SALINCAK
Eylül 21’di okumaya başladığımda. Sonbahar, tarihe inat gelmemişti sokaklarımıza fakat iç sokaklarımın çıkmaz yollarında yine değerli bir kalemden çıkan bir kitap duruyordu rengârenk durağımda.
Cemal Süreya’nın “aynı şehirde;
sen varsın,
ben varım,
biz yokuz…” dizeleri bir aşka mı aitti bu romanda yoksa çok dilli sokaklarımızın insanlarına mı?
I.Sınırları Aşmak
Ne sinir kelimedir şu sınır; sanki birileri noktalarını koymayı unutmuştur ı’lara. Yaraların kabuk bağlamıyor olmasıyla açılıyorum romana ya da roman bana.
“Belki sana çılgın gibi gelen düşler, kimileri için sıradandır” cümlesi kurulurken romanda, Cenk Mutluyakalı’yı düşündüm. Bir erkek yazarın, bir kadını nasıl bu kadar bilinçli konuşturabildiğini, düşlediğini. Aslında doğru mu okudum-anladım diye kontrol etmek için bir kez daha okudum aynı cümleleri.
Kızı ve babası ile yaşayan bir kadın var bu romanda. Yukarıdaki cümleyi de babası kuruyor zaten. Daha ilk sayfalarda kurulan anlam dolu ifadeler, yeniden okunmasını sağlıyor cümlelerin.
Larnaka Limanı’nda bir düş. Erotik bir düş. Adalı bir yazar, adayı yazar bu romanda. Larnaka gerçekten limanı için mi seviliyor diye düşünürken Larnaka’ya taşıyorum düşüncelerimi, şu anımı. Ellerini birbirine kavuşturup “yeniden …” diye başlayan cümlesi geliyor kulaklarıma yaşlı adamın. Ki belki de yok şimdi adada, hayatta. “Yeniden birleşeceğiz” demişti gülen gözlerle kapıların açıldığı ilk yıllarda. Roman dışına taşıyorum istesem de istemesem de. Sallanıyorum bir romana doğru bir adanın şu anki gerçeğine doğru.
Alexia ! 20 yaşında bir kızı var. Sınırlara ulaştı mı, aştı mı, kaçtı mı Alexia?
II. Larnaka
Bir efsane ile kesişen bir yürüyüşle devam eden roman, tuz gölü efsanesini anlatırken tuz gölü geldi aklıma. Yine sallandım roman ve ada arasında ve çok sevdim renk, hayat, aşk devinimi başlangıcını. Alçalan uçakları düşündüm ki zaten okurken alçalmıştı bile uçaklar kıyıda. Gökyüzünden üzerinize yansıyan uçağın gölgesini siz de hayal edebiliyor musunuz? Alexia ismini bile okuyabiliyor uçağın: Kerinya.
Elenisiniz, Ermenisiniz, Maronitsiniz, Arapsınız, Türksünüz derler ya; insan değil mi hepsi de. Şu çağa bakıyorum da uzaklaşıyorum kendime.
Hangi lisanda anlaşabilirdik? Sadece bakışsak yetmez mi?
Ne kadar haklı, sokak isimleri değişirse; bir çocuk, bir gün geri döndüğünde, nasıl bulacak ki evinin yolunu?
Sokaklar yeniden seslerini çoğaltabilir mi artık?
“Nereye götürmüşlerdi seni?” diye sorarken babasına Alexia, düşündüm ben de götürülenleri. Esir hayatı yaşayan atalarımızı, halkımızı, ailelerimizi… Hiç gülen yüzünü göremeyeceğiz sanırım bu adanın.
150 kişi bir kamyonda, elleri gözleri bağlı. Güzel anıların kaybolması öyle kolay ki aslında. İyi/lik kavramını ne zaman kaybeder insan diye düşünürken, Alexia’nın babasının sözlerini okumam, Salıncak için zamanı geldi çağrısıydı.
Utançlar ne kadar ağır olabilir?
