İtalyan filozof Antonio Gramsci, “yürürlükteki sistem etkinliğini yitirmişse ve bu sistemin yerini alacak yeni bir sistem bir türlü doğmuyorsa, böyle dönemlerde birçok ürkütücü/marazi belirtiler ortaya çıkar” der.
Havadis Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Başaran Düzgün’ün 24, 26 ve 27 Aralık tarihlerinde yayınlanan köşe yazılarında gündeme getirdiği ‘Dome Otel ve Vakıflar’ ile ilgili gelişmeler bana Gramsci’nin yukarıdaki sözünü hatırlattı.
Düzgün’ün yazdıkları, tam da Gramsci’nin sözünü ettiği ürkütücü/marazi göstergeler nitelediğinde. İddiaların bazılarını aşağıda listeledim:
- TC Yardım Heyeti, sendika tarafından yönetilen Dome Otel’den sendikayı tasfiye edip, oteli AKP yandaş sermayesine devredebilmek için yoğun mesai harcıyor.
- Vakıflar İdaresi’nde kayıt dışı ve ihalesiz yüklü harcamalar yapıyor. Bu yolsuzluğun arkasında da Yardım Heyeti var.
- Yardım Heyeti turizm teşvik paralarını kullanarak Haber Kıbrıs isimli internet sitesini finanse ediyor ve propaganda aracı olarak kullanıyor.
- Yardım Heyeti ayrıca CTP’li bazı eski bakan ve milletvekillerini propaganda faaliyetlerinde kullanıyor.
Düzgün’ün bahse konu köşe yazılarının üzerinden yaklaşık iki hafta geçti ancak takip edebildiğim kadarıyla, bu iddialara henüz bir yalanlama gelmedi. Yalanlama yapılmamış olması, iddiaların doğruluğu anlamına geliyor, büyük olasılıkla.
Ama gelin görün ki düzgün çalışan demokrasilerde ‘yeri yerinden oynatacak’ türdeki bu iddialar, Kuzey Kıbrıs’ın sürekli değişen gündemi içerisinde, kaybolup gitti. Bu iddialara ne kamuoyundan hatırı sayılır bir tepki geldi, ne de basının geriye kalan kısmından. Siyasi üst düzey yönetim de pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da sessiz kalmayı tercih etti.
Yukardaki iddiaları okuduktan sonra TC Yardım Heyeti’nin resmi görev tanımının ne olduğunu teyit etme ihtiyacı hissettim. “TC ve KKTC arasındaki ekonomik ve mali ilişkiler, KKTC’de kalkınmanın tesisi ve refah düzeyinin yükseltilmesini amaçlamaktadır” denilen web sitesinde, heyetin görevi de ‘ekonomik ve mali alanda alınan kararların uygulamasını ve izlemesini yapmak’ olarak tanımlanıyor.
Peki, Yardım Heyeti’nin ticari ve lobi amaçlı faaliyetleri, ‘KKTC’de kalkınmanın tesisi ve refah düzeyinin yükseltilmesini’ sağlıyor mu? Sağlamadığı açık. Açık ama heyetin Kuzey Kıbrıs’ta sahip olduğu güç nedeniyle olacak ki seçilmişler, Düzgün’ün yazdıklarına karşı tepkisiz kalmayı tercih ediyorlar.
Bu tepkisizliğin sistem için çok yüksek bir maliyeti var çünkü kurumsal yapının en önemli unsuru olan devleti ve dolayısıyla devletin kurumlarını etkisiz hale getiriyor. Başka bir deyişle devlet, Türkiye Yardım Heyeti’nin ve uzantılarının çıkarlarını koruyan bir yapıya dönüşüyor.
Eğer bu iddialar karşısında, 51 seçilmiş siyasinin hiçbiri sesini çıkaramıyorsa, kimse kusura bakmasın ama bu 51 siyasi için her ay ödenen 1 milyon TL’lik maaş faturası, vitrin süsü için yapılan masraf niteliğine dönüşüyor.
Yaşamakta olduğumuz birçok ekonomik ve toplumsal sorun devletin etkisiz hale gelmesinin yarattığı ‘marazi belirtiler’. Bu marazi belirtilerin en güncel örneklerinden bir tanesi de, yapımı daha yeni tamamlanan bir yolun, sel felaketi sonrasında çökmesi sonucu 4 kişinin ölmesidir.
Bilindiği üzere, benzer altyapı projelerinde olduğu gibi bu yolun ihalesi de Türkiye’de açıldı ve oradaki bir şirkete ihale edildi. Basından takip edebildiğim kadarıyla bu yol trafiğe açılmadan önce, yol güvenliği açısından denetlenmemiş. Bu noktada iki soru akla geliyor.
