Çeviri: bisikletgundemi
Şöyle hayal edin: Günlerden pazartesi, bisikletle işe gitmek için yola koyulacaksınız. Seleye oturuyor, pedala basıp garajdan çıkıyorsunuz, evinizden dört kavşak sonra trafiği yavaşlatılmış bir tali yola geliyorsunuz, sonra kenarına ağaçlar sıralı bu sakin yolda on beş kavşak geçiyorsunuz. Şehrin merkezine yaklaşırken, yeni yapılan ve motorlu taşıt trafiğinden ayırılmış bisiklet yoluna giriyorsunuz. Oturduğunuz mahalledeki ulaşım ağının sizi şehrin iş merkezine doğrudan ulaştıracak son üç kilometrelik kısmını bu bisiklet yoluyla bağlamışlar. Yolu taşıt trafiğinden ayıran saksılardaki fidanlar ve çiçeklerden mis kokular yayılıyor havaya. Nihayet işyerinize varıyorsunuz, bisikletinizi milim olsun yerden kaldırmadan bisiklet dolabına koyup kilitliyorsunuz, enerjik adımlarla ofise giriyorsunuz, ve artık güne hazırsınız.
Şimdi bir de şöyle hayal edin: Günlerden pazartesi, bisikletle işe gitmek için yola koyulacaksınız. Bisikletinizi merdivenlerden indirirken, yoldan hızla geçen otomobillerin ve nakliye kamyonlarının vıırr vıır eden sesleri üstünüzdeki uyku mahmurluğunu ezip geçiyor. Seleye oturuyor, kaldırımdan sürmeye başlıyorsunuz. On beş kavşak boyunca tangır tungur gittikten sonra birden kaldırım bitiveriyor. Kendinizi hız sınırının 80 km/saat olduğu bir anayolun varla yok arası daracık banketinde buluyorsunuz. Bozuk asfalt üzerinde, cam kırıklarının arasında, aman çukurlara yarıklara düşmeyeyim diye çabalayarak, otuz santim dibinizden bas bas korna çalıp geçen sürücülere rağmen pedallamaya devam ediyorsunuz. Ölmekten kıl payı kurtulduğunuz hissiyle nihayet anayolu geçmeyi başarıyor, yolun geri kalanında yine kaldırımlara ve arka sokaklara dönüyorsunuz. Nihayet işyerinize varıyorsunuz, bisikletinizi bir parmaklığa zincirliyorsunuz ve inşallah bıraktığım yerde bulurum diye dua ederek içeri giriyorsunuz. Hayatta kalmayı başardınız ve binbir stres içinde artık güne hazırsınız.
Bisikletli ulaşım güvenliğine dair bu iki sürüş hikâyesi arasındaki keskin tezat maalesef tüm ABD’deki gerçekliğin bir yansıması. Ülkedeki çoğu kutuplaşmada olduğu gibi bu konuda da sınırlar ırksal ve ekonomik farklılıklar üzerinden belirlenmiş. Beyaz nüfusun baskın olduğu, şehrin gelir düzeyi yüksek mahallelerinde oturanlar, kendi yürüyüş, bisiklet, kaykay gibi topluluklarını canlandırmak için tasarlanan, otomobillerden arındırılmış meydanların ve güvenli bisiklet yollarının tadını çıkarıyorlar. Renkli (beyaz olmayan) insanların çoğunlukta olduğu, aynı şehrin yoksul mahallelerinde ise birçok sokakta, bırakın bisiklet yolunu, ne bir kaldırım ne de yaya geçidi var.