Bedenen ya da zihnen esir olmak…
Bilinmezlik en büyük esarettir diye mi bir yere kayıtlı olmak insanı rahatlatır?
Bir yanımız hep esir kalmaya devam edecek mi Salıncak?
“Baktığın yerden
içimdeki denizi göremiyorsun” der Neşe Yaşın.
III. Günebakan
Günebakan’da; Despina kelebek dövmesiyle girer avluya, cinsel özgürlük temalı kelebek.
Sadece bir kadının diliyle, düşüyle yazılmamış Salıncak, bir annenin dili de hâkim sayfalara.
Hayranlıkla okumaya devam ederken, bir yandan da içim burkuluyor, göğsüm sıkışıyor düşünmekten. İnsanın paydası bir olsa ne olurdu sanki. Bu kadar kötüye geçemese insan, iyide kalabilse.
Belki çocuklar olsun kalır, belki onlar değiştirilmez, özünden koparılmaz; bir temenni sadece.
Despina.
Sekinin kenarına oturduk birlikte.
Babasız büyüyor Despina. Aşka inancı kalmayan bir anne. “Aşka ne zaman inancın oldu ki” diye şaşıran kızı.
Aşkı tanımlamayı sorguladığımız bir dönemde, aşkı da farklı bakış açılarıyla anlatıyor olması iyi bir şans bizim için.
Kerinya’ya gitmek istiyor. Çocuk olduğu sokaklara, yollara, evine…
IV. Gelgit
Gelgit kısmına geçerken; gelgitler yaşıyorum istemeden.
Babam da köyünü bakımsız görünce gitmek istememişti bir daha.
Gitmek kimi zaman kaçmaktır, kimi zaman varmak diyerek devam ediyorum romana.
Haklı roman; yaşanmışlıklar da bizle yaşar, koynumuzda.
Hangi cümlenin altını önce çizmeliyim Salıncak?
V. Ada
Yurtsuzlukta yorulmuş çocukları karşılıyor, 74’ün kalpsiz Temmuz’u.
Ülkemizin yarısı sahi bize niye yasak Salıncak?
Bir bebek, adı Anna. Gözleri içine kaçan o oyuncak bebekten benim de vardı; adı Anna değildi. Karanlıktan korkan çocuklarla dolu sokaklardaki ağaçlar dile gelse ya…
Beşparmak Dağları’na gelene kadar güneyde miyiz kuzeyde mi anlamadım. Hep kuzey olarak düşündüm nedense, güneyim karıştı. Hangi yarımdayım hangi taraftayım karıştım.
Yaşamın özünü tutan anılara takılıyorum ilk kez, tel örgüler yerine.
Çocukların pespembe yanakları, hiç bir kötülüğün uğramadığı bir coğrafyanın yüzölçümü sanki.
Girne’ye varıyor Alexia.
“Bir daha geri gelmeyecekler sandık
Geldiler
Ellerinde kapılarımızın anahtarı”
Gürgenç Korkmazel
VI. Kerinya
“O kadar seneden sonra emin değilim” kimin evi.
Ev neresidir Salıncak?
Ev nerededir? Sen de evini özlüyor musun benim gibi?
Hangi yatakta yattığına göre değişir mi insanlık Salıncak?
Yatağın altına gizlenen bugünkü kahramanlardan ne güzel bahsetmişsin.
Ganimetleri hâlâ kimlere dağıtıyorlar, gerçekten de bitmiyor Salıncak. Seçimler biterse belki o da biter ne dersin?
Evler diyor evimiz, eviniz, evleriniz, evlerimiz… İçimdeki evin pencereleri kapanıyor 1974’e giderken.
VII. 1974
Çocukluğumdan geçiyorum sen her “ev” dediğinde…
Herkesin çocukluğuna dair bir anısı vardır derken evimi düşünüyorum.
Alexia’nın çocukluğuna dair ilk anısının sembolüydü o salıncak. Öyle bir salıncak ki, adını vermiş hayatının ilk romanına.
