Dünyada beş ile 29 yaş aralığındaki çocuk ve genç yetişkinlerin en önde gelen ölüm sebebi trafikte meydana gelen çarpışmalardır. Dünya yüz yılı aşkın bir motorlu araç trafiği tecrübesinden sonra karayollarında meydana gelen ölümlerin ve ciddi yaralanmaların önlenebilir olduğuna inanmakta ve bu kayıpları sıfırlamak için çalışmaktadır. Dünya “trafik güvenliği” dendi mi “sıfır” sözcüğünü düşünürken, KKTC’de ise “sıfır” sözcüğü trafik adına hiçbir olumlu anlam taşımaz. Dünya “Vizyon Sıfır” derken “trafikte sıfır ölüm ve sıfır ciddi yaralanma” sağlayacak bir trafik güvenliği sistemi hayal eder. KKTC için “sıfır” sözcüğü beceriksizlik ve vizyonsuzluğu temsil eder, çünkü KKTC yöneticileri trafik güvenliği sınavında her daim sıfır not çekerler.
Trafikte ilk bilinen ölüm 1896 yılında oldu. Bu olayı inceleyen adli tabibin sözleri de tarihe kazındı: “Bu bir daha asla olmamalı!” Oysa bugün dünyada her yıl ortalama 1.35 milyon insan trafikte hayatını kaybederken, bu sayının kat be katı insan ise ciddi şekilde yaralanmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde trafikte meydana gelen her ölüme beş kalıcı sakatlık düşmektedir. KKTC’de ise toplum olarak ölümlerin çetelesini tutmaya mahkum edilmişliğimizden pek de rahatsız olmuşa benzemiyoruz. Hiç hayrını görmediğimiz bu yıl içinde Ciklos’ta yaşanan selin ardından kaybettiğimiz dört gencimizle birlikte toplam 26 insanımızı trafiğe kurban verdik. 1974’ten bugüne ise 1930’dan fazla insanımızı kaybettik. Sakat kalanlarımızın sayısı hakkında ise hiçbir fikrimiz yok, ama Avrupa Birliği ortalamasını kullanarak kaba bir tahmin yapabiliriz. Her halukarda, durumumuz vahimden de öte …
Trafikte hayat kurtarmak ve ciddi yaralanmaları önlemek için dünyada bilimsel ve etik temeller üzerine inşa edilmiş birçok trafik güvenliği sistemi varken, KKTC yöneticileri bunca yıldır “Ben yaptım, oldu.”dan öteye gidememişlerdir. Kendi başlarına bırakıldıklarında ise “trafik güvenliği” deyimini dahi ağıza almaktan korkmaktadırlar. Bunca yıl kimse bu kişilere yol göstermemiş ve yardım önermemiş olsa, davranışlarını belki bir yere kadar anlamaya meyilli olabilir, öngörüsüzlüklerini cahilliklerine vurabilirdik. Ancak durum hiç de böyle değildir. Tipik KKTC yöneticisi bilim ve etiği pek sevmez. Belki içten içe nefret bile eder. Bilgisizliğinin, yetersizliğinin, ve öngörüsüzlüğünün ifşa edilmesinden çok korkar. Dolayısı ile işin ehlini dinlememeye ve ona danışmamaya yeminlidir. Doğruları saklamak ve sorgulanmamayı başarmak için yüzünüze güler ve her dediğinize haklılığınızı onaylarcasına kafa sallar. Amacı doğru işleri yapmak değil, sizi oyalamak, susturmaktır. Çünkü tipik yönetici kısa dönem çıkarları için kendini öğrenilmiş çaresizlik zindanına kapamıştır! Anahtarı da tuvalete atıp sifonu çekmiştir! Bu tipik yönetici öyle bir direnç sergiler ki, dünya direnç olimpiyatlarında altın madalya alması garantidir–ahh bir tanınsak ve şu olimpiyatlara katılabilse!
