Önce Başbakan, geçtiğimiz günlerde de Eğitim Bakanı, yaşadığımız ekonomik krizi ‘ekonomistlerin dahi öngöremediği bir durum’ olarak tarif ettiler. Burada kullanılan kelimeye dikkatinizi çekmek istiyorum; ‘bazı ekonomistler’ değil, ‘ekonomistler’.
Oysa birçok saygın ekonomist bir süredir Türkiye’nin büyük bir ekonomik krizin yaşanacağını tahmin ediyor ve gelmekte olan bu krizin önlenebilmesi için uyarılarda bulunuyorlardı. Aynı öngörüler yabancı basında da yer alıyordu. Bu denklemde tek bilinmeyen, krizin zamanlamasıydı.
Ancak bu tür haber ve analizler, Türkiye basınının içinde bulunduğu sansür ortamında, pek tabii halka ulaşmadı, ulaşamadı. Yine aynı nedenle olacak ki, ekonomiyi Türkiye yandaş medyasından takip ettiklerini anlamakta olduğumuz KKTC hükümet yetkilileri de ekonomik krize hazırlıksız yakalandı.
Halkın hazırlıksız yakalanması anlaşılabilir bir durum ama ekonomiyi yönetmekte olanların ekonomide var olan risklerin büyüklüğünden bihaber olması, kabul edilebilir değil.
KKTC hükümetinin, yaklaşmakta olan kasırgadan ne kadar habersiz olduğunu, 2018 yılı bütçesinde de görmek mümkün.
Bütçe hazırlanırken, 2018 yılı enflasyonu %8 varsayılmış. Bütçe rakamlarında bunu görüyoruz. Döviz kurları için ne varsayıldığını ise bütçe rakamlarında göremesek de, maliye bakanlığından bir bürokratın sosyal medya üzerinden yaptığı bir paylaşımdan öğreniyoruz. Buna göre 2018 yılı için Dolar/TL paritesi 3.69, Sterlin/TL paritesi ise 4.79 olarak tahmin edilmiş.
Alis Harikalar Diyarı’nda da makroekonomik tahmin yapılıyor mu bilmiyorum ama, eğer yapılıyorsa, bunlardan daha ‘harikası’ olmazdı sanırım.
Bütçe 20 Mart 2018’de onaylanmış. Ama onaylandığı gün dahi bu varsayımlar ve bütçe güncelliğini yitirmiş durumdaydı. 2017 yılı enflasyonu halihazırda %15 olarak gerçekleşmiş, 20 Mart günü Dolar 4 seviyesine yaklaşmıştı.
Recep Tayyip Erdoğan, Haziran ayında yapılacak başkanlık seçimi için oy isterken, ‘Bu kur filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil… Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz’ diyordu.
KKTC hükümet yetkilileri, o kardeşlerine çok güveniyor olacaklar ki 2017 yılı sonunda 15% olan enflasyonun 2018 yılında %8’e düşmesini ve TL’nin değer kazanmasını bekliyorlardı.
Farz edelim ki Sayın Başbakan’ın ifade ettiği gibi, ekonomistler bu durumu öngöremedi. Peki bir mucize olmazsa 25 Haziran sabahına, demokrasinin sözünün bile edilemeyeceği, bunun yerine siyasi bir elitin ülkeyi yöneteceği bir düzene uyanılacağını bildiğiniz halde, TL’nin 2018 yılında demokrasiyle yönetilen ülkelerin paraları karşısında değer kazanmasını nasıl bekliyor olabilirsiniz? Sol bir partinin başkanı olarak, demokrasinin ne kadar önemli ve gerekli bir iklim olduğunun bilincinde değil misiniz?
Bugüne döndüğümüzde, bu iyimser bakış açısının ne yazık ki devam ettiğini ve Türkiye ekonomisindeki sorunların ciddiyetinin anlaşılmadığını gözlemliyorum. Başbakan, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, ‘TC Merkez Bankası faizlerin artırımı kararını üretti, bu ilk etapta olumlu yansıdı. Umudumuz biraz daha düşüş yaşanması ve bir istikrarın sağlanması’ diyordu.
Tam bu noktada, bir konuyu net bir şekilde ifade etmek gerekiyor. Türkiye ekonomisini çok zor günler bekliyor. Henüz ekonomik krizin başındayız. Bu durumu hergün, yüksek borçları nedeniyle batan şirketlerin sessiz çığlığından duymak mümkün.
