Stratejik önemi, askeri üsler ve dinleme tesisleri ile Kıbrıs, emperyalizm ve özellikle de İngilizler açısından artık vazgeçilmezdi. Dolayısı ile Anglo-Amerikan emperyalizmi her ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’taki varlığını koruma çabasını sürdürdü. Bu bağlamda, Kıbrıs’ın kalıcı bölünmesi ile sonuçlanacak, her iki taraftaki milliyetçi ve paramiliter güçler kullanılıp, toplumlarası şiddet ve çatışmalar körüklendi ve her türlü böl-yönet politikaları hayata geçirildi.
İngiltere, 1950’li yıllarda yükselen anti-sömürgeci ortak mücadele ve Enosis arayışlarına karşı, uyguladığı böl-yönet politikaları ve her iki toplumdaki milliyetçilik ile şiddeti körükleyerek önlemler aldı. EOKA’ya karşı TMT kuruldu. Enosis’e karşı Taksim politikası bir Türk tezi haline getirildi. Londra Konferansı ile Yunanistan’a karşı, Türkiye soruna yeniden taraf yapıldı. Kıbrıs sorunu İngiltere’nin sömürgecilik sorunu olmaktan ustaca çıkartılarak bir Türk-Yunan sorunu haline dönüştürüldü.
EOKA ve TMT, 1958’in Ocak ayından itibaren Solculara yönelik cinayet dalgasını yükseltip, toplumlararası düşmanlığı egemen kılmaya çalışırken, İngiliz emperyalizmi de böl-yönet anlayışı çerçevesinde, Taksim politikasını ileriye taşıma çabası içerisindeydi.
19 Haziran 1958 tarihinde Londra’da Başbakan Harold Macmillan tarafından açıklanan yeni Kıbrıs planına göre Kıbrıs İngiltere’nin yönetiminde kalacaktı. İçişleri, İngiliz valisinin başkanlığında, Türkiye ve Yunanistan hükümetlerinin temsilcileri ile 4’ü Rum, 2’si Türk olmak üzere Temsilciler Meclisince seçilmiş 6 Bakandan oluşacak bir konsey tarafından yürütülecekti. Plan’ın en önemli noktalarından biri ise her şehirde ayrı belediyeler oluşturulacak olmasıydı. Bu güne kadar herhangi bir dış müdahaleye karşı çıkan İngiltere, bu planla Türkiye ve Yunanistan’ı sömürgesinin yönetimine katmayı, ayrı belediyeler oluşturarak taksime zemin oluşturmayı ve Kıbrıs’ı sömürge olarak elinde tutmayı planlamaktaydı.
Bu dönemde İngiltere böl-yönet politikaları ile ne pahasına olursa olsun Kıbrıs’ı sömürge olarak elinde tutmaya çabası içerisindeydi. Sömürgeciliğin “Komünizmin genişlemesini” hızlandırdığını düşünen ABD ise, Ortadoğu’da batı yanlısı ve komünizme karşı olan bağımsız devletler kurulmasına yardımcı olmaktan yanadır. Bu bağlamda İngiliz ve ABD sömürgeciliği arasında çelişkiler bulunmaktadır.
14 Temmuz 1958’de Irak’ta gerçekleşen devrim ile ülkedeki monarşinin devrilmesi, Irak’ın Bağdat Paktı’nda çekilmesi ve Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması, ABD’nin Ortadoğu’nun denetimi konusundaki endişelerinin artmasına yol açar. Kıbrıs’ta ki çatışmaların iki NATO üyesi Yunanistan ve Türkiye’yi karşı karşıya getirmesinden ve NATO çıkarlarının tehlikeye girmesinden korkan ABD, Yunanistan ile Türkiye ilişkilerini ve NATO çıkarlarını tehdit eden Kıbrıs sorununun, NATO içerisinde ele alınmasından ve çözüme kavuşturulmasından yanadır. Ekonomik olarak ABD’ye bağımlı olan Türkiye ve Yunanistan’ın buna karşı çıkması mümkün değildi.
