“Filistin dünya için ahlaki bir turnusol kağıdıdır”.
Angela Davis
7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırıp 1400 kişiyi öldürüp 200den fazla kişiyi rehin almasının üzerinden tam 21 gün geçti. Bu 21 günde İsrail hükümetinin, ‘Hamas’ı bitirmek’ amacıyla Gazzelilere evlerini terketmek için 24 saat vermesini, ardından Gazze’yi bombalamasını, 3 bini çocuk 7 binden fazla sivili öldürmesini, yerle bir edilen binalar altında kalmış olması muhtemel 900ü çocuk 1600 kişinin kayıp olarak kayıtlara geçmesini izledik. İsrail hava saldırılarına devam ederken, kuşatma sonucu Gazze’ye yiyecek, yakıt, su ve tıbbi malzemelerin girmesinin engellendiğini ve 27 Ekim Cuma akşamı bombardımanın Gazze’deki internet, cep telefonu ve sabit hat hizmetlerini tamamen kesintiye uğrattığını gördük.
İsrail’in Gazze’de giriştiği hava saldırısı, uluslararası hukuk, uluslararası toplum, liberal uluslararası düzen, insan hakları, fikir özgürlüğü gibi kavramların tartışmaya açıldığı bir dönemi başlattı. Son dönemde uluslararası kamuoyunun en fazla tartıştığı iki konu var. Birincisi Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesi, ikincisi de Hamas saldırısı ardından İsrail’in Gazze’de başlattığı hava saldırısı. ‘Uluslararası toplumun’ bu iki konuya tepkisi bu kadar farklı olamazdı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında Batılı devletler, Ukrayna’ya yüzde yüz destek verirken, aynı ülkeler Hamas’ın saldırısı ardından kadın çocuk demeden Gazze’deki sivilleri öldüren İsrail hükümetine ‘meşru müdafaa hakkını’ kullandığı için destek belirtmekten çekinmedi. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere liderleri 9 Ekim’de ortak bir açıklama yaparak İsrail’in ‘terorizme karşı kendini savunma hakkını’ desteklediklerini belirtti. 20 Ekim’de yaptığı konuşmada ABD Başkanı Joe Biden, ‘Hamas ve Putin farklı tehditleri temsil ediyor ancak ortak bir noktayı paylaşıyorlar. İkisi de komşu ülkelerin demokrasilerini tamamen yok etmek istiyor’ sözleriyle Kongre’den hem İsrail hem de Ukrayna için yardım gönderilmesini talep edeceğini açıkladı. Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin İsrail ile ‘tam dayanışmasını’ göstermek için geldiği Tel Aviv’de, ‘IŞİD’e karşı ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası koalisyon aynı zamanda Hamas’a karşı da mücadele etmeli’ önerisinde bulundu.
Görünen o ki, ABD ve Avrupa’nın güçlü ülkeleri, intikam ateşiyle yanıp kavrulan İsrail’in en sağcı hükümetlerinden birini temsil eden Netanyahu rejimini Gazze’deki yüksek sivil kayıplara rağmen desteklemekte ısrarcı görünüyorlar. Batılı hükümetler bu yönde tavır almışken, anaakım medyanın da hükümetlerinin tavrını meşrulaştırmak için yanlı yayınlar yaptığını gözlemlemek mümkün. Nitekim İsrail’in saldırısını ‘meşru müdafaa’ olarak tanımlamak, tarihe çok kısa bir perspektifle bakmak anlamına geliyor. Meseleyi İsrail’in Filistinlilere yönelik yarım yüzyılı aşkın işgali ve zülmü bağlamına yerleştirmeden, yalnızca Hamas’ın İsrail’de 7 Ekim’de gerçekleştirdiği cinayetlere odaklanan medya raporları, Filistinlilerin sömürgecilikten kurtulma mücadelesi veren bir halk olarak değil, ‘saldırganlar, işgalciler’ olarak tasvir edilmesiyle sonuçlanıyor. Filistin’in New York’taki BM Büyükelçisi Riyad Mansour’un ifade ettiği gibi: ‘Bazı medya ve politikacılar için tarih, İsraillilerin öldürülmesiyle başlıyor.’ (1)
Dahası Batı’da İsrail’i eleştirmenin, Filistin’le dayanışma göstermenin ciddi bir bedeli var. Bugün Batı’daki ifade özgürlüğünün sınırlarını ‘yahudi karşıtı’ olma ithamı belirliyor. İsrail devletini eleştirmenin otomatik olarak yahudilere karşı ırkçı bir tepkiyle eşitlendiği bu tavır, son dönemde akademisyenlerin, yazarların, sanatçıların, gazetecilerin farklı platformlarda susturulması, işten atılmasına yol açtı. Bir taraftan böylesine baskıcı bir ortam oluşmuşken, dünyanın farklı kentlerinde milyonlar buluşup Filistin’e desteklerini beyan etti. Bu destek beyanları arasında en anlamlısı Amerika’daki barış yanlısı yahudilerin gösterileriydi. 19 Ekim’de ABD’de böyle bir yahudi grup İsrail ile Hamas arasındaki çatışmaların durdurulması ve ateşkes talebiyle Kongre’de oturma eylemi yaptı. 27 Ekim’de ise New York’un en büyük tren istasyonu Grand Central’in ana yolcu salonunda toplanan yahudi gruplar, ‘Adımıza soykırım yapılmasına izin vermiyoruz’, ‘Hemen ateşkes’ gibi sloganlar attı.
