1963’te Larnaka’ya bağlı Celya köyünde bir şeyler oluyor. Mayıs ayının ilk salısına denk gelen bu günde,7 Mayıs’ta, belki de o senenin getireceği olaylara karşı önceden dirayet gösterebilmesi için köyün gördüğü en güçlü, bağımsız kadın dünyaya geliyor.
O kadın benim annem.
Annemin doğduğu güne ait bir anı duymuş değilim. Zehra nenem hangi ebenin önderliğinde doğumu gerçekleştirdi bilmiyorum. Yanında birileri var mıydı bilmiyorum. Dedem ilk doğan çocuğunun kız olmasından hoşnut muydu? Bunları hiç bilmiyorum. Bilmesem de tahmin edebildiğim tek şey o gün neler yaşanmış, neler hissedilmiş olursa olsun insanlar bir şekilde yan yana duruyorlardı.
Bugün ise (7 Mayıs 2020) annemin elli yedinci yaşını kutluyoruz. Aramızda iki metre mesafe ve bir sineklik var. Hamaratlığım el verdiğince hazır malzemelerden ona küçük bir pasta yapıyorum (bir tane de babama hazırlıyorum, çocuklar arasında küslük olması istediğim en son şey). Ellerimde eldivenler, ağzımda maske var. Pastanın mumunu ben yakamıyorum. Onun yerine pastayı bahçede duran masaya bırakıyorum. Annem pastayı masadan alıp içeride, mutfakta kendi yakıp kendi üflüyor. Dediğim gibi o güçlü bir kadın. Kimsenin ona şarkılar söylemesine, mumlar yakmasına ihtiyacı yok. O isterse hepsini söyler, hepsini yakar.
Güçlü kadınlar ve güçlü erkekler o senelerde doğuyor hep. Nitekim günümüzde onları gücünden alıkoyan bir şey var. O şey bir virüs. Bana belki de çok dokunmayan bir virüs. Onlara çok dokunabilecek bir virüs. Bu virüs bir zamanlar göç ederken arşınladıkları toprakları, baş etmek zorunda kaldıkları fiziksel ve duygusal zorlukları kolayca bir kenara atabiliyor. Bunun karşılığında ise yapabileceğim tek şey kendimi ailemden fiziksel olarak uzak tutmak oluyor.
Martın başlangıcından bu yana ailemin evine bahçeden öteye adımımı atmadım. En uzun ziyaretlerim yaptığım erzak alışverişlerini kapı önüne bırakırken gerçekleşiyor. Yarım yamalak iki cümle çıkıyor ağzımdan ve toz oluyorum. Yirmi yedi senedir bu ülkede gerçekleşen olaylara tanıklık ediyorum. Doğruluğu ne olursa olsun resmi kaynaklardan açıklanan bilgiler bana huzur vermiyor. Benden önceki nesillerde devlete ve ana akım medyaya karşı var olan bağlılık bende yer almıyor. Bunun yerine ben kendi karar merciilerimi oluşturuyorum ve onlara ‘kuruntularım’ diyorum. Şimdiye kadar bu kuruntular yurt dışında eğitimimi görürken bursların geç yatması durumunda nasıl günü geçireceğimi, çat diye işsiz kalırsam kendime nasıl yol çizeceğimi ya da olur da ansızın seyrüsefer fiyatları tavan yaparsa önceden nasıl para biriktireceğimi öğretiyorlar bana. Bugün de öyle ya da böyle kuruntularım ailemi sağ tutmaya yarıyor.
Yalan bunun neresinde?
Annem yaptığım pastadan bir çatal alıyor. “Güzel oldu” diyor sadece. Annemin uzun methiyelere ihtiyacı yok. Bir şey güzelse güzeldir değilse değildir. Yorumunu yapmaktan asla çekinmediği gibi karşı tarafın bu netliği nasıl hazmedeceğini de umursamıyor. Saydam kağıttan ince bu açıklığı bana aşıladığı için anneme minnet borçluyum. Gurur duyuyorum. Ben anasının oğluyum.
Onlar hâlâ mutfakta, ben bahçeye açılan kapının önündeyim. Ayaküstü birkaç dakika daha geçiyoruz. Ardından sinekliklerin arkasından onlara el sallıyorum. Onlar da bana el sallıyor. Gitmeden önce köpeğimle oyun oynuyorum.
Sonra arabama binip ayrılıyorum. Bir sonraki erzak vaktine kadar buraya gelmeyeceğim.