2018 yılı içinde Avrupa Birliği Bilgi Merkezi organizasyonu ile trafik güvenliği eğitimleri vermek üzere ortaokul birinci sınıflarımızı ziyaret etmekteyiz. Eğitimlerimizin en başında, daha konuya hiç girmeden bir soru sorarız: “Trafik güvenliği olmazsa ne olur?” Çocuklarımız trafikte en ciddi kayıpların ölüm ve ciddi yaralanmaya bağlı olduğunu bildikleri için doğru cevabı almakta zorlanmayız. Ancak trafikte meydana gelen olayları anlatırken sürekli olarak “kaza” sözcüğünü kullanmaları halihazırda zihinlerinin yetişkinler tarafından ne kadar zehirlendiğini gösterir. Eğer trafikte hayat kurtaracak ve ciddi yaralanmaları önleyecek bir sistem kurulmasını talep edeceksek, trafikte meydana gelen olayların “kaza,” yani önlenemez olduklarını kabullenmemeyi çocuklarımıza öğretmemiz gerek. Dünya Sağlık Örgütünün 2015 yılı sonunda gazeteciler için yayınladığı kılavuzun dördüncü bölümünde dediği gibi “trafikte meydana gelen çarpışmalar kaza değildir.”
KKTC geleneğinde özellikle bayındırlık ve ulaştırma bakanları ve belediye başkanları iş yaptıklarını göstermek için asfalt döker ve yeni yollar inşa ederler. Çünkü asfalt dökme KKTC’de büyük iştir. Hele hele seçim önceleri asfalt dökümü mevsimidir. Araçlara zarar veren her türlü kasis, temel sorunu çözmeyen trafik hız tespit kamerası koyarak milletin parasını söğüşleme, şehirler arası yollara hiç gereksiz aydınlatma koyup kavşakların aydınlatılmasını ve gece görünecek yol çizgilerini unutma, ve insanların öleceği kavşaklar inşa etme gibi muhtelif işlerde hep onların imzası vardır. Hep meşguldürler, ama trafik güvenliği onların her nedense birincil öncelikleri arasında hiçbir zaman yer almaz. İnsanlarımızı nasıl korumaları gerektiğini öğrenmek istemediklerinden dolayı sel suları veya uçan araçlar gibi etmenler çocuklarımızın canını alabilir.
Bilinmeli ki, buradaki mevzu sadece Girne-Lefkoşa yolu değil! Sadece tek bir ölüm biçimi de değil. Buradaki mevzu araçları, yolları, ve insanları ile trafik sisteminin bütünüdür. Bilinmeli ki, KKTC başta sona bir kara noktadır, ve insanlarından çok önce sistemi direksiyon hakimiyetini kaybetmiştir! Her yerinde ölüm ve ciddi yaralanma kol gezdiğinden durumun böyle olduğu kanıtlıdır. Örneğin, sabit kameralarla sorunlarının çözüldüğünü iddia ettikleri onlarca kavşakta hala ciddi çarpışmalar olmaya devam eder. Ama KKTC’de sorumluluk almak değil, enkaz edebiyatı yapmak normal olduğundan değişim yaratmak da günahların en büyüğüdür. Amerikan başkanı Truman’ın ünlü “İş bende biter.” (“The buck stops here.”) sözü bile bizimkilere hiçbir şey öğretmemiştir.
Çözüm eğitim, denetim, ve mühendislik–özellikle trafik mühendisliği–temellerinde oluşturulması gereken bir trafik güvenliği sistemidir. Böyle bir yapının nasıl oluşturulması gerektiğini bugünkü bayındırlık ve ulaştırma bakanlığı dahil her yönetime yıllardır anlatıyor, açıklıyor, ve yazıyor olmamıza rağmen, sunduğumuz değişim reçetesi bugüne dek ne hükümetlerin, ne de ulaştırmadan sorumlu bakanların ilgisini çekti. Eğer var olan yapı içinde gerçek uzmanlar elin tersi ile itiliyor, yalnızlaştırılıyor, ve onların bilgi ve tecrübesine zerre itibar edilmiyorsa, o zaman “kutunun dışında” düşünmenin zamanı gelmiş demektir. Çünkü değişememenin bedeli her zamanki gibi ağır olmaya devam edecektir.
Eskilerin dereler için kullandıkları bir laf vardır: “Alma yatağımı, alırım yatağını …” Büyüklerimiz bugünkü kadar bilgi ve teknolojiye sahip olmadan önce doğa kurallarına göre yaşamayı öğrenmişlerdi. Biz ise bilenleri yok sayıp doğayı alt edebileceğini sanan yöneticiler tarafından sürekli hezimete uğratılıyoruz. Hezimet yerine hizmet istiyorsak, değişimi kendimizden başlatmalıyız.
Hüseyin Sevay, Trafikte Güvenli Yaşam Derneği