Bir yaprak koparıp da uzaklaştı ya yusufcuktan, kimi de limondan kopardı aynı yaprağı uzaklaşırken. Dedi ya roman; seçicidir bellek, vardır milyon anısı herkesin.
Temmuz 15’ti, babası girdi kapıdan içeri, darbe oldu dedi. Yasak dedi.
EOKA B neydi Salıncak?
Kozalaklar neden yakılır Salıncak?
Temmuz 19, aynı telaşla eve giren baba.
Uçak sesleri bir romandan nasıl bu kadar net duyulabilir Salıncak?
Korkulu gözler eşitliyordu hepimizi.
Dome Hotel’deki bellek yanılmasını yaşıyoruz biz de okurken.
Temmuz sonu.
Ağustos nasıl bitti.. Eylül nasıl geçti..
Ateşkes vardı.
VIII. Evlerin de canı vardır
“Evimden, evime döndüm, sokağımdan sokağıma, kendimden ötesine sığındım, yersiz yurtsuzluğumu hatırladım. Bir kavuşmadan ayrılıyor ya da bir ayrılığa kavuşuyordum. Kerinya’dan Larnaka’ya. Evim olmayan evim geride kalmış, sonradan evim olamayan evime yanaşmıştım.”
Doğduğumuz evin, çocukluğumuzun evinin bahçesindeki ağaçtan bir yaprak koparmak neden önemlidir Salıncak?
Herkes bir bir gidiyor Salıncak, evlerini göremeden ve görememeye devam ederek…
İki anne, iki baba, üç çocuk.
Türkçe, Rumca konuşmalar.
Yedi yolcu.
Londra – Lefkoşa hattı.
1974’ün 19 Temmuz’u.
İki Kıbrıslı aile.
Tam ortasından bölünecek başşehrin havaalanına son yolculuk.
Adanın tek havaalanında kontrol memuru Hristakis.
O son inişi yapan pilotun gözleri.
Ah ki ne ah Salıncak. Ah ki ne ah.
Yunan darbesinde cuntanın ilk kontrol altına aldığı yer havaalanı. Savaşta ilk bombalanan yer. O havaalanı bir daha kullanılmadı.
Yeni havaalanına adı verilmesi gereken kişiydi pilot.
“Uçaktan görüyorum, savaş gemileri var!” demişti…
IX. İçe açılan kapılar
Bellek, gerçeklik midir Salıncak?
Bakkala yürümek.. Gün, Eleni teyzenin gülümseyen yüzünde iyileşirdi. Yırtık bir sigara karton üzerinde tutardı hesaplarını. Tıpkı çocukluğumdaki bakkalın yaptığı gibi.
Mavi panjurlar, kahverengiye neden boyanır Salıncak? Biz de maviden kahverengiye boyamıştık, nedeni aynı mı Salıncak? Boyandıkça geçmiş örtülür mü Salıncak?
Alexia ne güzel demiş Salih’e; “niye eski ismi diye sorguluyorsun da gerçek ismi demiyorsun Salih?”
Biz yokken de hep birileri vardı, her defasında – hep- değişmişti isimleri belki de.
78. sayfada sokağı öyle güzel anlattın ki Salıncak.
Ve haklısın Salıncak, sokak insan gibidir. Çocukluğumun sokağına gittim, kaldım orda.
Peki ya sen Salıncak; bir sokağın adı mı olmak istersin yoksa sakini mi?
X. Örümcek ağları
Dedin ya bir kadın evine döndüğü zaman kendine devrilir diye, sen de üzerime devrildin be Salıncak.
Keşke’miz bile aynı.
Hani son cümlen var ya 90. sayfada, “ben de” diye haykırdım bil Salıncak!
XI. Bir çiçeğin yası
Flipinlilerin milli çiçeği; ful çiçeği. Arap yasemini de derler.
Haklısın insan ağaçlar için yas tutabilir Salıncak.