Bu bağlamda, 16 -19 Aralık 1958’de Paris’te yapılan NATO toplantısında Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları Zorlu ve Averof arasında gerçekleştirilen görüşmelerde birçok temel ilke üzerinde anlaşılır ve uzlaşma yolunda ilk adımlar atılır. Enosis ve Taksim’i dışlayan, NATO kontrolü altında “bağımsız” Kıbrıs öngörülüyordu. İngiltere, uygun büyüklükte iki askeri üssü elinde tutabilecekti. 6 Şubat 1959’da iki taraf, Zürih’de gerçekleşen görüşmelerde anlaşmanın detaylarını netleştirirler. 11 Şubat’ta Londra’da başlayan Türk, Yunan ve İngiliz hükümetleri arasındaki görüşmelerde anlaşma imzalanabilir duruma gelmişti. Makarios ve Küçük, anlaşmanın imzalanması için 17 Şubat’ta Londra’da gerçekleşecek konferansa davet edilir. Makarios’un direnişine rağmen anlaşma konferansın son toplantısının gerçekleştiği 19 Şubat’ta imzalanır.
Zürih ve Londra anlaşmaları üç NATO ülkesinin uzlaşısıydı. Kıbrıslılar bir oldu-bitti ile karşı karşıya bırakılmıştı. Kıbrıslıların değil, NATO’nun çıkarları göz önünde bulundurulmuştu. Bu anlaşmalar ile NATO kontrolü altına sokulan Kıbrıs, işlerliği olmayan bir anayasaya da mahkum edilmişti. Dolyası ile günümüzde tartışılan Garantiler konusunu bu çerçevede ele almak gerekir. Garanti sistemi ne Kıbrıslı Türk ne de Kıbrıslı Rumların güvenliği için oluşturuldu. Tamamen NATO ve emperyalizmin Kıbrıs ve bölgeye dönük çıkarlarının güvence altına alınmasını öngören bir anlaşmadır. Bu bağlamda oluşacak federal Kıbrıs’ta yabancı ordulara yer olmadığı gibi, garanti ve garantörlere de yer yoktur.
Anayasa, Zürih ve Londra anlaşmaları ilkeleri temelinde yabancı ve her iki toplumdan temsilcilerin katılımı ile oluşturulan komite tarafından hazırlanır. Bu anayasaya göre Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar hükümette ve mahkemelerde ayrı ayrı temsilci bulunduracak ve ayrı belediyelere sahip olacaklardı. Dış konular, savunma ve iç güvenlik konularında Türk cumhurbaşkanı vekilinin veto hakkı bulunuyordu. Mecliste 50 sandalyeden 15’ine Kıbrıslı Türkler sahip olacak ve ayrı seçimle seçileceklerdi. Önemli yasalarda ayrı çoğunluk ilkesi bulunuyor, Kıbrıslı Türklerin kamuya katılımı %30, orduya katılımı ise %40’dı. İki ayrı cemaat meclisi oluşturuluyor, 10 bakanlıktan 3’ü Kıbrıslı Türklere veriliyordu. Nüfusun %18’ini oluşturan Kıbrıslı Türkler %82 çoğunlukla ortak egemen olacaktı. Bu anayasanın hazırlanmasında Türk diplomat olarak çalışan Nihat Erim şöyle demişti; “Kıbrıs, Türkiye’ye geri dönmedi. Ancak dünyanın hiçbir yerinde bu nüfus oranıyla Kıbrıslı Türklerin bu anlaşmalardan elde ettiği hakları kazanacak başka bir ülke yoktur”
Anayasanın en çarpıcı yönlerinden biri de oluşacak Kıbrıs devletine anayasayı tek taraflı değiştirme hakkı tanımamış olmasıydı. İşlerliği bulunmayan bu anaysa aynı zamanda Kıbrıslıları siyasi ve hukuksal olarak da bölüyordu.
Diğer yandan, 650 Türk ve 900 Yunan askeri Kıbrıs’a yerleşecekti. Adanın herhangi bir ülke ile birleşmesini yasaklayan anayasa, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye garantör ülkeler olarak anayasa temellerinden uzaklaşacak her türlü gelişme karşısında adaya birlikte veya tek yanlı askeri müdahalede bulunma hakkı tanıyordu. İngiltere’ye verilen 99 mil karelik Britanya Egemen Üsleri ile ada ikiye bölünüyor ve batının Ortadoğu’daki “görevler” için askeri üs ve dinleme tesisleri güvence altına alınıyordu.