Yıkıcı sosyal sonuçları olan bir tezat bu. Güvenli, güçlü, bisiklet süren ve yürüyen topluluklarda önemli sosyal faydalar sağlanır: sağlıktaki eşitsizlikler azalır, hanehalkı harcamalarında ulaşımın payı hayli küçülür, yeni istihdam alanları yaratılır ve iş imkânlarına erişim kolaylaşır, hava ve gürültü kirliliği seviyeleri düşer, ruh sağlığı ile ilgili sorunlar azalır, ve sosyal kaynaşma güçlenirken şiddet geriler. Politika geliştirme ve altyapı planlama süreçlerinde paydaşlıktan dışlandıklarında ise insanlar, önce güvenle bisiklet sürme imkânından, sonra da onun getireceği sosyal kazanımlardan mahrum kalırlar. Planlama süreçlerinden dışlanan kesimin aslında bisikletli ulaşımdan en büyük faydayı elde edecek grup olması trajik bir ironidir. Bu dışlayışın mevcut eşitsizlikleri daha da alevlendirmekten başka bir sonucu olamaz.
Chicago’nun Southside ve Eastside bölgelerinde sosyal amaçlı bisiklet turları düzenleyerek pozitif sosyal değişimi teşvik etmeyi hedefleyen ve Beyaz Saray tarafından Değişim Şampiyonu unvanıyla taltif edilen sivil toplum örgütü Slow Roll Chicago’nun kurucularından Oboi Reed, “Bisiklet kullanımının artmasından en çok fayda görecek olanlar, aslında şiddet, sağlıkta eşitsizlik ve işsizlik gibi sorunların en ağır biçimde vurduğu insanlar,” diyor, “işte bu insanlar aynı zamanda şehirlerimizin renkli (beyaz olmayan) ve dargelirli sakinleri.”
Reed, tabanda bir dipdalga olarak gelişen ve ülke çapındaki bisikletli ulaşım savunuculuğunun suretini değiştiren bir hareketin içinde yer alıyor. Başından beri ekseriyetle beyaz, erkek ve üst orta sınıf mensubu kişilerin boyunduruğu altındaki ana akım bisikletli ulaşım savunuculuğuna karşı, yeni gelişen bu savunucular kuşağı, çeşitliliği ve katılımı hareketin vitrinine taşımakta ısrar ederek sosyal hakkaniyeti esas amaç saymakta. Peki, hakkaniyet dediğimiz şey nedir ve bunun bisikletli ulaşımla ne ilgisi var?
Çizen: Ladislas Chachignot
Hakkaniyet ve eşitlik
Hakkaniyet, bir insaf ve adalet taahhüdüdür. Eşitlikten farklı olarak hakkaniyet, destekliyor olduğu topluluk içindeki sosyoekonomik çeşitliliğin mevcudiyetini tanır. Dolayısıyla eşitlik politikaları, içinde bulunulan şartlar dikkate alınmaksızın herkese aynı kaynakları temin ederken, hakkaniyetçi bir politika değişken ihtiyaçlara sahip farklı kişilere farklı kaynaklar temin eder. “Bisikletli ulaşımda hakkaniyet söz konusu olduğunda bakacağımız şey, ona en çok kimin ihtiyacı olduğu ve ondan en fazla faydayı kimin sağlayacağıdır,” diye açıklıyor Reed. “Bunu bisikletli ulaşım dilinde söyleyelim: Bisikleti daha fazla kullanmak için bisikletli ulaşım kaynaklarının desteğine en çok ihtiyaç duyanlar, bisikleti en az kullanabilen kesimin ta kendisidir.”
Güvenli bir bisikletli ulaşım altyapısının neredeyse esamisinin okunmadığı dışlanmış bölgelerde yöneticiler, bisikletli ulaşım programlarına ve altyapısına, bu temellerin zaten atılmış olduğu bölgelerde yaptıkları yatırımdan daha fazlasını yapmalılar. Bunu dikkate almayan her program, ne kadar iyi olmaya çalışırsa çalışsın, sosyoekonomik dengesizliklerin sürmesine ve hatta derinleşmesine hizmet edecektir.
