Geçtiğimizi cumartesi gecesi her zaman olduğu gibi vakit geçirmek için Mağusa kale içine gitmeye karar verdim. Önce bir arkadaşımla Salamis Yolunda bir restoranda yemek yedik. Ardından ise sıkça uğradığım Aygün Akşan’ın barına doğru yola koyulduk. Biraz bir şeyler içer, müzik dinler, belki uzun zamandır görmediğim birkaç dostumla karşılaşır sohbet ederdim. Özetle sıradan, sakin bir gece olacaktı.
Bu sakinlik ve durağanlık, top sahasından kale içine girmemiz garip bir hal almaya başladı. Önce polis teşkilatının tutuklu olarak yargılanmakta olup ceza evinde tutulan zanlıları mahkemeye nakil işleminde kullandığı büyük van aracı gördüm. Garipsedim ama bir anlam da veremedim. Ardından ise Mağusa Türk Gücü kulübünün önünde kontrol yapan polisleri gördüm. Uzaktaydım halen. Yaklaşıncaya kadar bu kontrol da olağan bir şeydi benim için, burada devamlı suretle polis duruyordu zaten. Polis grubuna yaklaştığımızda ise arkadaşımın “Polisle, asker birlikte kontrol yapıyor” söylemi ile olağanlık benim için yavaş yavaş dağılmaya başladı. Kamuflaj giyimli kişilerin asker olmadığını, polis teşkilatının “çevik birlik” biriminden olduğunu arkadaşıma aktardım. “Peki ama neden makineli silah taşıyorlar?” sorusuna ise hiçbir cevabım yoktu. Çünkü ayni soru benim de kafamda yankılanıyordu. Çünkü Mağusa kale içi özellikle hafta sonları her yaş grubundan insanın eğlenmeye, yemek yemeye ve güzel vakit geçirmeye gittiği bir yerdi. Otomatik silahlar nerden çıkmıştı. Gecenin devamında karşılaştığım birkaç tanıdıkla ayak üstü bu olayı konuştuk ve kimisi ile de tedirginliğimizi paylaştık. Yapılanın “Huzur operasyonu” olduğunu dile getirenler oldu. “Rutinmiş be gardaş, artık böyle olaakmış” diyenler de oldu. Benim hayat rutinimde otomatik silahlar yoktu oysa.
Pazartesi günü ise gazeteleri açtığımda “Huzur operasyonu””nun detaylarını okuma fırsatı buldum. Okuduklarımdan konu operasyonun maksadının, ülkede yasal statüsü bulunmayan kişileri tespit etmek için olduğunu anladım. Yani makul bir gerekçesi vardı bu operasyonun. Bir ihtiyaca hizmet ediyordu. Desteklemek, takdir etmek lazım. Ama maksadını takdir etmek lazım, yöntemini değil. Okumuş olduğum haberlerin detayında, yanında kimlik taşımayan kişileri polis karakoluna taşındığı falan da yazıyordu, huzur veriyordu operasyon anlayacağınız. Daha da trajik olan ise otomatik silahlı birlikleri görüp, panikleyerek kaçan Afrikalı bir öğrencinin, sonradan silahlı çevik birlikler önünde elleri havada fotoğraf karesine girmiş olması. Öğrenci neden kaçtığına ilişkin soruya vermiş olduğu izahatta ise “ülkesi Nijerya’da devam eden BokoHaram’a karşı savaşı gerekçe göstererek silahlardan korktuğu” belirtmiş. Öyle yazıyordu haberlerde. Yani çocuk korkmuştu, bu kadar basit. Nitekim silah taşımayan kişilerin tespiti için, otomatik silahlarla gözdağı verilecek diye biz yerleşiklere de, öğrencilere de huzursuzluk verildi işte.
22 kişi aleyhine de ülkede yasal statüleri bulunmadığı yani kaçak oldukları için işlem başlatılmış. Bu kişilerin üzerinden ise 3 adet bazuka, 4 adet içi zangalak ve zeytin dolu tesisat borusu, 2 adet s900 füzesi, 1 adet sapan ve 1 adet de napalm bombası çıkmış. Şaka yapıyorum tabi ki…
Şimdi geldiğimiz bu noktada yerleşiklerin huzursuz olmasına değinmenin abesle iştigal olduğunu yaşanmış tecrübelerimle kabullenmiş olduğumu varsayalım. Temel hak ve özgürlüklerin ne olduğu, sivil bir toplumun ve sivil bir hukuk devletinin(?) gereği olarak silah taşıma yetkisine sahip kolluk kuvvetlerince bu yetkinin silahların gözümüze sokulması suretiyle kullanılmaması gerektiği, aksine bu silahların gözümüze sokulmasının huzursuzluk yaratacağına falan da değinmeyeceğim (Olağanüstü haller ise başka bir roman, zaten mevcut durum da, bu değil). Yukarıda belirttiğim kavramlar “su sıfır derecede kaynar” gibi kavramlar benim için, ancak yönetenler nezdinde anlamsız kalıyor zaman zaman belli ki. Dinlenmiyor işte. “Güvenliğimiz” diye başlayan homurtular ve sanki bizler güvenlik istemiyormuşuz gibi devam eden tartışmalara evriliyor. Belki daha anlaşılır olur diye otomatik silahlarla yapılan “huzur operasyonu”nu tüm bu belirtiğim insancıl ve özgürlükçü kavramlar yerine, kurulmuş olan ekonomik düzen üzerinden resmedeceğim. Belki kişi özgürlükleri değil ekonomi daha değerli bulunur.