Batı’daki devletler, İsrail’in meşru müdafaa hakkı çerçevesinde Gazze’deki müdahalesini destekler ve ateşkesin adını ağızlarına bile almazken, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, 24 Ekim’de ‘Gazze’de açık bir şekilde şahit olduğumuz uluslararası insani hukuk ihlallerinden derin endişe duyuyorum’ diye bir açıklama yaptı. Guterres, Hamas’ın 7 Ekim’de yaptığı saldırıları kınadığını ifade ettikten sonra, ‘Ancak Hamas saldırılarının durduk yere ortaya çıkmadığının da bilincinde olmalıyız. Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz bırakılıyor. Topraklarının adım adım yerleşim yerleri tarafından ele geçirilmesine ve şiddete şahit oluyor. Ekonomileri yıkılmış, insanlar yerlerinden edilmiş ve evleri yerle bir edilmiş durumda. Siyasi çözüme olan inançları yok olmaya başladı’ dedi.
Peki tüm dünyada bunlar yaşanırken, bizim buralarda neler oldu? Türkiye’de Filistin’de olanlara tepki verenler arasında iki grup öne çıkıyor. Birincisi Hamas’la olan ideolojik bağından ötürü, din kardeşliği esasına göre bir dayanışma üzerinden destek veren İslamcılar. İkincisi ise Filistin’le dayanışması 70li yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü’ne dek giden sol örgütler.
Kıbrıs’ta cumhurbaşkanı Ersin Tatar, 28 Ekim 2023’te AK Parti İstanbul İl Başkanlığınca Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuştuğu, ‘Büyük Filistin’ mitingine katıldı. Din kardeşliği üzerinden yapılan bir dayanışmanın, başka dinlerden ve etnisitelerden grupların hak ihlallerinde nasıl tekrarlanmadığı herkesin malumu. Ancak yine de reis-i cumhurumuzun anavatana şükranlarını belirtmek için de olsa bu mitinge katılması Kıbrıs’ta bu konuya din kardeşliği üzerinden değil, insan hakları konusunda ahlaki bir duruş sergilemesi beklenen kesimlerin tavrına dikkat çekti. Evet Kıbrıs Türk solundan bahsediyorum. Ne yazık ki birkaç cılız tepkiden başka, Kıbrıs Türk solunda Filistin’de olanlara dair derin bir sessizlik hakim oldu. Kıbrıs’ta Türkiye’nin müdahalesine ve atanmış hükümetine karşı bir eylemlilik başlatmış olan merkez sol, yanı başında sürmekte olan bu katliama, dünyadaki diğer örgütler gibi bir karşı duruş geliştiremedi.
Avrupa’da vasat bir orta sınıf adam yaşadığı yerden kilometrelerce ötede olan olayları takip ediyor, üzerine ahkam kesebiliyorsa bizim entelektüellerimiz, siyasilerimiz nasıl olup da yanıbaşındaki bir trajediye dair böyle bir sessizlik içinde olabilir? Sınırları bu kadar mı içselleştirdik? Düşünce ufkumuzu bu ülkenin sınırları mı belirliyor? Yoksa Avrupalı evrenselin bilgisine sahipken biz sadece tikel gerçekliğimize, kendi daracık sınırlarımıza dair mi düşünebiliriz ancak? Eski bir sömürge olmanın bedeli mi bu?
Peki ya Türkiye’nin arka bahçesi haline gelen, gittikçe müdahalenin arttığı bir yerde yerele sıkışarak, buradan nasıl bir direniş örgütleyebiliriz? Hal böyleyken, Türkiye’nin kuklası olan bir hükümete muhalefet etmek ve onu alt etmek, buradaki koşulları değiştirmeye yetecek mi? Bu sıkışmışlıktan çıkmanın başka bir yolu da insanlık ailesinin bir parçası olduğumuz bilinciyle dünyadaki eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren örgütlerle işbirliği ve dayanışma ağlarını güçlendirmek değil mi? Dünyadaki böyle örgütleri bırakın güneydeki ve Türkiye’deki sol örgütlerle ortak hareket edemeyen bir sol hareket, burada ne ölçüde bir dönüşüm yaratabilir?
Angela Davis haklı. ‘Filistin, dünya için ahlaki bir turnusol kağıdıdır’. Muğlak ve apolitik ‘savaşa hayır’ sloganları, 1947’den bugüne adım adım zor kullanarak mülksüzleştirilen bir halkla, Amerika’nın desteğini arkasını alıp zorbaca hareket eden, hiçbir işlediği suçtan sorumlu tutulmayan, kendini uluslararası hukuğun üzerinde gören bir İsrail devletini eşitliyor. İsrail bugün Gazze’de tam bir kıyım gerçekleştiriyor. Bu kıyımı ancak Batılı hükümetlerin desteğini almış İsrail’in ölüm makinesini dizginleyecek enternasyonalist bir dayanışma ağı durdurabilir. Burada doğmuş olmamız vicdanımızı, ufkumuzu bu ülkenin sınırlarıyla belirlememizi gerektirmez. Güney Afrika’dan Filistin’e, Kürtlerden Amerika’daki ırk ayrımcılığına bütün hak ihlalleri bizim derdimiz. Zira o ihlaller sürdüğü sürece, uluslararası hukuk, insan hakları gibi kavramların iyice altının oyulduğu, güçlünün hukuğunun egemen olduğu bir uluslararası düzende, bu yarım adada müdahalelerden arınmış, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzen kurmak mümkün olmayacak…
(1) ‘Media coverage of Israel and Gaza is rife With deadly double standards’, The New Humanitarian, 23 October 2023