Los Angeles ve ülkenin diğer kentlerinde bisikletli ulaşım araştırmaları yapan antropolog Dr. Adonia Lugo, hakkaniyete dair anlamlı bir yaklaşımın, bizatihi bisikletliler arasındaki kültürel farklılıklara dair daha kapsamlı bir kavrayış geliştirmeyi de gerektirdiğine inanıyor. “Bisikletli ulaşımda hakkaniyet, bisikletli deyince akla gelen profilin kimleri temsil ettiği ve bisikletli ulaşım politikalarında kimlerin söz sahibi olduğu gibi konuları ele alırken bir dengenin sağlanmasına ve bu meselelerin hâlihazırda kimlerin bisiklet kullandığı sorusuyla ilişkilenmesine atıfta bulunur,” diyor ve ekliyor “Bisikletli ulaşımda hakkaniyet çabasının, gelecekte bisiklet üstünde görmek istediğimiz kesimleri de kapsayan etkileri olacaktır.”
Ulaşımda bisiklet kullanan Amerikalıların büyük çoğunluğu dargelirli ve renkli (beyaz olmayan) insanlar iken, Amerika’da bisikletli ulaşım savunuculuğu yapanların büyük çoğunluğunun bisikleti daha çok rekreatif amaçlı kullanan gelir düzeyi yüksek beyazlar olduğunu akılda tutalım. Bu durumda bisiklet kullanıcılarının çoğunluğunu oluşturan o insanların gerçek ihtiyaçlarının bisikletlileri temsile soyunan bu bir avuç insan tarafından kavranamıyor olması kuvvetle muhtemeldir.
Philadelphia’da Better Bike Share Partnership (Adil Bisiklet Paylaşımı Ortaklığı) adlı bir kolektif yapı, halka açık bisiklet paylaşım ağında hakkaniyet savunuculuğu ile ülke çapında ön plana çıktı. ABD’nin birçok şehrinde bisiklet paylaşım sistemleri, kuruldukları günden beri toplumun büyükçe bir kesiminin bu sistemlere erişemediği gibi ithamlara maruz kalıyorken, Better Bike Share yaşanmakta olan bu erişim güçlüğünü aşma yönünde büyük adımlar atmakta. Philadelphia Bisiklet Koalisyonu (Bicycle Coalition of Philadelphia) bünyesinde Better Bike Share Partnership adına mücadele veren Katie Monroe, beraber çalıştığı topluluklarda insanlarla sahici ilişkiler kurmaya odaklanıyor. “Ciddi manada eleştirel düşünecek olursak, meselemiz sadece daha çok sayıda kadını, renkli (beyaz olmayan) daha çok kişiyi ya da dargelirli daha fazla insanı mevcut gündemimize dahil etmeye çabalamak değil, bu insanlarla sahici ilişkiler kurarak onların perspektifinin bu gündeme yansımasını sağlamaktır” diyor.
“Kapıyı açmaktan daha fazlasını yapmalısınız,” diyerek konuyu detaylandırıyor Reed. “Kendini o güne kadar topluluğun doğal bir parçası olarak görememiş insanlara, katılım arzusu duyacakları ve bunu yaparken kendilerini güvende ve değerli, hatta orada bulunmaktan dolayı kucaklandıklarını hissedecekleri, düşüncelerini ve dertlerini ifade edebilecekleri güvenli, koruyucu bir ortam yaratmalısınız.”
Çizen: Ladislas Chachignot
Bisiklete kimler binmek ister?
Karar vericiler, ulaşım planlama çalışmalarında daha hakkaniyetli olma gereğinin farkına varmaya başlıyor olsalar bile başka bir dizi sorun ortaya çıkıyor.
Çoğunluğunu beyaz ve üst sınıf insanların oluşturduğu bisikletli ulaşım savunucuları, renkli (beyaz olmayan) nüfusun baskın olduğu dargelirli mahallelerde bisikletli ulaşım altyapısına daha fazla yatırım yapılması için çaba harcarken, bu çabalarının bazen oralarda memnuniyetle karşılanmıyor olduğunu gördüklerinde şaşkınlığa düşüyorlar. Daha fazla insanı bisiklet kullanmaya yöneltmede en emin yöntemin genellikle bisiklet yolları yapmak olduğu sanılsa da hayatın gerçekliği öyle değil: Herkes bisiklete binmek istemiyor, bisiklet yolu olsa da olmasa da. “Altyapının yeni kullanıcılar üretme gücü olduğuna dair bir inanış var bisiklet savunucuları arasında ve insanlar ile ulaşım arasındaki ilişkinin aslında hiç de karmaşık olmadığını sanıyor,” diyor Dr. Lugo. “Oysa ulaşım, hem duygusal, hem de sosyal statüyle sıkı sıkıya ilişkili bir mesele.”
