Bir zamanlar, İstanbul’daki bir fenni sünnetçinin dükkânının vitrininde, büyük bir çalar saat varmış. Dükkânın önünden geçenler, vitrinde neden çalar saat olduğunu merak eder dururmuş. Bir gün, adamın biri dayanamamış, dükkâna girip sünnetçiye sormuş:
“Vitrine neden çalar saat koydun?”…
Sünnetçi cevap vermiş:
“Ya ne koysaydım?”
Londra swap piyasasında Türk Lirası faizlerinin %1000’lere yükselmesinin ardından yaşanan şaşkınlık ve hayal kırıklığı, tam da bu hikayeyi akla getiren cinsten.
Piyasalar, ne olmasını bekliyordu ki?
***
Son günlerde dövizdeki şiddetli dalgalanmaların ve hemen akabinde swap faizlerinin %1000’lere yükselmesinin nedeni ne? Önce bu soruyu cevaplamaya çalışayım.
Yaşananların tetikleyicisi, Financial Times gazetesinde geçtiğimiz hafta Çarşamba (19 Mart) günü, Türkiye ekonomisi üzerine yayınlanan bir makaleydi. Laura Pitel imzalı makalede, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu sorunlar özetleniyordu. 19 Mart sabahı yazıyı okuduğumda ilk düşündüğüm şey, TL’nin değer kaybedeceğiydi, nitekim de öyle oldu.
Makalenin en önemli kısımlarından bir tanesi, kamu bankalarının son dönemde ekonomide oynadığı rolle ilgiliydi; kamu bankalarının, yüksek borcu nedeniyle aslında batık (yazarın ifadesiyle, “zombi”) durumda olan özel şirketlere kredi vererek, onları ayakta tutmaya çalıştığı ifade ediliyordu.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın, makale yayınlandıktan hemen bir gün sonra, döviz rezervleriyle ilgili yaptığı açıklama da, kamu bankalarının son dönemde ‘kurtarıcı’ rolüne soyunduğunu doğrular nitelikteydi. Veriler döviz rezervlerinde, ‘anlamlandırılamayan’, ciddi bir düşüş olduğunu gösteriyordu. Görünen o ki, merkez bankasının döviz rezervleri, kamu bankaları aracılığıyla, özel sektörün döviz borçlarının ödenmesinde kullanılıyordu. Bu yolla, ‘örtülü bir müdahaleyle’, döviz düşük seviyelerde tutulmaya çalışılıyordu.
Bir gün sonra, yani 21 Mart günü de dünyanın ünlü yatırım bankası JP Morgan’ın Türkiye analistinin, müşterilerine gönderdiği raporda, özellikle döviz rezervlerindeki hızlı düşüşe dikkat çekiliyor ve Türk Lirası’nda değer kaybı beklendiği belirtiliyordu.
Bütün bu gelişmeler, yabancı yatırımcıları tedirgin etti. Türk Lirası cinsindeki pozisyonlarını kapatmak isteyen yabancı yatırımcıların, yükümlülüklerini ödeyebilmeleri için TL temin etmeleri gerekti. Ancak Türk bankaları, Türkiye ekonomi yönetiminden aldıkları direktifler doğrultusunda, yabancı bankalara Türk Lirası satmayı reddedince, uluslararası piyasalarda Türk Lirası kıtlaştı ve bunun sonucu olarak Türk Lirası’nın fiyatı (faizi) arttı.
Yabancı yatırımcıların bu şeklide köşeye sıkışması gelecek açısından kötü bir haber. Çünkü özellikle özel sektörün yüklü miktardaki döviz borcu nedeniyle Türkiye’nin yüklü yabancı finansmana ihtiyacı var. Bu finansmanı sağlayacak olan da bugün canı yanan yabancı yatırımcılar.
Şimdi diyeceksiniz ki; ‘Türkiye ekonomisindeki derin ekonomik sorunların varlığı, bir süredir bilindiği halde, yabancı yatırımcılar Türk Lirası varlıklarını neden çok daha önce satmadılar?’
Kuşkusuz, finansal piyasa oyuncularının amacı, yatırımlarına yüksek getiri elde etmektir. Bu uğurda da zaman zaman büyük riskler almaktan çekinmezler. Geçtiğimiz yaz sonu yaşanan ‘döviz krizinin’ hemen akabinde, Eylül ayında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faizleri %24’e yükseltmesi, Türk Lirası’nı yabancı yatırımcının gözünde çekici hale getirdi ve yabancı yatırımcı o dönemde, az önce işaret ettiğim o büyük riski almayı tercih etti.
***
Finansal piyasalarda yaşananlar buzdağının görünen yüzü. Buzdağının görünmeyen ve ne yazık ki finansal piyasalar kadar ilgi çekmeyen kısmında, durum daha da vahim.
Türkiye özel sektörü bir süredir derin bir krizde. 2018 yılının son üç ayına ait ekonomik veriler, bir önceki yılın aynı dönemine göre, özel sektörün ekonomik faaliyetlerinde ciddi bir gerileme olduğuna işaret ediyor. Bu dönemde, özel tüketim harcamalarında %9 düşüş yaşanırken, yatırım harcamalarındaki düşüş %13 seviyesinde. Yine aynı dönemde, ithalatta çok daha keskin bir düşüş var. Bu oran, %25. Bütün bunlara bağlı olarak da işsizlik oranında %18 artış gerçekleşti. Konut fiyatlarında ise reel bazda yaklaşık %13’lük bir düşüş var.
Bu düşüşün artarak devam edeceğini düşünüyorum. Yabancı yatırımcıların Türkiye’yi, ekonomik ve siyasi riskler açısından, Yunanistan, Irak ve Pakistan ile aynı kategoriye koyuyor olması da bu öngörümü destekler nitelikte.
Yaz sonu dövizde yaşanan ani ve keskin tırmanışın sona ermesi ve döviz piyasasının sakinleşmesiyle, gerek Türkiye’de gerekse Kuzey Kıbrıs’taki siyasiler, ‘döviz düşüyor, durum normale dönüyor, sorunlu dönem bitti’ benzeri açıklamalar yaparken, defalarca durumun hiç de öyle olmadığını yazdım. Ekonominin toparlanması için öncellikle özel sektörün borç sorununun çözülmesi gerekiyor. Kamu bankaları aracılığıyla kredi verdirip özel sektörü kurtarmaya çalışmak, taşıma suyla değirmen döndürmeye benzer ve işe yaramadığı da zaten ortada. Bu tür operasyonlar, özellikle bu tür dönemlerde, hayati önem taşıyan döviz rezervlerinin erimesine neden oluyor. Ancak mevcut siyasi sistem ve oyuncularla, bunun başarılabileceğini düşünmüyorum.
Dünya Türkiye’de yaşanan ekonomik çöküntüyü konuşuyor. Örneğin, dün Guardian Gazetesi’nde, Türkiye’de yaşananların, sıkıntılı günlerden geçmekte olan dünya ekonomisinde büyük bir krize neden olma ihtimalinden bahsediliyordu. KKTC Başbakanı’nın, tam da böyle bir dönemde, ekonomik akıl almak için Ankara’da en üst düzeyde toplantılar gerçekleştiriyor olması da üzücü ve bir o kadar da trajik bir durum!