Demek bundanmış benim de üzüm mevsiminde tadımın kaçması. Ah Salıncak, ah!!
XII. Sen uyu anne
Sessizlik, bir annenin gidişi.
XIII. Andonis
Dileğimiz aynı Salıncak; tertemiz yürekli çocuklar dilemek dünyaya. Birbirine tüfek tutmayan çocuklar büyüsün ve kirlememiş sözcükler büyütsünler.
Andonis ile Alexia’nın aşkı.
XIV. Herkes öldürür sevdiğini
109. sayfa 2. paragraf.
Alexia, tarih dersinin ortasında hocasına bağırmaya başlıyor. Bağırarak okumuştum ben de o paragrafı. Haklı Alexia, hiçbir bilim insanı böyle taraflı konuşmamalı, anlatmamalı.
Yalnızlıkla üşümemeliyiz, korkuyla yaşamamalıyız.
Tarih hocası Nikos; “ders bitmiştir!”
“İyilikler bizim, katliamlar onların” dedi, düşündüm. Düşündüm Salıncak, ben de senle bağırıyorum: “Daha ne kadar düşman olacağız?”
Hepimiz resmi tarihin ve milliyetçi ezberin köleleri olmuştuk. Bizim öğrendiğimiz tarih ne kadar doğru diye yakınıyor Alexia. Sana katılıyorum Alexia.
Kıbrıslı olarak ortak yurttaşlık bilincine hiçbir zaman sahip olamayarak okumaya devam seni Salıncak.
Tarih dersinden dışarıya çıkmak istiyor Melina ve çıkıyor.
Bayılıyor Alexia, yanında tarih öğretmeni, özür diliyor ondan.
Hamilelik.
Bu adada baharın en görkemli müjdecisi badem ağaçları ve yine badem ağaçları çiçek yüklendi.
Hamilelik, içindeki tohum. Bambaşka bir mucize.
Andonis evlilik düşünmüyor.
XV. Cehennet
Yürek dediğin yaralı bohça, birileri yırtar sen dikersin. Cehennem dediğin yer; acı çektiğin değil, acı çektiğini kimsenin duymadığı yerdir, bilirsin.
Harika bir orgazm yaşamış olsa da ardından “niye gerçeği de rüyalardaki kadar güçlü olmuyor” diye söylenmeden edemeyen Alexia.
Yaşlılık.
Hüzün dağıtma yöntemlerimiz olduğunu hatırlatıyorsun bize Salıncak ve bahsedemeyeceğimiz acıların varlığını.
XVI. İki yitik yürek
Kimin asapları bozuk değil ki Salıncak?
Ne doğru dedin; toplumun dörtte üçü mal mülk meselesinden birbirine küstür. Ana evlada, gardaş gardaşa.. ah..
Sonsuzluğu izler gibi bahçeye bakıyor Alexia.
Birine bağlandığın zaman yalnızlığın ilk adımını atmış oluyordun. Çünkü o gidecek, sen yalnız kalacaktın.
Ve haklısın Salıncak, sırayı bozar savaşlar. Dünyanın nizamını bozar. İnsan gendi memleketine yabancılaşır. Söyle Salıncak.
Alexia ve Salih.
İçindeki suskuyu, küçük koydan açık denize bırakan Alexia.
Sen Salih’in aşkı mısın gerçekten?
Gerçeği bilip öğretememek, tek taraflı anlatmak…
XVII. Yara bandı
Ne yana dönsek, ötesine yürümek yasak.
Coğrafi barikatlar aşılır da zihinsel barikatları nasıl aşacağız?
Çocuklar gelenekleri öldürüyor mu Salıncak?
Sitem, çaresizlik.
Başka yerlere kaçma isteği derken;
XVIII. Anlamlar ve yalanlar
Alexia ve kocaman adamın konuşmaları.
Sevişmek sorun olmuyor, yemek yemek sorun.
Evlilik ve sınırlar.