16 Ağustos 1960’da resmen ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti hiçbir şekilde bağımsız değildi. Kıbrıs emperyalist çıkarlar çerçevesinde üç NATO üyesinin etkin denetimi altına sokuluyordu. Bunun yanında devletin yetkilileri büyük oranda hala daha Enosis düşleyen EOKA kadroları ve Taksim çabalarından vageçmeyen TMT kadrolarından oluşuyorudu. Hiçbir işlerliği bulunmayan anayasa ile de Cumhuriyetin ömrünün çok kısa olacağı açıktı.
Toplumların Çatıştırılması
Denktaş, Anayasa görüşmelerinde Türk tarafını temsil eden Nihat Erim’e, “bu devlet nasıl olsa yürümeyecek ona göre davranalım” demişti. Denktaş ve Kıbrıs Türk liderliği, kısa bir süre de olsa Türkiye’nin izlediği Cumhuriyetin yaşatılması siyasetini benimsememiş, ayrılıkçı tutumlarında ısrar ediyor ve Türkiye yetkilileri ile çatışmaktan da geri durmuyorlardı.
TMT’de faaliyetlerine devam ediyordu. Bu konuda, Özel Harp Dairesi’nde görevli, TMT yetkililerinden İsmail Tansu’nun söyledikleri çok açıktır; “Kıbrıs’ta Türk-Rum ortak Cumhuriyeti’nin kurulması kararı bizim hızımızı kesmemişti. TC Hükümetinin izlediği Kıbrıs politikası hangi yönde gelişirse gelişsin bizim şaşmaz hedefimiz, 340 yıl üzerinde bayrağımızı dalgalandırarak Türk vatanının bir parçası yaptığımız Kıbrıs Adası’nın kurtarmaktı. Buna şartlar elvermediği takdirde, hiç olmazsa Ada’nın yarısında Türk hakimiyetini tesis edecek ve Kıbrıslı soydaşlarımızın sahibi bulundukları toprak üzerinde özgür ve bağımsız Türk devletinin kurulması sağlanacaktı.”18 Eylül 1959 gecesi TMT’ye silah taşıyan “Elmas” isimli tekne, İngilizler tarafından fark edilince, Türkiye’den gelen emir üzerine batırılır. Tutuklanan üç kişiden, ikisi ABD’de kontrgerilla eğitimi almıştı.
Yeni devlette görev alan EOKA kadrolarından en önemlisi ise Polikarpos Yorgacis’di. Yorgacis, önce çalışma bakanı olmuş, daha sonrada İçişleri Bakanlığına getirilmişti. Silahlı mücadele döneminde EOKA’nın infaz sorumlusu olan Yorgacis, batılı gizli servislerin Kıbrıs’ta anti-komünist hareketin sorumluluğunu verdiği kişiydi. Amerikan hükümetinin 25 Kasım 1959 tarihli gizli belgesinde, Yorgacis’in henüz geçiş hükümetinin bakanı iken sağ sendika SEK’’i güçlendirmek ve EOKA yerine kurulan EDMA’yı yeniden düzenlemek amacı ile ABD’den finansman talebinde bulunduğu belirtilmektedir.
Ayrıca Yorgacis, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanından önce resmi olmayan bir istihbarat servisi (Para-KYP) kurdu. Bu servisin görevi anti-komünist propaganda ve karşı casusluktu. Servisin başına ise daha önce İngiliz ajanı olduğu ortaya çıkan Georgios Lagodontis getirildi. Servisin finansmanı Amerikan hükümetince sağlanıyordu. Makarios Druşotis ile 11 Mart 1996’da Atina’da yaptığı söyleşide Lagodontis bunu açıkça söylüyor; “Anti-Komünist seferberlik için paralar, Amerika’dan geliyordu. Komünizmin kovulması için tüm dünyayı ödüyorlardı. Casuslar için para veriyorlardı. Sorumlu benim şubem, yani Polis Genel Operasyonlar Şubesi’ydi.” Gizli servisin ajanlarından olan Takis Melodias ise şunları aktarıyor; “Söz konusu servis, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanından sonra ve 1960-61 döneminde resmi hal aldı. Daha önce Lagodontis’in başkanlığında gayri resmi faaliyet gösteriyordu. İç işleri Bakanı veya muhtemelen daha çalışma bakanı olduğu zamandan Polikarpos Yorgacis’in doğrudan yönlendirmesi, güdümü ve emri altında çalışıyordu. Söz konusu servis gayri resmi iken, Yorgacis’in onayladığı şahıslardan oluşuyordu. Amacı komünizmin, Türk unsurunun ve hatta muhalefetteki sağın takip edilmesiydi. Servis, resmi hal alınca da Georgios Lagodontis’in başkanlığında buna devam edildi.” Makarios Druşotis, 1960’lı yılların başlarında yeraltı dünyası cinayetlerinin tümünün ve sola karşı düzenlenen saldırıların Yorgacis’in talimatı ile Lagodontis tarafından gerçekleştirildiğine inanıldığını yazmaktadır.
