Japon Merkez Bankası, 2001 yılında ülkedeki para arzını yüzde 100 artırdı. Bu politika 2006 yılına kadar devam etti. Ancak, ekonomideki muazzam nakit para artışına rağmen, 2001-2006 döneminde, ülkede ne ekonomik büyümede ne de fiyatlarda hatırı sayılır bir değişiklik oldu. Özetlemek gerekirse, ekonomik durgunluk; tüketim ve yatırım harcamalarındaki durgunluğun göstergesidir. Parasal genişleme politikasının geçici süreyle uygulanmış olmasının, hane halkı ile şirketlerin tüketim ve yatırım alışkanlıklarını değiştirmeye ikna edemediği ve bu nedenle bu politikanın etkisiz kaldığı sonucu çıkarılabilir.
Yapılan açıklamalar, Türkiye’de parasal genişlemenin Japonya’da uygulanan şeklinden farklı olarak, bir sınırı olmadığını gösteriyor. Bu da, parasal genişlemenin kalıcı olacağı ve bu politikanın enflasyonist etki yaratabileceği endişesini kat be kat artırıyor.
Açıklanan program; TCMB’nin İşsizlik Fonu’nun portföyünde bulunan devlet tahvillerini satın alıp, bu yolla likidite yaratılmasını öngörüyor. Başka bir deyişle; İşsizlik Fonu’nun kasasında kilitli duran devlet tahvilleri nakitte çevrilip, piyasaya verilecek. Bu açıdan bakıldığında da, Türkiye’deki uygulama bir transfer içeriyor ve Japonya’daki uygulamadan farklı olarak, daha çok likidite yaratıyor.
Kuşkusuz, kriz dönemlerde böyle bir likidite artışı gerekli. Bunun iki ana nedeni var. Birincisi; parasal genişleme Korana virüsün yarattığı işsizlikle başedebilmesi için İşsizlik Fonu’na kaynak sağlıyor. Programın esas amacı da zaten bu. İkincisi ise; kriz nedeniyle azalan para arzına takviye yapmak. Ekonomideki toplam para arzının bir kısmı, direkt Merkez Bankası tarafından; diğer bir kısmı ise ekonomik aktivitenin yoğunluğuna bağlı olarak bankacılık sistemi tarafından yaratılır. Korana virüsün yayılmasını önlemek amacıyla alınan tedbirlerden kaynaklanan ekonomik aktivitedeki yavaşlama, haliyle ekonomideki para miktarını azaltıcı bir etki de yapıyor.
Bu noktadaki en kritik soru; para arzındaki artışın ne miktarda yapılacağıdır. İhtiyaçtan fazla yapılması durumunda; artan para arzı, enflasyonist baskı yaratacaktır. Burada, Japonya’dan farklı olarak, orataya çıkan risk; parasal genişleme yoluyla yaratılan paranın bir kısmının dövize yönelmesi ve bunun da TL’nin değer kaybetmesine neden olmasıdır. Japonya’da; yaratılan paranın, euro ya da dolara yönelmesi gibi bir risk yoktu.
Japonya örneğinde de görüldüğü üzere; parasal genişleme, ülkedeki yapısal sorunları çözmeye yeterli olmayabilir. Türkiye özelinde ise; bu politikanın sorunları çözmediği gibi şartları daha da kötüleştirme ihtimali var. Nasıl mı? Bir örnekle açıklamaya çalışayım;
Açıklanan parasal genişleme programında; genişlemeye herhangi bir sınır konmamış olması, programın amacının dışında kullanılacağı endişesini yaratıyor. Son dönemde, TL’de yaşanan hızlı değer kaybında da bu endişenin etkili olduğunu düşünüyorum. TCMB; bir süredir azalmakta olan döviz rezervlerini kullanarak, TL’deki değer kaybının önüne geçmeye çalışıyor. Azalan döviz rezervlerinin yarattığı tedirginlik de dövize olan talebi daha da artırıyor. Bu durum da TL’deki değer kaybı hızlanıyor.
Bilindiği üzere, ülke ekonomisinde en temel sorun; özel sektörün yüksek yabancı para cinsinden olan borcudur. Değer kaybeden TL de, özel sektörün bu sorunu daha da zora sokuyor.
Bu analizler ışığında, Türkiye’deki ekonomi yönetiminin yapması gereken; para genişleme politikasının ne kadar ve hangi miktarda yapılacağını açıklamasıdır. Ancak, bu noktada da doğru sürenin ve miktarın ne olduğu sorusu karşımıza çıkıyor. Çok hassas dengelere sahip bir ekonomide, bu soruların doğru cevabının ne olduğunu kestirmekse oldukça zor. Belki de Türkiye ekonomi yönetiminin herhangi bir sınır açıklamamasının nedeni de budur. Sınırın nereye konulması gerektiği konusundaki belirsizlik de dikkate alındığında; basılan paranın maliyetinin çok yüksek olduğu düşünülmeli ve ekonomideki sorunlara kapsamlı bir çözüm bulunana kadar da sınırlı bir şekilde kullanılmalı.
Özetle; Türkiye ekonomisi bir süredir kronikleşmeye başlayan sorunlarla boğuşuyor. Türkiye hükümeti de bu sorunlara, tabir yerinde ise, kredi kartını kullanarak çözüm bulmaya çalışıyor. Parasal genişleme politikasıyla da, bir anlamda, kredi kartının limiti artırılmaya çalışılıyor. Ancak, bu politikanın barındırdığı belirsizlikler ve riskler nedeniyle; ekonomide varolan ve giderek zorlaşan sorunlara çözüm bulunması pek olası görünmüyor.
Özel sektörün borç sorununa çözüm üretmeyen herhangi bir ekonomik programdan başarı beklemekse oldukça iyimser bir yaklaşım olur. Programın başarısı için de dış kaynak şart. Dünya ve Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu koşullar da dikkate alındığında; IMF’den dış kaynak istemek, kaçınılmaz görünüyor. Kaldı ki IMF’den destek sağlanması durumda bile, özel sektörün rehabilitasyonun sağlanması zor olacaktır. Tüm bunlarla birlikte; Türkiye’nin bu zor süreci aşacak hem bilgi birikimi hem de insan kaynağı var. Yeter ki, Merkez Bankası bağımsızlığı da dahil olmak üzere, ülkedeki kurumsal altyapı tekrar tesis edilebilsin.”