ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Programı, Doç. Dr. Yonca Özdemir, Birgün Pazar’a Halil Falyalı’yı değerlendirdi. Yazı şöyle:
Halil Falyalı, Kıbrıs’ın en tanınmış isimlerinden biri; daha açıkçası, ismi kumar ve uyuşturucu ticaretiyle anılan bir nevi Kuzey Kıbrıs’ın büyük mafya babası. Sedat Peker’in geçen sene yaptığı açıklamalar ile ismi Türkiye’de de manşetlere taşınan bu kişi bildiğiniz üzere geçtiğimiz salı akşamı vahşi bir suikast sonucu hayatını kaybetti. Su testisi suyolunda kırılır misali bu kadar karanlık işlerin içinde olan bir kişinin öldürülmesi ya da en azından öldürülmek istenmesi, kimseyi şaşırtmasa da olayın siyasi boyutları oldukça büyük önem taşıyor.
Öncelikle daha önce başkalarının da ifade ettiği gibi, Falyalı cinayetinin üç sebebi olabilir: Türkiye’yi ve hatta Moldova, Belarus, Ukrayna gibi başka ülkeleri de kapsayan geniş ve kârlı bahis sektörünü elinde tutuyor olması, Türkiye’den ta Venezuela’ya kadar uzanan uluslararası uyuşturucu ticaret ağının Doğu Akdeniz ekseninde kilit bir isim olması ve elinde önemli şahıslara ait bazı videolar olması ve bunları şantaj aracı olarak kullandığı iddiaları. İlk iki sebep aslında uzun süredir bilinen ama çok da dillendirilmeyen gerçekler. Son husustan ise geçtiğimiz ekim ayında Falyalı’nın geçici olarak tutuklanmasıyla başlayıp Sedat Peker’in paylaşımları ile hızlanan ve bir seks videosu sebebiyle KKTC Başbakanı’nın istifasına dek giden süreç ile haberdar olduk. Takdir edersiniz ki bu üç neden aslında birbiriyle oldukça bağlantılı. Özellikle kirli paranın aklanmasında kumar/bahis sektörünün ne kadar önemli bir işlevi olduğunu bilmeyen yoktur. Türkiye’de 1998’de kumarhanelerin, 2006’da da online bahis sitelerinin yasaklanması ile Kuzey Kıbrıs’ın nasıl kumar ve bahis adası haline getirildiği de bilinen acı bir gerçek. İşte Falyalı özellikle de bu süreçte hızla yükselmiş bir şahsiyet. Bu nedenlerden hangisinin Falyalı’nın ölümüne yol açtığı ya da hepsinin mi Falyalı’nın sonunu getirdiği tabii ki benim gibi siyaset bilimcilerin değil, polisin araştırması ve bilmesi gereken bir konu. Ancak şimdiye dek bunun yapılmamış olması ya da yapıldıysa da sonuç alınmamış olması biz siyaset bilimcileri de ilgilendiriyor. Nitekim Falyalı’nın büyük bir organize suç örgütü ağını yönetiyor olması sebebiyle hakkında sadece Kıbrıs’ta ve Türkiye’de değil, Amerika’da pek çok ciddi iddialar ve dosyalar bulunmakta. Buna rağmen, ekim ayında sadece eski bir çalışanına işkence etmekten dolayı gözaltına alındı ve kısa sürede serbest kaldı. Nitekim Falyalı’nın gücü KKTC yargısının gücünden ağır basıyordu. Tam da bu sebeple bu konunun ciddi siyasi boyutları olduğunu yadsıyamayız.
Suç örgütleri her zaman siyasi sistemleri kendi çıkarları için yozlaştırmaya çalışmışlardır. Nitekim bu örgütler ve bunları yönetenler ellerindeki kirli para yoluyla ülkelerindeki siyasetçiler ve devlet kurumları üzerinde baskı kurma ve yandaşlar bulma kudretine sahip olurlar ve hem siyasetin hızla kirlenmesine hem de hukuk sisteminin zayıflamasına yol açarlar. Hatta mafyanın çok güçlendiği devletlerde yüksek devlet yetkilileri suç örgütlerinin oyuncuları ve savunucuları haline gelebilirler. Moises Naim 2012’de Foreign Affairs dergisinde yayınlanan “Mafya devletler” başlıklı yazısında bu tip devletleri tasvir etmekte ve bu devletlerde ulusal çıkar ve organize suçun çıkarlarının nasıl artık ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş durumda olduğunu anlatmaktadır1. Mafya devletlerinin politikaları ve kaynak tahsisleri, tipik olarak devlet davranışını şekillendiren güçler kadar mafya babalarının etkisiyle de belirlenir. Nitekim KKTC’de de Falyalı’nın iktidardaki parti olan UBP ile yakın ilişkileri olduğunu Kuzey Kıbrıs’ta bilmeyen yok. Hatta daha önce başka yazar ve gazetecilerin de belirttiği üzere, Falyalı’nın UBP’nin seçim kampanyalarını finanse ettiği iddiası da var. Birkaç gün önce Ahmet Şık da KKTC’de bir bakanın Falyalı’nın en büyük bahis sitelerinden birinin ortağı olduğunu iddia etti. Yani Falyalı’nın yargılanıp hapse atılmamış olmasına şaşırmıyoruz. Görünen o ki KKTC’de kirli para ve onun yarattığı kirli ilişkiler karşısında yargı ve polis gibi kurumlar artık tamamen aciz kalmış durumda.