Anti-komünist örgütlenmeleri destekleyen ABD ve İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin NATO’ya katılması beklentisi içerisindeydiler. Ancak Cumhurbaşkanı Makarios’un bağlantısız ve tarafsız bir politika izlemeye başlaması bu beklentileri boşa çıkarır.
Makarios’u bağlantısız politikasından dolayı destekleyen AKEL yeniden yasallaşıyor, gittikçe güçleniyor ve 10 Ocak 1960’da yapılan milletvekilliği seçimlerinde önemli bir başarı sağlıyordu. Dr Fazıl Küçük’ün tüm itirazlarına rağmen Makarios, 1961’de Belgrat’ta yapılan Bağlantısızlar Hareketi toplantısına bir delegasyon gönderir. Bağlantısızlar Hareketi’ne üye olan Kıbrıs Cumhuriyeti, ayni zamanda sosyalist ülkelerle de ilişkiler kurar. Sovyetler Birliği ile çeşitli ticari anlaşmalara imzalanır ve Sovyetler Birliği Elçiliği açılır. Makarios’un izlediği bu uluslararası politika ABD ve garantör devletlerin çıkarlarına ve beklentilerine tamamen ters düşüyordu.
İngiliz Kıbrıs Yüksek Komiserliği’nden I.F.Porter, 28 Temmuz 1961 tarihli raporunda şunları belirtiyor; “Birkaç aydan beri biz batılı merkezler, Amerikalılar ve bazı sorumluluk sahibi Kıbrıslılar, komünistlerin özellikle işçiler arasında, basında ve en son köylerdeki önlenemeyen gelişmesinden endişeliyiz. İçişleri Bakanı’nın, Çalışma ve Komünikasyon Bakanı’nın uyarılarına karşın, Makarios bu gelişmeleri durduracak bir harekete girişmiyor. Sovyet elçiliğinin açılışından sonra bu daha da tehlikeli bir durum almıştır. Makarios’un kendi yurtsever cephesine bile komünistler sızmıştır.”
Makarios’un, AKEL ile birlikte bağlantısızlarla hareket etmesi, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk sağında ciddi rahatsızlık oluşturuyor, NATO çevrelerinde ise Kıbrıs’ın batı ile bütünleşmesi önünde engel olarak görülüyordu. Bu ortam bundan sonraki gelişmelerde belirleyici olacaktı.
Kıbrıslı Rum tarafı Enosis’ten vazgeçilmesini büyük bir taviz olarak değerlendirirken, Kıbrıs Türk tarafı ise Cumhuriyeti taksime giden yolda geçici bir durak olarak değerlendiriyordu.
1962 yılında anayasa tartışmaları ile gerilen ortam, her iki taraftaki paramiliter odakların provokasyonları ile sıcak çatışmalara zemin yaratıyordu. 25 Mart 1962’de, Lefkoşa surlar içindeki Bayraktar ve Ömerge Camilerinde bombalar patlar. Denktaş, bombalama olaylarından dolayı Kıbrıslı Rumları suçlar. Ancak bombalar Kıbrıslı Türkleri provoke etmek için TMT tarafından patlatılmıştı. Tuğgenerallik rütbesinde Özel Harp Dairesi başkanlığı yapmış, Genelkurmay İstihbarat başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’nda üst düzey görevlerde bulunmuş Sabri Yirmibeşoğlu, 25 Eylül 2010 tarihinde HABERTÜRK TV’ye bunu açıkça şöyle itiraf eder; ““Halkın mukavemetini artırmak için, düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Bunu Kıbrıs’ta yaptık”
1962 başlarında Makarios’da, Yorgacis’e TMT’ye karşı eşdeğer bir teşkilat kurulması emri verir. “Teşkilat”ın (Organosis) amacı, Makarios’un anayasayı değiştirme kararını bahane ederek, olayları provoke edip, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrılmaya çalışmaları halinde, Kıbrıslı Türkleri etkisizleştirmek için silah kullanacak yurttaşları eğitmekti. Teşkilat’ın liderliği Polikarpos Yorgacis, Tasos Papadopulos ve Glafkos Klerides’ten, kurmaylığı Sağ’ın liderleri ve Bakanlardan, üyeleri ise EOKA kadrolarından oluşuyordu. Teşkilat’ın arkasında IDEA vardı. IDEA, Yunan ordusu içerisinde ülkedeki ABD askeri misyonu ve CIA’in kontrol ettiği paramiliter bir örgütlenmeydi. Operasyon ve keşif dairesinin şefi, 1973’de Yunan diktatörü olan ve 1974’de Makarios’a karşı darbe yapan cuntanın başı Dimitrios Ioannidis adlı binbaşıydı. Teşkilat’ın kurulması ile birlikte Ioannidis ile çok iyi ilişkileri bulunan Nikos Sampson ve Vassos Lissaridis’e de kendi silahlı gruplarını kurma izni verilmişti.