Birinci soru; ‘KKTC devletinin o yolu denetleyecek gücü var mı?’…
İkinci soru; ‘Yolu yapan müteahhit firma hakkında yasal soruşturma başlatılabilir mi?’
Her iki soruya da evet cevabını vermekte zorlanıyorum.
Peki dört insanın ölümüne neden olan sel felaketi sonrası hükümetin aldığı tek tedbir ne? Dere yatağı üzerine inşa edilmiş ve sel nedeniyle sular altında kalan bir kumarhanenin zararlarını karşılamak. Bu politika tercihi de KKTC hükümetinin ve devletinin öncelliklerini açıkça ortaya koyuyor.
Örnekleri çoğaltmak, burada upuzun bir liste yapmak mümkün. Ama gerek yok sanırım, her gün yaşayarak şahitlik ediyoruz zaten…
İlginçtir, bu toplumsal çöküşü yönetme görevi, şu anda CTP’nin. İlginçtir diyorum, çünkü CTP, en azından söylem bazında, daha oluşum aşamasında bu sisteme karşı duran kurumlardan bir tanesiydi.
***
Peki, Türkiye Yardım Heyeti’nin bu gücü nereden geliyor? Bu güç, salt Türkiye’nin KKTC’ye aktardığı mali kaynakla açıklanamaz. Çünkü Türkiye’den aktarılan ciddi bir mali kaynak yok. Tarihsel olarak baktığımızda, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a sağladığı mali kaynağın milli gelire oranı %10 civarında ve son yıllarda da iyice azalmış durumda. Geçtiğimiz yıl, Türkiye’den neredeyse hiç kaynak gelmemiş.
Türkiye Yardım Heyeti’nin KKTC üzerindeki esas gücü, bizzat Türkiye’nin, KKTC’nin ‘nihai kredi mercii’ (İngilizcede buna ‘lender of last resort’ denir) görevini üstleniyor olmasından kaynaklanıyor.
Nihai kredi mercii her devlet için önemlidir. Normalde bu görevi merkez bankaları üstlenir. Bunun nedeni de merkez bankalarının para basma yetkisinin olmasıdır. Merkez bankaları, ekonominin ihtiyaçlarını zamanında karşılayabilmek ve sıkıntılı günleri aşabilmek amacıyla kendi devletlerine geçici kredi imkânı sağlar.
Örneğin, Türkiye’nin nihai kredi mercii Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır. Avrupa Birliği’nde, bünyesinde birçok egemen devleti bulundurması nedeniyle, durum daha karmaşık olmakla birlikte, pratikte bu görevi Avrupa Birliği Merkez Bankası yürütür.
Eğer ekonomik sıkıntı daha büyük ve kalıcıysa, bu durumda Uluslar arası nihai kredi mercii olan IMF devreye girer. IMF’nin varoluş nedeni budur.
Ekonominin emniyet supabı olarak nitelendirebilecek bu mekanizmanın en güncel örneği, Avrupa Birliği Merkez Bankası’nın son dönemde sıkıntılı günler geçiren İtalya’ya sağladığı kredilerdir.
Avrupa Birliği Merkez Bankası (ECB)’nın yükümlülükleri gereği İtalya’ya bu krediyi sağlıyor olması, ECB’ye Pisa kulesini, Aşk Çeşmesi’ni veya ülkenin simge otellerinden bir tanesini Alman yatırımcılara peşkeş çekmesi hakkını verir mi!? Böyle bir şey düşünülebilir mi?
***
Demokrasilerde kurumsal altyapının sağlamlığı, ülkenin sosyo-ekonomik gelişmişliği için hayati öneme sahip bir etkendir. Kuzey Kıbrıs’ta yaşanan toplumsal çöküşte, kurumsal altyapının çarpıklığına ek olarak, vatandaşların da demokrasinin kendilerine yüklediği sorumlulukları layıkıyla yerine getirmemeleri de önemli bir rol oynar. Demokrasi, gerektiğinde parti rozetini rafa kaldırarak yanlışa karşı durabilmeyi ve risk almayı da gerektirir.
Mevcut kurumsal altyapı ve anlayışla bir yol kat edemediğimiz ortada. Büyük bir dönüşüme ihtiyaç var ve bu dönüşümün bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor. Çünkü mevcut sistemin işe yaramadığını gösteren marazi belirtiler, yakın gelecekte çok pişmanlık yaratacak olayların da habercisi ne yazık ki…