On yıllar boyunca özel otomobil Amerikalıların nihai statü sembolü oldu. Sürücü ehliyeti almak, yetişkinliğe geçişin ve bağımsızlığı elde etmenin bir delili sayıldı. Otomobil sahibi olduğunuzda dünyaya şöyle haykırıyordunuz: “Başardım!” Bisiklet süren insanların ise bunu yoksulluk nedeniyle yapmaya mecbur kaldıkları algısı, yoksulluk yaftasını boynundan çekip atmanın çarelerini arayan bu dargelirli renkli (beyaz olmayan) insanların bisiklet sürmeleri önünde bir engel oluşturmakta aslında. “Ötekileştirilip dışlanmış, haklarından mahrum bırakılmış insanlarız biz, hırslarımız var,” diye açıklıyor Reed. “Kendimize ve bütün dünyaya, kim olduğumuzu, ne olduğumuzu göstermek istiyoruz, çünkü dünya bizim kim olduğumuza dair yanlış düşüncelere kapılabiliyor sıklıkla… Önemsediğimiz sanılan bir şey umurumuzda olmayabiliyor.”
Reed ve Slow Roll topluluğu, mahallelerinde bisikletli ulaşım algısını değiştirme konusunda hayli başarı elde ettilerse de, daha yapacak çok iş olduğunun ve bütün o işleri yapmanın da hiç kolay olmadığının farkındalar. On yıllara dayanan köklü bir kültürel normu yerinden oynatmak bir gecede başarılacak bir şey değil.
Sosyal statü meselesinin ötesinde, otomobilin saltanatını yıkmayı daha da zorlaştıran başka meseleler var. Amerikalıların ne amaçla araba kullandıklarına bakarsanız, bunun çoğu kez uzun mesafeleri çabucak kat etmek olmadığını görürsünüz. İşin gerçeği, ABD’de yapılan bütün otomobil yolculuklarının yarısında mesafeler 5 kilometreyi geçmez ve bunların çoğu da yaya olarak veya bisikletle kolayca yapılabilecek yolculuklardır.
Dr. Lugo, otomobilin elde ettiği bu üstünlüğün, kolaylık ya da rahatlıkla sanıldığı kadar çok ilgisi olmadığına, daha ziyade ayrışma ya da farklılaşma yönündeki tarihsel bir arzuyla bağlantılı olduğuna inanıyor. Otomobilin banliyö ulaşımında kolaylaştırıcı bir işlevi vardı — buna birazdan döneceğiz — ve bugün bile insanları başkalarıyla temas etmenin doğurabileceği tehditlerin ağırlığından kurtararak şehirde dolanma imkânı sağlıyor. Otomobilsiz yolculuk etmek, kadınlar ve LGBTQ bireylere, güvenliklerinin risk altında olduğu hissini verebilir ya da o riski gerçekten de yaşatabilir. Sokaklarda şiddetin daha yaygın olduğu dar gelirli mahallelerde bu riskler daha da artar.
Diğerleri içinse, etrafını mümkün mertebe kontrol altında tutmak basit bir arzudan ibarettir. “Başkalarıyla beraber vakit geçirmenin bizi neden bu kadar ürküttüğüne biraz daha yakından bakmaya başlayıncaya dek, otomobil sahibi olmanın bu mukavim statüsüyle bir şekilde baş edebileceğimizi sanmıyorum,” diyor Dr. Lugo.
Bütün bu meselelerin karmaşıklığı abartısızca göz önündeyken, kimi iyimserler, bisikletin bu engellerden bazılarıyla mücadelede en azından bir arpa boyu yol kat edebileceği iddiasını sürdürmekteler. Ancak bisikletli ulaşımın hakkaniyetli olması isteniyorsa eğer, sadece altyapı inşa etmenin ötesine geçip güven de inşa etmek gerekiyor.
