Ayhan Arıklı’nın güneyde çalışan Kıbrıslıtürk işçiler hakkında Facebook aracılığıyla yapmış olduğu postunun nefret söylemi, aşağılama, ayrımcılık, ırkçılık yanında birçok soru ve telkin içerdiğini fark edince; ötekileştirip, düşmanlaştırmadan, haliyle faşizmi de ciddiye aldığımdan “gururu” bir kenara bırakarak sabır ve sebatla cevaplamak gerektiğini düşünüyorum.
Müdahalelere duruşum net olduğundan paylaşımda yer alanları; yazım şekli ve şemaline dokunmadan, şu “hiçmi” de bak! Keşke ayrı yazılsaydı demeden, tırnak içerisinde, olduğu gibi kullanacağım.
1. “Hiçbir rumun türkün yanında çalıştığını duyan bilen varmı.”
Var. Ben. Örnek olarak Lefkoşa’nın surlar içi bölgesinde Büyük Han’ın oralarda dikkatle etrafa bakmış olsaydınız siz de duyar ya da bilirdiniz. Neyse zaten önemli olan kim kimin yanında çalışıyor değil, hangi kimlik ya da pasaportu taşıdığı, etnik kökeninin nereye dayandığı fark etmeksizin tıpkı inşaattan düşerek bir işçinin ölümünde olduğu gibi basit gibi görünen ama bir insanı canından edebilecek, öngörülebilen, açıkça bilinen, yasalarla belirlenen önlemlerin alınıp alınmadığı, çalışma güvenliğinin sağlanıp, sağlanmadığıdır. Yıllardır mücadelesi verildiği gibi işveren ile işçi arasında yapılan sözlü ya da yazılı anlaşmada ise tarafların eşit olması gerekir. İşveren ile işçi arasındaki anlaşma; ihtiyaçlar vesilesi ile görülmesi gereken bir işin karşılığında işin ederi, emeğin değeri kadar bir ücret alınan karşılıklı bir ilişkidir. Bunu hakkıyla sağlarsak ve sadece etnik köken farklılıklarını bir araya getiren iş ilişkilerinden kaynaklanan bir sorun olarak görmezsek aslında sorunuzda dem vurduğunuz yersiz ve gereksiz hiyerarşi kendiliğinden son bulacak. Hepimiz mutlu olacağız.
2.”Nedir bu rum tarafında çalışma isteği arzusu.”
İnsanlar bazen koşullar öyle gerektirdiğinden, bazen içinde bulundukları ekonomik koşullar, yaşadıkları bölgedeki sistemsel sorunlar sebebiyle mecbur bırakıldıklarından, bazen tamamen keyfi olarak sırf canları istedikleri için Girne, Mağusa, Lefkoşa, Larnaka, Kıbrıs, İngiltere, Almanya veya dünyanın herhangi bir yerinde çalışabilirler. Bu bir arzu mudur? Açıkçası fazla kişisel bir soru bazen ya da belki olabilir.
Bizim bulunduğumuz coğrafyada ise kuzeyde yaşayanların güneyde çalışıyor olmasına örnekler verecek olursak; kuzeyde yaşanan işsizlik, işçi haklarının gasp edilmesi, maaşların işin karşılığına denk gelmemesi gibi sorunlardan bahsedebiliriz. Bunlar yanında bazı siyasilerin hiç çekinmeden “Asgari ücreti artıramıyorsak piyasayı ucuzlatmak zorundayız” diye beyanatlarda bulunduğu ama “piyasayı ucuzlatmak” kelimelerinin gerçek hayatta asla vücut bulmadığı, üstüne bugün hala asgari ücretin de belirlenmediği düşünüldüğünde, kuzeyde kazanılabileceği varsayılan paranın insan onuruna yakışır bir yaşamı sağlayamayacak olması da bir örnektir diyebilirim.
3. “Hiçmi gururunuz yok.”
Gurur söz konusu olduğunda bazı değerlere yüklenen anlam ve ehemmiyetin her bireye göre değişkenlik gösterebileceğinden hareketle herkesin ortak bir ifade biçimi ile aynı hissetmesi gereken bir duygu olduğunu söyleyemeyiz.
Özetle herkesin gururu kendine diyebiliriz. Bana sorarsan gurur yapma seviyorsan koş söyle derim.
4. “Bu kadar diz çökmüş durumdamısınız. Açlık sefillikmi çekiyorsunuz.”
