Brexit, son üç senedir İngiltere’de gündemin neredeyse tek konusu. Harcanan yoğun mesaiye rağmen İngiltere nasıl bir Brexit istediği konusunda kararını verebilmiş değil. Daha önce AB ile belirlenen takvime göre ülkenin 29 Mart tarihinde AB’den çıkması gerekiyor ancak 29 Mart’a üç haftadan az bir süre kalmasına rağmen bu tarih sonrası AB ile ilişkileri düzenleyecek anlaşma, henüz ortada yok. Bu da anlaşmasız çıkış (no deal) ihtimalini güçlendiriyor. Bu nedenle de birçok şirket ve kurum bir süredir bu ihtimale karşı hazırlık yapıyor.
Bu siyasi tıkanıklığın temel nedeni Brexit’in ne ekonomik ne de siyasi açıdan tutulacak bir tarafının olması. AB üyeliğinin sağladığı, ülkeler arası serbest ticaret ve dolaşım, İngiltere ekonomisi için büyük önem taşıyor. Brexit sonrasında bu iki serbestliğin ortadan kalkacak olmasının ekonomik üzerinde yaratacağı tahribatı anlamak için, sadece otomotiv sektörüne bakmak bile yeterli.
Otomotiv sektörü, 1980’li yıllarda Margaret Thatcher’ın başbakanlığı dönemde oluşturulan ve bugün yürürlükte olan ekonomik modelin önemli bir parçası. Sektör yaklaşık 800 bin kişiye iş olanağı sağlıyor. Sektördeki üretimin %40’ı da Nissan ve Honda gibi Japon firmalarına ait. Margaret Thatcher, 1986 yılında Nissan fabrikasının açılışında yaptığı konuşmada İngiltere’yi, Nissan gibi firmalar için ‘Avrupa piyasasına açılan kapı’ olarak tanımlıyordu. Bunun yanında, AB üyeliğinin sağladığı serbest dolaşımla da Nissan gibi firmalara, Avrupa çapında insan kaynağına kolaylıkla ulaşım sağlanmış oluyordu.
İngiltere’nin AB’den çıkması bu ekonomik düzeni değiştirecek. Nitekim geçtiğimiz günlerde, Nissan İngiltere’de yapmayı planladığı yatırımlardan vazgeçtiğini duyururken, Honda ise İngiltere’deki üretimini 2021 yılı itibarıyla durduracağını açıkladı.
Serbest dolaşıma sınırlama getirilmesini takiben Avrupa’dan gelen işgücünün durması, otomotiv sektörünün yanı sıra başta sağlık, yüksek öğretim ve tarım sektörleri olmak üzere başka birçok sektörü de olumsuz etkileyecek.
İngiltere’nin, AB’den ayrılırken serbest ticaretin ve serbest dolaşımın devam edeceği bir modeli tercih etmesi durumda, ekonomi belki Brexit’ten nispeten daha az etkilenecek ancak böyle bir durumda da Brexit anlamını yitirecek. Çünkü böylesi bir modelde İngiltere, AB’nin dikte ettiği bütün kurallara uymak durumda kalmaya devam ederken, AB kurumlarındaki söz hakkını kaybedecek.
Siyasi açıdan bakıldığında da Brexit’in çok önemli bir sembolik değeri var. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan ve sınırları ortadan kaldıran süreç tersine dönmüş olacak.
Parlamentoda şu anda birbirinden farklı Brexit modellerini savunan gruplar var. Çoğunluğunu Muhafazakâr Parti’nin en ‘kodaman’ milletvekillerinin oluşturduğu bir grup, sert Brexit’i (Hard Brexit) savunurken, çoğunluğunu İşçi Partisi milletvekillerinin oluşturduğu başka bir grup ise Brexit’i tamamen reddediyor. Bu iki uç görüşün dışında ise farklı ‘sertlikte’ bir Brexit savunan milletvekillileri var.
Hal böyle olunca da, İngiltere parlamentosu bir çıkış yolu bulamıyor, hiçbir Brexit seçeneğinde çoğunluk sağlanamıyor. Parlamentoda aylardır artık rutin haline gelen oylamalarda, bir sonuca varılamıyor.
Bu karışık siyasi ortamda, bugün parlamentoda önemli bir oylama daha yapılacak. Başbakan Theresa May ile AB arasında yürütülen görüşmeler sonucunda oluşan ve Ocak ayında yapılan ilk oylamada parlamentonun büyük çoğunluğunca reddedilen antlaşma taslağı, bugün bir kez daha milletvekillerinin onayına sunulacak.
Peki Theresa May’in antlaşma taslağı, nasıl bir ticaret ilişkisi vaat ediyor? Belki inanması güç ama bu taslakta bu konuda belirtilen herhangi bir şey yok. Antlaşma, 29 Mart’ta İngiltere’nin AB’den çıkacağını garanti ederken, ticari ilişkilerin nasıl düzenleneceğinin kararı, AB’den çıkışı takip edecek 21 aylık geçiş sürecinde müzakere edilmeye bırakılıyor.
May’in bu stratejisinin altından yatan neden, yukarıda anlatmaya çalıştığım parlamentodaki dağınıklık. May, antlaşmasına farklı gruplardan destek alabilmek için, bu en önemli konuda tarafsız kalmayı tercih ediyor. Ancak bu strateji şu ana kadar ters tepmiş durumda. Milletvekillerinin çoğunluğu ne olduğunu bilmediklerini bir antlaşmayı desteklemek istemiyorlar.
May’in antlaşmasının bir kez daha reddedilmesi durumda ki beklenti o yönde, bu hafta iki farklı oylama daha yapılacak. 13 Mart’ta (yarın) yapılacak oylamada bu kez milletvekillerine, AB ile herhangi bir antlaşmaya varılmaksızın bir Brexit (no deal) isteyip istemedikleri sorulacak. Bu oylamadan ‘istemedikleri’ sonucu çıkarsa da, 14 Mart’ta Brexit’in ertelenmesi oylanacak.
Tabii parlamentodan erteleme yönünde bir karar çıkması, ertelemenin olacağı anlamına gelmiyor. Çünkü ertelemenin olabilmesi için AB’nin de bunu kabul etmesi gerekiyor. AB yetkilileri bu konuda son derece net; İngiltere’nin, ancak spesifik bir gerekçeyle gelmesi durumda, ertelemeye onay vereceklerini söylüyorlar.
Son dönemde olasılığı artan bir seçenek, tekrar referanduma gitmek ve halktan, May’in antlaşması ile AB üyeliğinin devamı arasında bir seçim yapmasını istemek.
Sert bir Brexit’i savunanlar, ikinci bir referandum konusunda pek de istekli değiller. Çünkü halk artık, 2016 referandumu öncesinde kendilerine vadedilen refahın aksine, AB’den ayrılmanın çok büyük bir maliyetinin olacağı konusunda çok daha bilinçli. O yüzden de yeni bir referandumda AB yanlısı bir sonucun çıkma ihtimali, sert Brexit yanlılarını korkutuyor.
29 Mart’a çok kısa bir zaman kaldı. Buna rağmen neyin ne olacağını kestirmek imkânsız. Ülke büyük bir sis bulutu içinde ilerliyor. Umarım sağduyu galip gelir ve sadece İngiltere’nin değil Avrupa’nın da geleceğini yakından ilgilendiren bu konuda nihai karar verilmeden önce, bir kez daha halkın görüşüne başvurulur.