Piyasalar, bir faiz artışı görmek istiyorlardı ve Merkez Bankası da bu beklentiye uygun bir karar üretti. Ama aslında faiz artışı, şirketlerin işlerini daha da zorlaştırdı. Faiz artışıyla beraber, kredi faizleri de arttı. Bu da haihazırda yaşanan ekonomik yavaşlamayı hızlandıracak bir faktör. Hızlanan yavaşlama da şirketlerin işlerinin daha da bozulmasına ve borcunu ödeyemeyen şirketlerin sayısının artmasına neden olacak. Zora giren şirketler, eleman çıkarmaya başladılar bile ki bu işsizliğin giderek artacağının habercisi.
Merkez Bankası bir faiz hamlesi yapmış olabilir ama Türkiye’de riskler devam ediyor. Türkiye’ye borç verenlerin gözünde birşey değişmiş değil. Bu yüzden faiz artışı sonrası 6.10 seviyesine gerileyen Dolar paritesi, kısa süre içerisinde faiz düşüşü öncesindeki seviyesine yükseldi bile.
Özel sektörün borç sorunu var oldukça ve bu siyasi düzen devam ettikçe, ekonomideki kötüleşme ve buna bağlı olarak TL’deki değer kaybı devam edecek. Özel sektörün borç sorununun çözümü için, Türkiye’nin yüklü miktarda dış finansmana ihtiyacı var. Bu finansmanı da ancak IMF sağlayabilir. Oysa geçtiğimiz günlerde Alman basınına konuşan bir AKP yetkilisi, Erdoğan’ın IMF’ye teslim olmaktansa, ulusal bir iflası kabul etmeyi tercih edeceğini söylüyordu.
Peki Kuzey Kıbrıs’ta durum ne? Ne yazık ki durum Türkiye’dekinden çok farklı değil. Şirketlerin ve hanehalkının yüksek miktarda yabancı para cinsiden borçları var. KKTC Merkez Bankası’nın verilerini kullanarak yaptığım hesaplara göre bu borç yaklaşık 1.8 milyar dolar. Yani 2018 yılı için beklenen milli gelirin yaklaşık %80’ine denk geliyor. Yani kazanılan her 100 dolara karşılık 80 dolar döviz borcu var. Bu oran geçen yıla göre iki kat arttı. Döviz borcu kadar da Türk Lirası cinsinden borç var.
Hani son dönemde ekonominin en önemli sorunları arasındaymış gibi lanse edilen ve son bir ayın gündeminin neredeyse tamamını meşgul eden ek mesai ve tarım ve hayvancılık için ödenen doğrudan gelir desteği meseleleri var ya; bunlar için 2018 bütçesinde ayrılan kaynak, doların 6.30’dan 6.50’ye yükselmesi gibi çok anlık ve artık sıradanlaşan bir oynamanın yukarıda bahsettiğim döviz borcunun üzerine bindireceği yükten daha küçük bir meblağ, bunu da buraya not etmekte fayda var.
Bir tarafta borç içinde bir halk, diğer tarafta cömert teşviklerle desteklenen, 2 milyar dolarlık servetiyle, Forbes Dergisi tarafından Türkiye’nin en zenginleri arasında gösterilen bir iş insanımız…
Bu çarpık tablo aynı zamanda, son 10-15 yılda uygulanan makroekonomik politikaların gelir dağılımı ve ekonomi üzerinde yarattığı tahribatı gösteriyor olması açısında da önemli. Sonuçta, yukarıda sözünü ettiğim o cömert teşvikler halkın cebinden çıkıyor.
Bu noktada akla gelen soru şu: KKTC hükümetinin aldığı ekonomik tedbirler yeterli midir? Gelin bu tedbirlere bakalım ve bu soruya cevap vermeye çalışalım.
Borçların vadesini uzatma ve taksit miktarını düşürme imkanı sağlanmış olsa da bu tedbir kısa vadeli bir çözümdür ve sorunu çözmekten uzaktır. Ve TL’deki değer kaybı devam ederse, etkinliğini kısa sürede yitirecektir.
Başka? Hükümet, halkın elini taşın altına koymasını istedi ve zamların devam edeceği mesajını verdi. TL her değer kaybettiğinde elektriğe ve akaryakıta zam yapılıyor. Bu zamlar da enflasyonun daha da artmasına neden oluyor. Masraflar artıyor ama maaşlar artan enflasyon karşısında eriyor. TL her değer kaybettiğinde, üretimi dolara bağlı olan ve kıt kaynaklarla üretim yapmaya çalışan küçük işletmeler maliyetin altında eziliyor. Yani, krizin maliyeti halkın omuzlarına yükleniyor. Borcunuz artıyor ama aynı zamanda geliriniz azalıyor.
