Temsili demokrasinin toplumun taleplerini karşılayamadığı artık su götürmez bir gerçektir. Seçim günü geldiğinde sandıklara gidip 5 sene boyunca bir kişinin toplumu adına görüş bildirmesi için seçim yapma rüyası sona ermiştir.
Nitekim, Kıbrıs’ın kuzeyindeki yapıda herhangi bir demokratik yöntem işlememesine rağmen, yıllardır “demokratik” seçim iddiası ile toplum lideri seçildiği düşüncesi, geçtiğimiz hafta tamamlanan Cumhurbaşkanlığı yarışı ile resmen sona ermiştir. Artık, toplumun birçok kesimi Türkiye’nin direkt kontrolü altında yaşayan bu topluluğun özgür bir şekilde seçim yapamadığını dillendirmeye başlamıştır.
Birçoğunuzun bildiği üzere, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ne ilk, ne de ikinci turunda herhangi bir adaya oy vermedim. Bunun gerekçesini şöyle açıklayabilirim:
Kıbrıs’ın kuzeyinde bu yapının var olabileceği ve bağımsız yaşayabileceği ideası üzerine kurulu herhangi bir seçim propagandasına oy vermeyi doğru bulmadım. Seçim bugün olsa yine aynı kararı verirdim. Seçime giren herhangi bir aday, Türkiye’nin kktc’yi kullanarak Doğu Akdeniz üzerinde yaptığı müdahalelere herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde uyguladığı işgali herhangi bir şekilde söz konusu etmemiştir.
Bu noktada, seçimin son haftalarında ortaya çıkan “müdahale” söylemlerinin, yine “işgal gerçeği” temelinde kurgulanmadığını ve ‘bağımsız kktc’ye dışarıdan müdahale gerçekleştirildiği iddiasıyla ortaya çıktığını da söylemek zorundayım. Bahsi geçen söylem; Türkiye’nin kktc’deki herhangi bir olguya yönelik daha önce müdahalesinin olmadığı ve 2002’de ortaya çıkan AKP Türkiyesi’nin ürünü olarak bizlere servis edilmesinin de yansımasıdır; ki bu yanlıştır.
kktc’nin kurulması, kritik noktalara Türkiye’den yetkililerin getirilmesi ve kktc’nin halen yaşatılmaya çalışılması da müdahalenin ürünüdür. Buna karşı durmayacak ve müdahaleden şikayet eden bir adayın seçimi kazanmasının ardından “Türkiye’ye karşı zafer” şeklinde kurgulanacak herhangi bir söylem de bu noktadan bakıldığı zaman hayal ürünüdür.
Seçim süresince yaptığım paylaşımlardan dolayı, bazı dostların “boykot” yaptığım yönünde bir düşüncesi oldu. Yukarıda bahsettiğim çerçeveden bakıldığı zaman, aldığım bu karara “boykot” demek doğru değildir. Boykotun toplumsal karşılığı olmadığı sürece konformist bir söylemden öteye gidemeyeceğinin de farkındayım. Dolayısıyla yaptığım şey boykot değil, oy verecek herhangi bir görüş bulamadığımdan dolayı sandığa gitmeme kararı almamdır.
Dürüstçe söyleyebilirim ki, ortaya çıkan seçim sonuçlarından memnunum. Artık, işgal denen bu oyunun açıkça oynanması gerektiğini düşünüyorum. Çıkan sonuç, bu oyunun artık açıkça oynandığının da göstergesidir benim için. Kıbrıs’ın kuzey yarısındaki yapıda yaşayan toplumun da müdahaleye yönelik mücadelesini yükseltmek için bir araç olabilir belki bu…
Artık bundan sonra ne yapılacağını konuşma vakti gelmiştir. Gerçekleşen seçimlerle seçilecek kişinin Kıbrıslıtürk halkının iradesine sahip çıkamayacağı aşikardır. Seçilecek olan herhangi bir kişi, Türkiye’nin talep ve istekleri doğrultusunda buradaki toplumu idare edecektir. Seçilecek herhangi bir kişinin oturacağı koltuktan daha farklı bir gelecek arzulanmalıdır… Çünkü, adayın oturacağı o koltuk, ne bize, ne de seçilen kişiye ait olmayacaktır. Sandık, bu toplumun taleplerine artık yanıt vermemektedir. Önemli olan bundan sonra ne yapacağımızdır. Muhtemel bir erken seçimde yine aynı oyunu oynamaya devam mı edeceğiz, yoksa gerçekten bağımsız ve özgür bir toplum olabilme noktasında daha farklı şeyler mi tartışacağız? Önümüzdeki süreçte tartışılması gereken soru budur.