Daha yazıya başlarken bir çatı altında sürdürülmeye çalışılan ikili ilişkinin kırmızı alarm verdiği çorap sorunsalı ile kadına şiddet arasında bir bağ var mı diye sorsam şu an bunu okumakta olan erkeklerden kaçı “hah, bir bu eksikti!”, “şimdi bir de bu çıktı!”, “abartma” der?
Ya da feminist duyarlılıkları olan özgürlükçü erkek arkadaşlardan kaçı “özgür yaşama alanımızı kısıtlayan, evi kendinin alanı olarak görmekten vazgeçemeyen kadındır. Kadın, toplumsal cinsiyeti reddetse dahi, bir ilişki içinde olduğu andan itibaren, kendisini toplumsal kurallar içerisinde yaşamak zorunda hissediyor. Oysa çorap benim, ister kirli sepetine atar, ister halının üstüne bırakır, istersem de sarılır yatırım. Bunlar benim çoraplarımla olan özgür ilişkim” der?!
Malumunuz Kadına şiddet sadece fiziksel olmadığı gibi psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet gibi çeşitli şekilde gerçekleşmektedir. Bir hareketi yaparak ya da yapmayarak, sözlü ya da sözsüz, bastırma, ihmal, küçük görme, zorlama, yok sayma, kendi görüş ve yaşam biçimini dayatma gibi birçok şekilde karşımıza çıkar. Peki, bu şiddet çeşitlerinin altı günlük yaşam deneyimleri ile nasıl doludur?
Ortak yaşam ve her bireyin özel yaşamını sürdürebilmek adına gerekli olan günlük asgari koşulların, neler olduğu ve nasıl sağlanacağı, bunları yerine getirmek görevi kendisine yüklenmemiş erkek için anlaşılamamış büyük bir sorun olarak hala karşımızda duruyor. Günlük yaşamın en basit şekliyle dönebilmesi için gerekli olan ihtiyaçları yerine getirmek bir kenara, kafasında tasnifleyemeyen erkek, kadının neden yorulduğu, hangi işleri yerine getirmek zorunda kaldığından ne yazık ki bihaberdir.
Yere atılan çorap, günlük koşuşturma ve yapılacak işler içinde küçük ve önemsiz bir meseledir. Bir erkek, kendi çoraplarını makineye atıp yıkadıktan sonra, ipe serip kurutup, kuruyunca toplayıp, sepette karışık halde duran çorapları birbirine denkleştirerek ya da denkleştirmeden, ihtiyaç halinde ulaşabileceği bir yere koyarak, yeniden giyilebilme haline tek başına getirebiliyorsa, bence çoraplarını istediği yerde bırakabilir. Ama “çorabı istediğim yerde çıkarırım, temizlik anlayışımızın aynı olması hususunda beni zorlayamazsın” dedikten sonra çorapların üzerine basıp geçip, bir daha da öyle bir çorabın varlığını bile unutuyorsa, bu özgür yaşam hakkı falan değil düpedüz şiddettir. Kılıfına uydurulmuş, baskılama yöntemi ile emeği sömüren bir şiddet. Evdeki angarya görülen işleri kadının sırtına yükleyerek, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayanların ise özgürlüğün kısıtlanmasından bahsetmesi adil değildir.
İşin aslı, biz kadınlarca da mesele çorap değildir ya da çorap sorunsalının çorapla ilgisi yoktur. Asıl mesele, toplumsal cinsiyet rolleri gereğince yüklenen hak ve görevlerin dağılımı ve bu dağılım içinde kadının ikinci cins olarak kabul görülmesi, bunun da hayatın her alanında, her anında karşımıza çıkmasıdır. Çorap, zamana ve yaşama yayılmış bir bütünün küçük, kirli bir çift, ortaya atılmış parçasıdır.
Olaya kadın gözüyle daha yakından bakabilmek için gün içerisinde ataerkil sistemin sözde kendi “doğalında” gelişen, kadının ikinci cins olarak görüldüğü, aşağılandığı, şiddete uğradığı alışılagelmiş, erkekler tarafından kayıtsız doğrular olarak kabul edilen başka “küçük meselelik” örneklere de bakmakta fayda var.
“Kesin bu arabayı süren kadındır.”
Bu, kadının erkekler gibi iyi araba kullanamadığını, araba sürmenin erkekler tarafından başarı ile gerçekleşen bir “erkek işi” olduğunu anlatan sıkça duyduğumuz bir söylemdir. Ev bütçesi için artık ekonomik hayata katılması ya da at yarışı haline gelen ebeveynlik zincirinde çocukları parkurdan parkura taşıması ya da sembolik ıvır zıvır günleri için hediyeleri temin etmesi gibi “kutsal ailenin” angarya işler günlük hayatın bir parçası olana kadar kadının, araba sürmesine gerek görülmedi. Yıllarca direksiyona değememiş ev içinde kalması makbul kabul edilen kadın için bu söylem sadece haksız olmadığı gibi ikiyüzlülük de barındırır. Daha çok erkekler direksiyon tutmuş, daha sıklıkla yolda görülmüş olsalar da araba sürmek; erkeklerin, kuralları belirlediği ve yolların kayıtsız şartsız tek fatihi, birer CarMan’i olduğu bir tür “adam” işi değildir. Mesela çift şerit bir yolda hız sınırı elli ise bu ikinci şeridin son sürat hızla kullanılabileceği ve hız sınırı dâhilinde araba süren kadını selektör yakarak taciz edebileceğiniz, trafik kurallarına uyduğu için araba sürmeyi bilmediğini iddia edebileceğiniz anlamına gelmez. Üstelik iş çıkışı, evde sizi bekleyen yetişmeniz gereken ikinci bir vardiya yerine televizyon kumandası ise dır dır etmeniz bu anlamda da hiç adil görülmemektedir.