“Bisiklet yolları beyaz yollardır”
Uzun süredir bisiklet kullanan masaj terapisti Malaika Sharpe, yıllar önce Portland’daki mahallesinin soylulaştırma sebebiyle tanınmaz hâle gelişine şahitlik etmişti. Bir yandan her gün bisiklet süren öte yandan da bildiği tanıdığı mahallenin gözden yitip gidişinin şokunu yaşayan bir insan olarak 2 tezat dünyanın kesişiminde bulunan Sharpe, renkli (beyaz olmayan) çoğu insanın mahallede bisiklet yolu gördüklerinde kapıldığı korku ve huzursuzluğu anlayabiliyor.
“Aşikâr hâle gelen şeylerden biri şu ki, artık bu ülkenin birçok şehrinde, bisiklet kullanan insanların ortaya çıkışıyla birlikte, genellikle renkli insanların ağırlıkta olduğu mahallelere yeni insanlar da taşınmakta,” diye açıklıyor. “Konutların nispeten ucuz olduğu bu mahallelere uzun zaman önce yerleşip orada kendilerine bir hayat kuran ve az çok huzur hisseden insanlar, şimdi kendi hayatlarının bir parçası olarak bile kabul etmedikleri şeyler yüzünden yerlerinden edilmekteler.”
Bisiklet yollarının soylulaştırmaya giden bir ekspres yol olduğu algısı hayli yaygın ve külliyen temelsiz veya asılsız falan da değil. Amerikan ulaşım tarihini, ırkçılığın tarihinden ve azınlıklar ile yoksulları ötekileştiren sınıfçı planlama politikalarından ayrı düşünmek mümkün değildir. İnsanların şehirlerden taşınmaya başladığı ellili ve altmışlı yıllarda, üst orta sınıf beyazlar şehirde ‘sosyal hastalık’ olarak gördükleri şeylerden kaçabilsin diye, banliyölere doğru kilometrelerce uzanıp giden otoyollar ve anayollar inşa edilmişti. Hemen hemen her yerde bu otoyollar renkli (beyaz olmayan) insanların yoğunluklu yaşadığı yoksul mahallelerin içinden geçiriliyor ve kimi zaman o mahalleleri tam ortadan, hem de bir tarafından diğerine geçmeyi imkânsız kılacak şekilde ikiye ayırıyor ya da bir üstgeçitler ve köprüler labirentinin ortasına bırakıyordu. Bazen de koca bir mahalleyi tümden yıkıp dümdüz ediyorlardı.
Bu beyaz kaçış dalgası şimdilerde tersine dönmüş görünüyor; bilhassa hareketli üst orta sınıf gençler yığınlar hâlinde şehre geri dönmekte. Bir sürü sanat kafe, butik giyim mağazaları, bisiklet dostu birahanelerle birlikte bu genç yaratıcı sınıf, bir vakitler beyaz dedeleri ve nineleri tarafından tersi istikamette zaten yerinden edilen toplulukları şimdi bir kez daha yerinden ediyor. Yeşil boyalı, çiçek saksılı, korunmuş bisiklet yollarının gelişi, renkli (beyaz olmayan) nüfusun yaşadığı mahallelerde pozitif bir gelişmeyi ifade etmekten ziyade, tarihin kendini bu kez iki teker eksik tekrarlamakta olduğu yönündeki hissikablelvukuyu işaret ediyor.
“Ben orada değilsem hakkaniyet de olmayacak demektir,” diyor Sharpe. “Beni kovarsanız, bana benim kim olduğumu anlatan şeyleri söküp atarsanız, hakkaniyet neresinde olur bunun? Ben ben olacaksam, bana hayrı olacaksa bir değeri olabilir ancak.”