Önünde ceket iliklemek, ayıya dayı demek, el, etek öpmek, minnet etmek, yağcılık yapmak, buyruğuna girmek, dize gelmek anlamında kullanılan “Diz çökme”nin hiçbir kimse tarafından yaşanmaması, yaşanmak zorunda kalmamasını temenni ederim. Ancak özellikle son zamanlarda güneyi bilmem ama kuzeyde çokça tanık olduğumuz yani önümüzde örnekleri bulunan bu durumun işçi ile işveren arasında etnik köken farkı bulunduğu hallerde vuku bulabileceğini iddia etmenin yersiz olduğunu açıklıkla söyleyebilirim.
Açlık ve sefilliğe gelince ülke ekonomisinin geldiği durumun yok sayılmadığı ve “bakkal hesabı” gibi basit bir matematikle asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı gözlemlendiğinde yaşanmadığını söylemek abesle iştigal olduğu gibi ülke gerçeklerine hakim olmadığınız da anlamına gelir. Açlık ve sefillik, yaşayanın değil “iyi” yönetildiği, herkesin “memur” olduğu, “paraya boğulduğu” kasanın da hep bundan dolayı boş olduğu iddia edenler tarafından yönetilen bir Devletin utanılacak, aşağılanacak halde olduğunu gösterir.
5. “Kıbrıs Türkü memur değilse kendini işsiz görüyor. KKTC de özel sektörde çalışmıyor. Özelde Çalıştığı tespit edilirse memurluğu kaybeder düşünüyor.”
Şimdi art arda dizilmiş bu cümleler aracılığı ile sanki keyfi Kıbrıslıtürklerin, keyfi sebeplerle ille de memur olmak istediğine dem vurulmuş. Ancak bunun doğruluğu koşullar ve sebeplerin görmezden gelinmesi halinde hala bir ihtimal olarak karşımızda duruyor.
Öncelikle özel sektörde yaşanan hak sorunları sebebiyle özlük hakların sağlandığı Devlet adına çalışmanın tercih ediliyor oluşu, maaş garantisi gibi işten çıkarılma koşullarının güvencede kabul edildiği düşünülünce kuzeyde akla yatkın bir seçenek olarak duruyor.
Memuriyete giriş için münhallerde “başka bir işte çalışıyor olmama” koşulu aranmadığından, son cümle başta bana anlamsız geldi. Sonra kuzeyde iç siyasette yine bazı siyasiler tarafından memuriyete giriş için vaatler verilirken, ardına saklanılan nicelik öncelik sıralaması veya hakkıyla sırf açılan bir münhale başvuruda bulunduğu için haksızca işten çıkarılan, sendikalı ol(a)madığından, Devlet tarafından da önemsenmediğinden işsiz kalanlar aklıma geldi. Buradan hareket edeceksek birilerini suçlamadan önce yine sebep sonuç ilişkisi kurmak gerekecek.
6. “Rumda 100 almayın burda 50 ye çalışın. Burda size ihtiyaç var. Biraz gurur lütfen”
İşçi bir kişinin gelirinin yine basit matematik aracılığı ile yüzde ellisi, tam yarısı, bir bölü ikisinden vazgeçmesi için yapacağı fedakârlığın karşılığı; nerden baksak en basitinden fiyat kontrolünün sağlandığı, herkesin ihtiyaç ve gereksinimlerinin eşit şekilde karşılandığı, eğitim, sağlık, barınma gibi hakların bir tamam sağlandığı büyük refah içindeki güllük gülistanlık ülkelerde bulunabilir diye düşünüyorum.
Kaldı ki “piyasayı ucuzlatma” vaatlerinin havada uçuyor olmasına karşılık “fiyat ayarlamaları” ile zamlar kol kola düşünüldüğünde kuzeyde yaşayanlar olarak alım gücümüz yerle yeksan olduğundan ve ürünlerin raf ömrü uzarken, fiyatların raf ömrü kısaldığından bu feda pek de mantıklı görülemiyor. Her markete gidişte yeni bir fiyatla karşılaşanlar olarak öncelikle karın tokluğu ile sefil duruma düşmemeyi düşünmek en akla yatkın olanı iken açıkça söylemeliyim ki iyi düşünülmemiş önlemler aracılığı ile bunun alelade bir şekilde sonuçları hesaplanmadan engellenmesi abes olandır.
En sonunda da savrulup duran telkinler modasına ayak uydurup, ahkâm kesmek, ırkçılık yapmak, aşağılamak, düşmanlaştırmak, hedef göstermek yerine doğru bilgi ve veri tespiti ile yaşanan sorunların eşit ve adil bir şekilde çözümüne hedefli hareket etmeyi ve nefrete karşılık hep de sevgi ile kalmayı telkin edeceğim.
Sabır, selamet ve sağlıcakla…