gerçek. Ama bir gerçek daha var ki kimse dur demediği müddetçe bu şiddet biçimi yaşam kıyılarımıza vurmaya devam edecek. Bir çok çocuk daha umarsızca başa çıkılamaz sert darbeler alarak konuşamayacak. Sistem erkekçe sürüp gidereken, konuşamadığıyla kalanlar kendilerini suçlayacak. İsmi bilinmezse, yaşananlar açık edilmezse sırf sözü edilmediğinden, kimse konuşmadığından yaşananlar unutulup gitmeyecek. Etrafımız yaşamı boyunca konuşamadığı sözcüklerden, anlatamadıklarından ibaret bir hapishaneye mahkum edilmiş, uğradığı şiddet ve hak gaspının hesabını soramamış, mücadelesini verememiş biri olarak hep aklında, yüreğinde, kucağında taşıyacak çocuklarla dolacak. Bizler sustuğumuzla, yaşadığımız arasında gelip giderken meydan boş olduğundan çokça şiddetle dolacak.
Tüm bunlardan sonra insanlık olarak geldiğimiz tüketen, saldıran, umarsızca yaşayan, hor gören, harman savuran, empati yoksunu, anlık yaşam modeline bakınca başta da söylediğim gibi iyi değilim, iyi de olmayacağım. Şu tutunmaya çalıştığımız hayatı amalarla, sözde iyliklerle, ezbere cümleler, evrene gönderilen kalıp olumlamalar ya da oluşturulan irili ufaklı gettolarla çemberin dışına çıkarak yaşamayacağımız aşikar. Mesela hayat bir gün falan o da bugün değil. Hayat geleceği düşünerek, toplu yaşamlarda anları topluca bütüne yayabilmeyi başarırken “ötekini” görmezden değil görmekten gelmektir. Günün sonunda erkeklerin dünyasında hayata tutunmaya çalışmaktan iyi değilim, şu yaşananlardan dolayı boğazımda düğüm düğüm olmuş isimlerin verdiği sıkıntıdan iyi değilim, siz de olmayın.
Ve hiç unutmayın kimse kendiliğinden, sahip olduğu göreceli malk, mülk, mevki, sosyal statü, fiziksel durum iki parça kumaş, iki afilli duyar kasar facebook sözcüğü ile “iyi” olmaz, olamaz. Ama içimde bir yerde hala biliyorum ki tüm bunlara inat susmayıp birlikte mücadele edersek, “iyi” olmak için direnirsek, toplu yaşama geçemeyen kişisel gelişim safsatalarına inat birleşip, dayanışma gösterirsek, yaşamın kıyılarının bizden sorulacağı günler uzakta olamaz.
Bu aralar sosyal medyada Şeyh Edebi’ye ait olduğu söylenen bir cümleye sık rastlar oldum, şu aralar en çok ihtiyacımız olan sözcüklerin yan yana gelmiş hali diyebilirim; “iyi insana rast gelesin”. Ne güzel söylemiş, öyle ise sen de tüm kötülüklere inat “iyi” olmak için direnen her kimsen iyi olasın, iyi olalım, iyi insana rast gelesin, iyi insanlara rast gelelim.
foto: Oleg Oprisco