Moises’ın parmak bastığı bir diğer husus da bugün birçok ülkede suç örgütlerinin sadece yeraltında değil, yerüstünde de faaliyet gösteriyor olması. Mafya örgütleri yasadışı işlerinden elde ettikleri serveti yasal işlerde yatırım yapmak için de kullanırlar. Hatta sosyal yardım da dağıtırlar ve bu sebeple hayırsever kişiler olarak görülebilirler. Oysaki yasadışı yollardan edinilmiş ve devasa boyutlardaki paranın bir kısmının yardım diye dağıtılması hayırseverlik diye değil, parayla itibar ve prestij satın alma çabası olarak görülmelidir. Özellikle ekonomik krizin yoğun olduğu ortamlar organize suç örgütleri için çok elverişlidir. Çünkü kriz ortamında sosyal yardımlar azalır ve sosyal yardıma, işe muhtaç insan sayısı artarken bu durum mafya liderleri için siyasi erişim, sosyal meşruiyet ve halk desteği karşılığında doldurmaktan çok mutlu oldukları bir boşluk yaratır. İşsizliğin yoğun olduğu ortamlarda mafya ekmek kapısı olup en büyük işveren haline de gelebilir. Velhasıl Falyalı öldürüldüğünden beri Kuzey Kıbrıs’ta süregelen bir tartışma da birtakım çevrelerin Falyalı’yı “hayırsever bir iş insanı” diyerek rahmet ve hürmetle anıyor olması ve buna özellikle sol kesimlerden gelen tepkiler.
Bir diğer siyasi mesele olarak da KKTC’nin uluslararası platformda tanınmayan bir devlet olması ve bu nedenle de yasadışı bir konumda yasadışı işlerin kolayca yürütülebileceği bir mekân haline gelmiş olması var. Kıbrıslı Türkler geçen hafta vuku bulan başka bir kurşunlama olayı daha tazeyken bir de bu cinayet işlenince yurtlarının adeta Türkiye’deki organize suç örgütlerinin arka bahçesi haline geldiğini, bu sebeple de adada huzur ve güvenliklerinin kalmadığını hissetmekte. Her ne kadar mafya ve suç ağları normal ülkelerde de büyüyebilse de uluslararası hukukun caydırıcı bir fonksiyonu olduğu yadsınamaz. (Meksikalı pek çok mafya liderinin Meksika yerine Amerika’da hapse girmiş olduğunu unutmayalım.) Uluslararası hukukun ve kuralların uygulanamadığı Kuzey Kıbrıs bir yandan Türkiye kaynaklı kirli işlerin üssü haline de geldi, bir yandan da Türkiye’nin yoğun siyası baskısı altında ezilmekte. Son senelerde tekrar yeşertilen “iki ayrı devlet” söylemini, bu söylemi savunan UBP’li Ersin Tatar’ın nasıl Ekim 2020’de Türkiye’nin müdahalesiyle cumhurbaşkanı seçtirildiğini ve böylece adada uluslararası hukuka uygun çözüm modellerinden hızla nasıl uzaklaşıldığını düşünürken insan ister istemez bunun neye ve kime hizmet ettiğini sorguluyor. Bu kirli ve karanlık ilişkilerden beslenenlerin adadaki statükoyu değiştirmeye tabi ki hiç niyeti yok. Kıbrıs’ın kuzeyi bir çıkmaza girmiş durumda. Dolayısıyla, zaten son birkaç senedir Türkiye’nin artan müdahalelerine maruz kalmış Kıbrıslı Türkler için Falyalı cinayeti yine iradelerine bir darbe ve yine geleceğe dair ümitsizliklerini pekiştiren bir gelişmeden başka bir şey değil.
1 Moises Naim (2012), “Mafia States,” Foreign Affairs 91(3): 100-111