“Sokaklar tekin değil. Örneğin bir kadın tek başına oralarda gece yürüyemez.”
Yürümenin gecesi gündüzü ya da cinsiyete göre farklı bir ritmi yoktur. Kadını cinsel bir obje olarak gören, kadının isteği dışında kadının bedenine zorla sahip olabileceğini düşünen erkek vardır. Bu söylem, “namuslu olmak/kalmak zorunda olan kadın, başına bir bela gelmesini istemiyorsa! Gece tek başına sokağa çıkmamalı!” algısı barındırır. Kendince kadının “namusunu” korumakla yükümlü olduğunu düşünen erkek bu söylemle kadını uyarırken diğer yandan gece sokağa çıkan kadının taciz ve tecavüze uğrayacağı algısını normalleştirir. Oysa uyarılması gereken, taciz ve tecavüzcünün ta kendisi, günlük sohbetlerde kadınların bedeni üzerinden cinsel içerikli şakalar yapan, cinselliğin kayıtsız-şartsız kendi hakkı olduğunu düşünen erkektir. Kadın değil, penisi olduğundan dolayı kadın bedeni üzerinde her türlü hakka sahip olduğunu düşünen erkek, geceleri hatta mümkünse gündüzleri dahi evden çıkmamalıdır.
“Ne yaparsa yerim. Yemek konusunda mızır değilim”
Yemek yapmak kadının asli görevidir anlamını vurgulayan bu cümlede, kendisinin neden beslenmek zorunda olduğunu cinsiyeti dışında açıklayamayan erkek, kadının emeğini yok sayarak kendini yüceltir. Sözcükleri büyük özgüven ile birbiri ardına fütursuzca sıraya sokan yeni güncellenmiş yeni model çağdaş beyefendiler aslında bize ”ne kadar da iyi, anlayışlı ve kadın “görevini” tam olarak yerine getirememiş olmasına rağmen hoşgörülü bir erkek” olduğunu ima eder.
“Siz kadınların işi kolay değil, temizlik, yemek, topla, yıka gerçekten zor.”
Yine yaşamı sürdürmek için gerekli görülen işler, iş bölümü yapmak yerine kadının sırtına yüklenip, normalleştirilirken anlayışlı, iyi niyetli erkek profili ile karşı karşıya kaldık. Anlayış ve iyi niyet tek başına faydasızdır. İyi niyetli değil, adil ve eşitlikçi olun. Empati yapmak, yüzleşme ve sorgulama ile başarılı sonuç getirir. Gerisi var olan düzenin devamlılığına engel olmadığı gibi taraflara da bir yarar sağlamaz. Mesela erkeğin nasıl bir fıtrat sonucu böylesine adil olmayan ayrıcalıklarla bezendiğini ya da kadının nasıl bir fıtrattır ki bu kadar işin tek sorumlusu olduğunu sorgulayın. Ekonomik yaşam içinde erkekle birlikte yer alan kadının, tek başına sorumlu olduğu bunca ekstra işi, yirmi dört saatlik nasıl bir koşuşturma içinde gerçekleştirebildiğini zamana bölüp, aklınızla çarpın. Sonra da bunca yükü sırtında taşıyan kadının; ne kadar yorgun, kendi kişisel ihtiyaçları görmezden gelinen, yok sayılan, sürekli zamanla yarışıp, sürekli ürettiği her işin de toplum başarı kriterlerince kıyaslanan yaşamını bir düşünün.
Eklemek istediğim bir şeyde dır dır dediğimiz şey, üzerindeki işlerin ağırlığı altında ezilen kadının imdat çağrısı şeklinde ağzından çıkanlar değil, bunu görmezden gelen erkeğin, kadının kendini bıraktığını, kilo aldığını, sürekli söylendiğini, isteklerinin hiç bitmediğini söyleyip durmasıdır. Ve haklısınız haksız dır dır hiç çekilmiyor.
Özetle bunlar sadece erkeğin kadına karşı uyguladığı şiddet biçimlerinin günlük yaşamımız içinde ki ufak tefek birkaç örneği. Elbette, savaşların sürüp gittiği, ölümlerin yaşandığı, yaşam mücadelesi içinde gittikçe daha da zorlandığımız, yolsuzlukların, önünde hak, hukuk, adalet ne varsa görmezden gelerek hızla yol almaya devam ettiği, bizler çözüm masasından umutla sonuç beklerken, kurdukları iktidarın sarsılacağından korkanların faşizmin dozajını artırdığı bugünlerde “çoraplardan” da bahsedeceğiz.
Çünkü şiddete karşı mücadeleyi önem hiyerarşisine tutamazsınız, öncelik belirleyemezsiniz. Şiddet biçimi ve etkisi ne olursa olsun şiddettir ve birbirini doğurup durur!
Çünkü iktidar biçimlerine karşı duracaksanız, kendi güvenlikli, refahı yüksek alanlarınızdan da feragat etmeyi düşünmelisiniz!
Çünkü kadına yönelik şiddete artık dur demeliyiz!
Çünkü eşitlik ile adalet, hak ile hukuk darbe alıyorsa nerden geldiği, ne zaman geldiği önemli değildir!