Kıbrıs Türk toplumunun uluslararası anlamda “tanınamama” sorunu, yönetenleri ekonomik plan ve yapılanma biçimde de planlı veya plansız şekilde farklı arayışlara itmiş ve adanın kuzeyin “tanınamama”’ya uygun bir ekonomik düzen oluşmasına sebep olmuştur. Bu ekonomik düzen içerisinde Turizm, İnşaat ve Yükseköğretim sektörleri ise lokomotif konumuna yerleşmiştir. Turizm sektörü tanınamama sorunundan dolayı potansiyeline ulaşamıyor muhakkak. Yine de ekonomide ciddi bir payı var. İnşaat sektöründeki planlılığı ise gündemdeki emirname tartışmalarından değerlendirmek mümkün. Bu yazıda oralara girmeye gerek yok. Bilgi sahibi olmadığım Turizm sektörüne ilişkin de büyük laflar etmeyeceğim. Yükseköğretim ise bir Yükseköğretim kurumunda çalışıyor olmam sebebi ile az çok bilgi sahibi olduğum, gerek çeşitli Yükseköğretim kurumlarını yönetenlerin, gerekse de bu Yükseköğretim kurumlarında okuyan birçok farklı ülkeden gelen öğrencilerin çeşitli sorunları ile muhatap olduğum ve zaman zaman da bu sorunlara çözümler üretmeye çaba gösterdiğim bir alan.
Yükseköğretim sektörünü değerlendirdiğimizde, bu sektörün adanın kuzeyinde özellikle ülkeyi yönetenler nezdinde ekonomik bir model olarak ele alındığı yadsınamaz bir gerçeklik. Her bir Üniversitenin bu maksatla kurulduğu ya da bu maksatla yönetildiğini söylemek çok genelleyici bir yaklaşım olur. Mutlaka bilim üreten içinde yaşadığı toplumun sorunlarına katkı koyan, kaliteye önem veren Üniversiteler de vardır. Ancak tablonun bütünü, Yükseköğretim sektörünü ekonomik model olarak nitelendirmek durumunda bırakıyor. Bu sektörün bir ayağından Özel Üniversiteler var. Bu Özel Üniversiteler kar amacı güden şirketlerdir ve bu kar amacına ilaveten ülke ekonomisini de katkı da bulunmaları öngörülmektedir. Başka ülkelerden gelen öğrencilerin ülkede para harcamaları öngörüsü, istihdam sağlayacak olmaları ve karları oranında çeşitli vergiler vererek (teoride) ekonomiye canlılık katacak olmaları vb. sebepler ile bu gibi özel şirketlere Üniversite açma izinleri verilmektedir. Mevcut durumda öğretime başlamış takriben 13 adet (ön izin verilenler hariç) Özel Üniversite bulunmaktadır. Bu Üniversite açma izinleri bu toplumu yönetenler tarafından verildi. Dolayısı bir öngörülerinin olduğunu kabul etmek durumundayım. En azından bu öngörülerde bir etkenin de, bahsetmiş olduğum ülke ekonomisine katkı sağlama olasılığı olduğunu düşünüyorum. Lefke Avrupa ve Doğu Akdeniz gibi kamu tüzel kişilikleri ise kar paylaşımı yapmasalar dahi faaliyet gösterdikleri bölgelerde istihdam olanakları sağlamaları ve yurt dışından gelen öğrencilerin ülke ekonomisine dışarıdan döviz girdisi sağlama vb. gibi ülke ekonomisine katkıda bulunmaktadır. İtü ve Odtü Kktc kampüsleri de yapıları itibari ile Lefke ve Doğu Akdeniz kısmen benzeşen örnekler.