Ve sanırım ‘#bütün eller taşın altına’, ‘#zamlar devam edecek’ tarzı politikaların işe yaramayacağını ve yarardan çok zarar getireceğini anlamak için biraz dünya ekonomi tarihi bilmek yeterli.
KKTC hükümetinin benimsediği politikalar ve bu politikaların arkasındaki gerekçeler bana, ABD’de, 1921 ve 1932 yılları arasında hazine bakanı olarak görev yapan Andrew Mellon’un savunduğu politikaları hatırlatıyor. Tıpkı KKTC hükümet yetkililerinin şu anda durumdan sitemkar olduğu gibi, Mellon da şanssız bir dönemde maliye bakanlığı görevini yürütüyordu. 1929 yılında, Amerikan borsasında kriz yaşanıyordu. Hisse senedi fiyatlarında çok büyük düşüşler olmuştu. Mellon, hükümetin bu krize dahil olmaması, müdahale etmemesi gerektiğini savunuyor, krizin temelinde ekonomideki yapısal sorunların olduğunu düşünüyordu. Çiftçiler iflas edecekse, edecekti. Bunu önlemenin gereksizliğine inanıyor, ‘hayat standardımız zaten çok yüksek’ diyordu. Bu kriz sayesinde bu sorun da çözülecekti. Yani Mellon, krizi fırsata çevirecekti!
Bu söylemler size tanıdık geliyor mu? Bizler de bu tarz argümanları bazı yerel gazetelerde her gün okuyoruz.
Dönemin başkanı Herbert Hoover, Mellon’un tavsiyelerini dinleyince, 1929 borsa krizi olarak başlayan kriz, tüm dünyayı saran, dünya ekonomi tarihinin en büyük krizine dönüştü.
Ekonomik kriz dönemlerinde, halkın alım gücündeki düşüşü tamir edici politikalar yerine, devletin ve sermayenin kasalarını koruyan politikaların yarardan çok zarar getirdiğini gösteren örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama aynı şeyi, lehte örnekler için söylemek mümkün değil. Birkaç yıl önce, Harvard Üniversitesi ekonomi profesörü Ken Rogoff, bir makale yayınlayıp, tarihsel verilerin, kemer sıkma tarzı politikaların etkinliğine işaret ettiğini iddia etmişti. Ancak Amerika’nın daha mütevazi bir üniversitesinden bir ekonomi doktora öğrencisi, Rogoff’un bu sonucunun basit bir hesaplama hatasından kaynakladığını gösterince, bu çaba da fiyaskoyla sonuçlandı.
Türkiye’deki ekonomik krizin temelinde kötü yönetim var. Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘faizleri düşüreceğim’ diyerek ekonomi teorisine savaş açtığı 2015 yılında faizler %7.5 idi. Bugün ise %24. Ama gelin görün ki Erdoğan, hem ülke içinde hem yurt dışında, Türkiye ekonomisini çok iyi yönetip bu krizi bitirecek uzman Türk ekonomistler varken, ekonomi yönetimine aileden birini getirmeyi tercih ediyor.
Maalesef benzer bir durum, Kuzey Kıbrıs’ta da yaşanıyor. Bunu hem yukarıda açıkladığım, 2018 yılı bütçesi hazırlanırken kullanılan makroekonomik tahminlerin sınıfta kalışından, hem de Başbakan’ın, büyük bir cesaretle, ‘zamlar devam edecek’ duyurusundan görmek mümkün. Türkiye’den de bir yardım paketi beklentisi olduğu anlaşılıyor. Hükümet yetkililerinin elektrik konusunda yaptığı açıklamalar ve Afrika gazetesini taşlayanların alelacele serbest bırakılması da ne yazık ki bu beklentiyi doğrular nitelikte gelişmeler.
Hükümet bu krizi en az hasarla atlatmak istiyorsa, eski maliye bakanlarından medet ummak yerine, uzman insanlardan yardım almak durumundadır. Çünkü krize karşı yürütülmekte olan politikalar, ne yazık ki sorunlara çare üretici politikalar değildir. Bu arada da Irving Fisher’in 1933, William Brainard’ın da 1967 yıllarında yayınlanan makalelerine bir göz gezdirmeleri, kanımca başlangıç için faydalı olacaktır.