Pedallayarak ilerlemek
Eğer bisikletli ulaşım sosyal değişim için bir dönüm noktası olmayı başaracaksa, bisikletin olumlu etkilerinin yanı sıra olumsuz etkilerini de apaçık konuşmamız gerekecektir. ABD’de bisikletli ulaşımın geleceğine dair iyimser olabilmek için onun tarihini ve sınırlarını da aklımızda tutmalıyız. “‘Ah, bu doğru değil, biz kimin ne düşündüğüne bakmaksızın herkes için bisiklet yolları yapalım,’” diyerek bu işin üstesinden gelemeyiz,” diyor Reed. “Hayır, insanların ne düşündüğü önemli. Renkli insanların ve yoksulların da bisikleti benimsemesini istiyorsak, onların bu konu hakkındaki görüş ve hislerine itibar etmek zorundayız.”
Hem Reed hem de Sharpe, eğer renkli ve düşük-orta gelirli insanların yaşadığı mahallelerde bisiklet kullanımının artması hedefleniyorsa, bu değişim için itici gücün büyük ölçüde bu mahalleler içinden çıkması gerekeceğini söylüyor. “Renkli (beyaz olmayan) insanlar olarak bizler, mahallelerimizde, kendimizi ifade edebileceğimiz, bisikleti bizim kim olduğumuzu anlatmanın bir yolu olarak kullanmamıza imkân tanıyacak bir bisikletli ulaşım kültürü oluşturmalıyız,” diye açıklıyor Reed. Bisiklet sürme edimini kendimize mal ettiğimizde o artık bir başkasının edimi olmaz, bir beyazın edimi de olmaz, çünkü biz kendimizi bu edime bağlanmış hissederiz, tıpkı başkalarının yaptığı gibi biz de onu kendimize mal etmiş oluruz.”
Bu mahallelerin dışında yaşayan savunucular ve bisiklet sürücüleri için, hâlâ oynayabilecekleri büyük bir rol var. “Birçok bisikletli ulaşım savunucusunun yapabileceği şey, bir yerlerde başka türlü bisiklet kullanıcılarının da olduğunun farkına varmaları ve kendilerini bu yönde eğitmeleri,” diyor Dr. Lugo. Başka topluluklarla sahici ilişkiler geliştirmek, Munroe’nun da zikrettiği gibi, sonradan akla gelen bir düşünce olmak yerine, her türden hakkaniyet çabasının ardındaki itici güç olmalıdır. “En önemlisi, iyi arkadaşlar olmak, açık davranmak, dinlemek ve yaptığınız işi bilmesine izin vermek,” diyor.
Politika düzeyinde ise, sahip olduğunuz beceri ve imtiyazları iyi yönde nasıl kullanabileceğinizi öğrenin. Dışlanmış çoğu insanın aşmak için gerekli kaynaklardan mahrum olduğu uçurumları kapatmak epeyce zaman alabilir. Politika değişimi için savunuculuk, telefon konuşmaları yapmak, e-postalar yollamak, konsey toplantılarına katılmak, topluluk etkinliklerinde gönüllü olmak ve mahallelerle ağ kurmak gibi işlere hayli zaman ayırmayı gerektirir. Birden fazla işte çalışan ve ailelerine bakmak zorunda olan çoğu dargelirli insanın bisiklet yolu talebiyle belediye başkanına dilekçe yazmaya ayıracak zamanları olmayabilir. Geçim derdi olmayan insanların savunuculuk ve politika düzeyinde de hakkaniyetli bisiklet ulaşımını teşvik etme fırsatı var.
“Hakkaniyeti savunmak adına ayağa kalkın. Şehirlerde ve şehir kurumlarında politikalar belirlenirken hakkaniyeti öncelikli kılmanın önemini savunun,” diyor Reed. “Bunu yapmak için müttefiklere ihtiyacımız var, doğru olanı savunmak sadece siyahilerin ya da kahverengi tenlilerin işi olmamalı, herkesin bu işte bir konum edinmesi ve doğru olan için çabalaması gerekiyor.”
Hilary Angus, bisikletiyle Amerika’nın batı sahilinde seyahat etmekte olan serbest bir gazeteci. Kentleşme, sürdürülebilirlik, bisiklet ve sosyal adaletin kesişimi konularında yazıyor. hilaryangus.com