Yukarıda bahsetmiş olduğum bu Yükseköğretim kurumlarının gelir elde edip, faaliyetlerini sürdürebilmelerinin tek şartı var; “ÖĞRENCİ”. Evet bu Yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerini devam edebilmeleri için öğrencilerinin adamıza gelip, bu Yükseköğretim kurumlarına öğrenim harcı vermesi gerekli. Bu sebeple toplum nezdinde Yükseköğrenim kurumlarının kredibilitesi de öğrenci sayısı üzerinden şekilleniyor. Peki kimler bu Yükseköğrenim kurumlarında öğrenim görmek için adamıza geliyor? Her bir Yükseköğretim kurumunda değişkenlik göstermekle birlikte bu kurumların öğrenci profili kabaca; 5/1 KKTC, 5/2 TC ve 5/2 diğer ülkelerden oluşmakta (İtü ve Odtü hariç, Tc’den gelen öğrenci oranı yüksek).
Özellikle değinmek istediğim kısım ise 5/2 nüfusu sahip olarak ifade ettiğim KKTC ve TC hariç ülkelerden gelen öğrenciler (TC’de güvenlik algısı distopik roman, o sebeple pas geçiyorum). Bu öğrenicilerin büyük bir kısmı, yine adamıza yakın sayılacak Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın çeşitli ülkelerinden adamıza geliyorlar. Hangi sebeplerle bu adayı tercih ettikleri ise çok önemli bir soru, elimde istatistiki bilgiler yok. Ancak çeşitli ülkelerden gelen öğrenciler ile zaman zaman yüz yüze konuşuyor olmanın vermiş olduğu bazı izlenimlerim var. Öğrencilerin bu adayı tercih etmelerinin sebebini tek bir faktöre indirgemek elbette ki mümkün değil. Ancak adamız, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin sıcak çatışma geçmişi-şimdisi ve geleceğine oranla, sıcak çatışmanın yaşanmamakta olduğu ve güvenli sayılabilecek bir yer olması tercih yapan öğrenciler ve aileler üzerinde ciddi bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Adını koymak lazım, adadaki üniversiteleri tercih sebepleri çeşitlilik gösterebilir, ancak her sebebin yanında “adanın güvenli olması” ve “sıcak çatışma olmayışı” da mutlaka yerini alır. Silahların kol gezdiği bir ülkede kim eğitim görmeyi tercih eder ki?
Yükseköğretim kurumlarına kısa bir bakış attığımıza göre elleri havada, otomatik silahlı polis önünde yere eğilmiş öğrencimize geri dönecek olursak. Çok muazzam bir manzara, yine doğru yolda ilerliyoruz, deyip yazıyı bırakmak geliyor içimden…
Yerleşiklerin hassasiyetlerini dikkate almıyorsunuz bunu biliyoruz da, bari eğri gemi doğru sefer kurulmuş olan ve halen bu şekilde yapılanmaya da devam eden bu Yükseköğretim sektörünü dikkate alın bari. Sokaklarında otomatik silahlarla devriyelerin yapıldığı bir adaya öğrenciler niye gelsin. Öğrenci olmadan bu Üniversiteler ayakta kalamaz. Muhtemelen bir seyahat rehberi de konuyu değerlendirse, sokaklarda otomatik silahla devriye yapılan yere turist niye gelsin diyecektir herhalde.
Gelinen noktada güfte ile beste bir birini tutmuyor. Doğru veya yanlış bir sistem kurulmuş ancak bu sistemin bozulması için yine sistemi kuranlarca bilinçsizce çaba gösteriliyor. Garip, bilmesem polisin hükümete bağlı olmadığını düşüneceğim.
Yasal ikametgâh izni olmayan, öğrenci olmayan veya çalışma izni olmayan kişilerin adamızda bulunuyor olduğu bir gerçek. Bu gerçek ise kaçak iş gücü ve güvenlik bakımından da sorunlar oluşturuyor, hiç tartışmasız. Polis teşkilatının bu konuda denetleme yapıyor olması da olumlu bir gelişme, takdir edilesi. Ancak otomatik silahlarla hem yerleşiklerin, hem de bu adaya öğretim görmek için gelen öğrencilerin bu şekilde tedirgin edilmesi kabul edilemez. Bu adaya Filistin, Irak ve Nijerya gibi sıcak çatışmaların devam etmekte olan ülkelerden gelen öğrencilere, güvenli diye sunulan adamızda travma yaşatılmamalıdır.
Son olarak ise bir de merakıma yenik düştüğüm bir soruyu sizlere aktarayım, siz de düşünün bu soruyu. Madem amaç kaçak kişileri tespit etmek, yoğun yabancı iş gücünün bulunduğu inşaat sektöründe faaliyet gösteren şantiyelere ya da ne bileyim otellere polis otomatik silahlarla baskına gidecek mi?