Dolayısı ile toplumlararası çatışmalar olarak anlatılan 1963 olaylarının ardında böylesine karanlık bir tablo vardır. Ne Kıbrıslı Türkler ne Kıbrıslı Rumlar durup dururken bir birlerinin boğazına sarılmamışlardır. Emperyalistler tarafından kurdurulup finanse edilen paramiliter terör örgütleri ve ilişki içerisinde oldukları her iki taraftaki milliyetçilerin provokasyonları ve organizasyonları sonucu çatıştırılmışlardır. Toplumlararası çatışmalar, Kıbrıs’ı bağlantısızlar siyasetinden kopararak, batının etkin denetimi altında tutmak isteyen Anglo-Amerikan emperyalizminin böl-yönet politikalarının bir devamıdır. Sonraki yıllarda süregelen çatışma ve krizlerin ardında da emperyalizmin kirli parmağı bulunmaktadır.
Darbe, İstila ve Bölünme
1970’de yapılacak parlamento seçimleri için Makarios, siyasi partilerin kurulmasını onaylamıştı. Siyasi partilerin kurulmasından ve Makarios’un bağımsızlık politikasından rahatsız olan Grivas yandaşları ve eski EOKA’cılar da gizli bir silahlı yer altı örgütü kurmuştu. Ethniko Metopo-EM adıyla kurulan örgüt, çok geçmeden Yunanistan’daki Albaylar cuntasının kontrolüne geçti. Örgütün amacı Makarios’u öldürmek ve Enosis’i darbeyle gerçekleştirmekti. Bu planın mimarı 25 Kasım 1973’te diktatör Papadopoullos’a karşı darbe gerçekleştirip, yerine geçecek olan ve 15 Temmuz 1974’de Albaylar cuntasının şefi olarak Makarios’a karşı darbe düzenleyecek albay Dimitrios Ioannides’di.
2 Haziran 1971’de Haziran’da NATO Dışişleri Bakanları Lizbon’da toplandı. Bu toplantıda, Yunanistan Dışişleri Bakanı Christos Palamas ve Türkiye Dışişleri Bakanı Osman Olcay bir araya geldiler. Brendan O’Malley ve Ian Craig, Amerikan istihbarat analistlerinin her iki bakanın Kıbrıs’ı bölen “double enosis” üzerinde anlaştığını yazmaktadırlar.
04 Haziran1971 tarihli NATO kararı; “ Lizbon’da gerçekleşen NATO ülkeleri Dışişleri Bakanları yıllık toplantısında, Yunanistan Dışişleri Bakanı Sn Palamas ve Türk çalışma arkadaşı Kıbrıs sorunun NATO çerçevesinde çözülmesi için bir plan üzerinde çalışma yaptılar”.