Arkadaşın ne kadar haklı Alexia, senin yüzünün gülmesi ya da kendini iyi hissetmen bir süre sonra yetmiyor. Başkalarının da yüzü gülmeli, başkaları da kendini daha iyi hissedebilmeli.
Hayallerle, hesaplaşmalarla, yorgunlukla uyuyoruz, tıpkı Alexia gibi Salıncak,
tıpkı Alexia gibi.
Çayını, cam bardaktan içme huyu sadece babana ait değil Alexia ve Kıbrıs kahvesi deyimi yerleşsin artık dilimize. Kıbrıs yerleşsin artık benliğimize.
Yoksa benim de dileğim bir rüya mı?
Darbe salatası söyleyelim mi dışarıya çıktığımızda yine?
Geleneklerimiz gerçekten de ölüyor Salıncak.
Son buluşma kocaman adamla.
Son sevişme.
İki kadın bir adam.
Yalanlar.
Gerçeklerle yüzleşmekten korkanlar çoğaldıkça, yalanlar giderek artıyor. Hatta bu yalanlar, zamanla gerçeğe dönüşüyor. Haklısın Salıncak.
Ya evlilikten kurtul ya yalanlarından.
XIX. Salih
Hayatın adalet terazisine güven yok Salıncak, haklısın.
Larnaka’ya gidiyor Salih.
Alexia’nın evinden çıkıp geliyor Salih, Alexia’nın evi şimdi burada. Onun olmayan şehirde yaşıyor, nasıl içinden çıkılmaz bir labirent.
Hepimizin alınlarında plaka gibi etnik kodlarımız var haklısın Salıncak. Çıkarsak bu plakaları üzerimizden, insanlar olsak, çıplak insanlar; işaretsiz, harfsiz, rakamsız, kodsuz insanlar. Yurdunu seven, üreten, paylaşan insanlar. İnsanlar ayrılacaksa iyi-kötü diye ayrılsa, plakasız olsak.
Çocukluğunun sokağının adı neydi?
Hep savaşa yoğunlaşıyoruz, acı günlere saplanıyoruz.
Aynı dili konuşanlarda hınç, düşmanlık, kin yoktur.
Sokaklara sahip olmak uğruna, dünyayı kaybetme.
Devleti yitirme.
Darbecilerimiz, işgalcilerimiz, garantörlerimiz, kahvenin telvesi gibi içimize oturdu; haklısın Salıncak.
Evler çoktu sizin, biz azdık siz çok.
İlk başlarda aklına gelmeyeni sonradan sorgular olursun.
Her ağaçtan iki tane vardı, salıncak bir tane.
Ağaçlar ve mevsimler.
Bu mevsimleri hayatımıza siz ekmiştiniz ya da sizin mevsimlerinizi biz yaşadık.
Mavi panjurlar kahverengiye boyandı.
Panjurda delik olması tesadüf mü; çünkü benim odamın panjurunda da delik vardı Salıncak.
XX. Sokağın çocukluğu
Özdemir Asaf diyorsun ki;
“Bir ülke karanlıktır
Bir sokağı sönükse..”
Bizim her sokağımız sönük, sökük, soluk bu yüzden.
Siren sesleri, mavi araçlar, polisler, çığlıklar ki çocuk çığlığı bunlar.
Beyaz güvercin bakışı taşıyan çocuklardı, nefret ilişemezdi bu saflığa.
Çocukların boylarından büyük çığlıkları var sende Salıncak.
XXI. Salıncak
Uyan Despina, Kerinya’ya gidiyoruz.
Bu ülkedeki işgali onaylıyor musun?
Senin evin gasp edildi.
Git ve bu ayıbı onayla!
En başta gösterdiği tepkiden eser kalmıyor ve gitmek istiyor o da.
Kahvaltı masası.
Zaman nedir sorusu ve Alexia’nın babasının verdiği cevap.