NATO Dışişleri Bakanları toplantısının ardından diktatör Papadopoullos, 18 Haziran’da Makarios’a tehdit içerikli bir mektup gönderir. Makarios, 24 Haziran’da gönderdiği yanıtta şöyle diyordu; “Mektubunuzda Sn Başkan, beni kabule zorladığınız çözüm önerilerinizi daha önceden Türkiye ile birlikte hazırlamış olduğunuzu ve bu önerileri kabul etmezsem, Türkiye ile birlikte beni devireceğiniz söylentilerini kabul etmiyorsunuz. Bu söylentileri benim çıkarmadığımdan emin olabilirsiniz. Mektubunuzun son paragrafında, önerilerinizi kabul etmediğim takdirde milli çıkarlar ve Kıbrıs’taki Yunan çıkarları için birtakım önlemler alacağınız konusunda beni tehdit ediyorsunuz. Kıbrıslı Rumların ezici çoğulukla güvendikleri ve onay verdikleri kişi olarak bu durumu kabul etmiyordum.”
Makarios’un direnmesi karşısında önlemler uygulamaya konur. 71 yaşındaki Grivas, Atina’daki ev hapsinden kaçarak, Makarios’a karşı Enosis mücadelesini başlatıp, komünist gelişmeyi engellemek hedefiyle 31 Ağustos’ta Kıbrıs’a gelir. Grivas’ın kaçarakmı geldiği yoksa Cunta tarafındanmı gönderildiği konusunda birçok farklı görüş bulunmaktadır. 71 yaşındaki bir adamın ev hapsinden kaçarak, kendi insiyatifi ile gizlice Kıbrıs’a geldiği pek inandırıcı değildir. 1973’de polis tarafından el konulan EOKA-B arşivlerinde, Grivas’a yazılan 29 Temmuz 1971 tarihli bir mektup bulunuyordu. Bu mektupta, Flecher isimli İngiliz ajanının Grivas’tan Acheson planına benzer bir çözümü kabul edip etmediğini öğrenmek istediği, eğer bu konuda hemfikirse yapılacak tek şeyin kendisinin Kıbrıs’a getirilmesi olacağı açıkça belirtilmektedir. Bu mektubun tamamı 1973 Kasım ayında Philelftheros gazetesinde de yayınlandı.
Glafkos Clerides, anılarında Grivas’ın Kıbrıs’a dönmesinin arkasında diktatör Papadopoulos’un bilgisi dışında hareket eden albaylar cuntası içerisindeki Dimitrios Ioannides olduğuna inandığını yazmaktadır. Clerides, 12 Ekim 1971 tarihli anısında, Hindistan Büyükelçisi’nin, Grivas’ın adada bulunması Türkiye’yi rahatsız ediyormu sorusuna, Kıbrıs’taki TC Büyükelçisi Ercüment Yavuzalp’ın, endişelenmediklerini çünkü Yunanistan ve ABD’nin Grivas’ın kontrol altında olduğu konusunda güvence verdiklerini söylediğini yazmaktadır. ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği ise Grivas’ın geri dönüşünün “double Enosis’e yol açabileceğini düşünmektedir.
Grivas, Makarios’u devirmek için EOKA’nın yeni versiyonu olan EOKA-B’yi kurma çalışmalarını başlatır. Makarios, 1974 Eylül’ünde, Le Monde gazetesi ile yaptığı röportajda, EOKA-B’nin Amerikan kaynaklarından doğrudan finanse edildiğine dair kanıtlar olduğunu ve bunlardan birinin ABD tarafından EOKA-B’nin önde gelen kadrolarından Dimitris Haholiades’e yazılmış 33.000 dolarlık bir çek olduğunu söylemişti.
14 Kasım’da Atina’daki Polytechnic üniversitesinde başlayan öğrenci eylemlerine polisin kontrolü kaybetmesi üzerine 17 Kasım’da ordu müdahale etmişti. Bu durumu rejimin iflası olarak yorumlayan Ioannides, 25 Kasım’da gerçekleştirdiği derbe ile Papadopoullos’u ev hapsi altına almış, General Phaedon Gizikis’i cumhurbaşkanı yapmıştı. Ioannides’in gerçekleştrdiği darbe CIA ile bağlantılıydı.
Ioannides, Makarios’u devrime kararını Nisan ayında almıştı. Darbenin Türkiye’yi askeri müdahaleye kışkırtacağı görüleri karşısında, Ioannides tüm ilgili taraflardan ve en başta ABD’den Türkiye’nin müdahale etmeyeceğine dair söz ve garantiler aldığı güvencesi vermişti. Ioannides, Grivas’ın ölmesinin ardından, kontrolü altına aldığı EOKA-B’ye suikast girişimlerini başlatma emri vermişti. Ancak EOKA-B, Haziran ayında Makarios’un birlikleri tarafından tamamen etkisiz hale getirilmişti. Bunun üzerine Ioannides, darbeyi Milli Muhafız Ordusu ve Yunan subayları ile gerçekleştirmek için son hazırlıkları yapmaya başladı.