Haklısın Salıncak, zaman çocukların büyümesidir. Albümlerin çoğalması, yitirdiğimiz insanların gülüşü. İnsanların düğünü, göçü, hüznü. Doğumla ölümün yarışı. Daha çok cenazedir zaman, daha çok pişmanlık, daha çok özlem.
Her bir hayali, ne zaman kuruyorsan o zaman yaşa.
Ne güzel, ne anlamlı bir öğüt bu Salıncak.
Zamana kanmayalım haklısın.
Dallarına tırmanıp çocukluğumu toplayacağım bir limon ağacı var. Babası iç çekerken yüzünden bir bulut geçer. Aşı tutmuş dedi, turunçtu ve o kirli temmuzda limona aşılamıştım, tutmuş aşı.
Yola çıkıyorlar.
Kızıyla gideceği yol, annesiyle kaçtığı yoldu.
Haklısın Salıncak; biz yolumuzu, yönümüzü değiştiremedik. Yol bizi değiştirdi.
Barikattalar.
Bu toprakların neresi özgür?
Gösteriş ne kadar büyüyorsa, gerçek o kadar küçülüyor.
Devlet aklı neyi kabul eder ve neyi kabul etmez?
Kayıtlarda kızıyla kardeşti Alexia.
Nedense hayat, başkalarının hatalarının faturasını masum evlatlara kesiyordu.
Kendini nereye ait hissediyorsun, hangi millete, hangi bayrağa, hangisine anne?
Despina ne güzel sorguluyorsun hayatı.
Coğrafya ve insan en iyi yurt tarifi midir Salıncak?
Şimdi bu sokaklar kimin anne?
“Sokaklar sahipsizdir” der Salıncak.
Oyuncaklarımız yoksa da sokaklarımız vardı.
Sokaklar çocuktu, çocukluğunu yitirdi o sokaklar.
Çocuklarını arayan sokaklar var şimdi
Haklısın Salıncak; sokaklar yarıldı, ayrıştı, küflendi, çürüdü, dilsizleşti.
Şimdi o sokaklarda birbirinin geçmişini bilmeyen, birbirini tanımayan insanlar var. Ötekinin acısını umursamayan, ne oldum delisi, birbirini ezerek konuşan insanlar. Şimdi vicdanını yitirmiş, kurtarıcısından kurtulmaya can atan sokaklar var.
Kocaman adam, çocukluğunun evinin tam karşısından çıkıyor ve çok şaşırıyor Alexia.
Yalan yarım gülüşlerle içlerine döküldüler. Geride kalmıştı hepsi.
Salih’in babası onlar için mangalı yaktı.
Sokak isimlerini yenileyen çocuklar, dünyayı değiştirecek ve tarihi yeniden yazacak.
Şehir gerillası komuta gibi Salih.
“İyi bir evlat yetiştirmişsiniz” sayfa 179, son satır.
Salih’in babası o filozof tarzıyla der ki; “kafeste doğan kuşlar, uçmayı hastalık zanneder.”
“Biz birlikte yaşamayı hastalık görürük bu adada, öyle zannederik.”
“Eğer omurga yoksa, et dediğin ne kadar duracak insanın sırtında.”
“Ortalık leş kokarsa, sebebi aha bu omurgasız vücutlardan dökülen çürük etlerdir.”
Salih, yeni sokak adıyla gelir. Sokağın yeni adı Kounias (Kunya). Salıncak anlamını taşıyor.
Alexia sokaklarının adını söylememişti ona, Salih bu adı vermişti artık sokağa.
Alexia’nın çocuk olamadığı yerde, kızı da çocuk olamamıştı.
Alexia gökyüzüne bakıyor, savaş anlarını hatırlıyor ve gökyüzüne gülümsüyordu. Temmuz’un içinden kurşunlar geçiyordu.
Hepimiz yarımız haklısın Salıncak.
Ve Alexia gülümsemeye devam eder;
“Senin gözlerin benim gökyüzümdür, senin saçların benim rüzgârım.”
Tüge Dağaşan