Makarios, 3 Temmuz tarihinde Yunanistan Cumhurbaşkanı Gizikis’e yadığı mektupta, darbe hazırlıklarını şiddetle protesto ederek, Yunanlı subayların derhal Kıbrıs’tan çekilmesini talep eder. 5 Temmuz’da verdiği bir demeçte de, Yunan cuntasının kendisini iktiradan uzaklaştırarak, Kıbrıs’ta da dikta yönetimi kurma peşinde olduğunu açıklar. 13 Temmuz’da Yunan Alayı karargahında toplanan darbeciler, darbenin başlama saati ve tarihini saptadılar.
Darbe 15 Temmuz, saat 00:08’de Tuğgeneral M. Georgitsis komutasında başladı. Öldü sanılan Makarios, darbeden kurtulmuştu. Baf’a kaçan Makarios, radyodan halka seslenerek hayatta olduğunu açıklayarak, direniş çağrısı yaptı. Ortadan kaldırılmak istenen Makarios öldürülememişti.16 Temmuz’da İngilizlerin Akrotiri (Ağrotur) üstünden uçakla Malta’ya kaçtı. Lefkoşa’da ise Nokos Sampson yeni Cumhurbaşkanı olarak ant içerek, 18 Temmuz’da basın toplantısı düzenleyerek halka seslendi.
Darbenin ardından Makarios’un hayatta olmasına reğmen ne ABD, ne de İngiltere, darbeyi kınamadılar. Kıbrıs hükümetini tanıyıp tanımadıklarına dair de hiçbir açıklama yapılmamıştı. ABD ve İngiltere darbeden önce olduğu gibi darbeden sonrada olaylara müdahale etmedi. 19 Temmuz’da BM Güvenlik Konseyi’nde konuşan Makarios, Kıbrıs’ta bir trajedi yaşandığını ve Yunanistan diktatörlüğünün cuntayı Kıbrıs’a taşıyarak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını çiğnediğini söyledi.
BM Güvenlik Konseyi toplantısında, Yunanistan’ın Kıbrıs’ın bağımsılığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermesi, subaylarını en kısa sürede geri çekmesi konusunda uyarılması yönünde karar alınmasını İngiltere önlemiştir.
Darbedinin ardından Türkiye askeri müdahale hazırlıkların başlatmasını rağmen, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, müdahale edilmemesi politikasını sürdürüyordu.
15 Temmuz derbesinin ardından Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, konuyu Milli Güvenlik Kurulu’nda görüştükten sonra askeri müdahale kararı alır. Müdahale tarihi 20 Temmuz olarak saptanır. 20 Temmuz sabahı Türkiye’nin denizden ve havadan müdahalesi başlar. Kıbrıs’tan, Atina’ya, Türkiye’nin askeri müdahaleye başladığına dair uyarıları yapılması üzerine Yunanistan Genelkurmayı, gelişmelerin Türkiye’nin deniz tatbikatı ile ilgili olduğunu cevabını veriyordu. 20 Temmuz’da başlayan ve 16 Ağustos ateşkes anlaşmasına kadar süren Türkiye’nin askeri müdahalesi adanın %37’sinin işgali ve ikiye bölünmesi ile son buldu.
5 Ağustos 1975’de, ABD’de yayınlanan New Statesmen’de Christoper Hickens’in yazığı gibi; “Ada etkili bir şekilde bölünmüştür. Bundan sonara yapılacak olan, ufak tefek kozmetik değişikliklerdir. Şimdi Amerikan U-2 uçakları İngiliz üslerinden kalkmaya ve Ortadoğu üzerinde uçmaya devam ediyor. Olası bir komünist iktidar (gerek içten gerek dıştan) önlenmiştir. Çünkü adadaki solcu sayısı kadar NATO askeri yerleştirilmiştir.” Kıbrıs’ın bölünmesini öngören Acheson Planı ve 4 Haziran 1971 tarihli NATO kararında belirtildiği şekilde, soruna NATO çerçevesinde çözüm bulunmuştur.
Yazının ilk bölümü için tıklayınız: