Bu röportaj, 20 Ağustos 2008’de İbrahim Aziz tarafından hazırlanmıştır.
Türk Eğitim Kulübü TEK kurucu üyelerinden. Futbol takımı antrenörü- çalıştırıcısı ve kaptanı. O günkü terimle, Spor mümessili: temsilcisi. 58 kuşağı üyelerinden, Dervişali’nin yakın çalışma arkadaşı.
*****
Kâmil Ahmet’le birlikte TEK takımında oynadık. 1 Mayıs 1958’de, TMT’nin başlattığı “Solcu Türkleri temizleme harekâtı” ve estirdiği terör dalgasının bizi dağıtmasından sonra, canını zor kurtardı. Saldırılar nedeniyle izini kaybettirmek için Lefkoşa’dan ayrılıp, Mağusa’ya yerleşti. 1967’de Londra’ya gitti. Önce Lefkoşa’da görüştük. Kâmil Tuncel ile birlikte geldi. Kendilerini Ledra Palas’tan aldım. “Garden Cafe”de oturup sohbet ettik. Sohbetimizi Londra’da bitirdik. Ben sordum, o anlattı. Kavazoğlu için hep Dervişali adını kullanarak anlattı:
***
1 Mayıs nümayişinden sonra saldırılar başlayınca ben istifa açıklaması yapmadım. Bir Mayıs nümayişine katılmadım diye ilanat yazdım. “Kara çete”nin başında olan Turgut Mustafa vardı. Samimi arkadaş idik. Türk Eğitim Kulübü lokali, Türk İşçi Birlikleri iken oraya gelir pinpon oynardık. Saldırılar başlayınca benim eve geldi. Gidelim dedi, Ümit Süleyman’a bir istifa mektubu yazasın. Ben dedim, ben gendim yazarım.
“1 Mayıs nümayişine katılmadım” ilanatını yazdım ve Turgut’unan “Halkın Sesi” gazetesine gittik. O arkamda, ben önde. Biri gelip vurmasın diye, beni korudu. “Halkın Sesi”nde Ali Şakir varıdı. Mektubu almak istemedi. Sonunda kabul etti, aldı. Ama bir lira istedi gazetede basması için. Turgut, yoğusa ben vereyim, sonra bana verin dedi. Yok, var dedim, bir lirayı Ali Şakir’e verdim.
Turgut’unan geri döndüğümüzde “burada evde gamla” dedi. “Başka yere git, bulmasınnar seni”. Öyle yaptık. Benimle birlikte geldi. Taksi yazıhanesine gittik. Grammi yapan taksiye bindim. Mağusa’ya gittim. Gaynım varıdı. Onun yanında galdıg ailemle birlikte. Üç çocuğum vardı. Eşim Nedime dördüncüye hamile idi. 1967’ye gadar Mağusa’da kaldık. 1967’de Londra’ya gittim.
***
Soru: 1956’da AKEL, koloni idaresi tarafından yasa dışı ilan edilip, üyeleri tutuklanınca, bizim arkadaşlardan da, 25/26 Nisan gecesi, yanlışım yoksa 20 dolayında kişi tutuklanmıştı. Sen de tutuklananlar arasında mı idin?
Belki beni da tutuklayacaklardı. Amma o gece ev değiştirmiştim. Kaymaklı’da başka bir eve taşınmıştım. Adresimi değiştirdiğim için bulamadılar beni. Öyle olsa. Ben gidip, teslim olmadım. Başkaları öyle yaptı.
– Kimler, meselâ…
– Dervişali… Hulus… Dervişali’nin adresi da belli değildi. Bir yerde galmıyordu. Kendisi gidip teslim oldu. İçeridekilere, kendi arkadaşlarına yardımcı olmak için. Hulus da Leymosun’da idi. Geldikten sonra polise başvurdu. Tutuklanmadı, ama göz hapsine alındı. İspatı vücut şartıyla serbestti. Her gece gider, polise görünürdü.
– Kimler tutuklandı, hatırlar mısın?
– Ahmet Sadi… Fazıl Önder… Kel Ahmet… Aziz (Barışoğlu) tutuklanmadı. Köyünde idi. Baf’ın Melandra köyünde. Çok zaman geçti. Ötekilerin adları aklıma gelmiyor…
Soru: Tutuklamalar için öne sürülen gerekçe ne idi?
“Arda” sigara fabrikası varıdı, İngilizin. “Abdi Çavuş” sokağının başlangıcında. Fabrikayı komünistler yaktı, dediler, bizlerin üstüne attılar. Tutuklamalar gece sabaha yakın başladı. Siyah hapishane arabası varıdı. O arabaynan evleri gezdiler sabaha gadar, solcu olmayan birçok arkadaşı da tutukladılar. Saat sekizden sonra kerfiu: sokağa çıkma yasağı godular.
– 3 Mayıs 1956 tarihli “Haravgi” gazetesi, AKEL yayını, tutuklananların 20 kişi olduğunu yazdı. Tutuklananlar adına Derviş Ali Kavazoğlu’nun imzasıyla bir mektup yayımladı. Ancak tutuklanmış olanların 23 olduğu da söylendi…
– Şimdi ötekilerin adlarını hatırlayamıyorum…
Soru: TEK kulübü ne zaman kuruldu?
: TEK kulübü, Türk İşçi Birliklerinin (TİB) lokali olan binada kuruldu. TİB, PEO ile birleşince aynı bina içinde TEK kulübünü kurduk. Kulübü kuran Dervişali ve çevresindeki arkadaşları idi. Ahmet Sadi’yi, Fazıl Önder’i, Hulus Çağlar’ı, Kâmil Tuncel’i hatırlıyorum. Ben futbol takımının antremanı ve kaptanı idim. Spor mümessilliğini de yaptım.
– TEK kulübünü Federasyondan atmak istemişlerdi…
– Böyle bir mektup gelmişti. Spor mümessili olduğum için Dervişali görüşmeye beni yollamıştı. 55, 56 dönemiydi. Bu sıralarda Çetinkaya’nın Sarı Naci adındaki Türkiyeli antrenörü vardı. TEK’i ne maksatla kurduğumuzu öğrenmek istedi. Gulubun içinde ne yaparık gibi sorular sordu. Gulubu kurmakla gençliği kötü alışkanlıklardan korumayı, spor sevgisini aşılamayı ve dünya halkıynan spor aracılığıyla dost yapmayı amaçladığımızı söyledim. Bana iyi futbolcusun dedi ve Çetinkaya’nın birinci takımında oynamamı teklif etti. Teklifini kabul etmedim. Bana Dervişali’nin, Ahmet Sadi’nin, Fazıl Önder’in, Hulus Çağlar’ın gulupta ne yaptıklarını sordu. Üyemizdirler, üyeliklerini gullanırlar, guluba gelirler dedim. Onnarı tard etmeyi: gulubdan atmayı teklif etti bana. Gittim bunnarı hep Dervişali’ye anlattım. TEK’in Federasyondan atılmaması için istifa ettiğimizi söyleyelim dedi, Dervişali. Ancak gerçekten istifa etmeyecekler, gulubdan çekilmeyeceklerdi. Taktik nedeniyle öyle yaptık. Tekrar sorduklarında istifa ettiler dedik.
Soru: TEK kulübünün eşyaları, Bir Mayıs 1958 nümayişinden sonra yakıldı. 1 Mayıs nümayişine katıldın mı? TEK’in yakılması hakkında ne biliyorsun?
Hayır, ben nümayişe katılmadım. O gün evde kaldım. Kulübün yakılmasını gözlerimle gördüm. Türk tarfı KOP’tan (Kıbrıs Futbol Federasyonu) ayrılınca Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu kuruldu. Bütün Türk takımlarını federasyona aldılar. Bir mektupla her takıma bir renk seçilmesini istediler. Biz Beşiktaş’ın siyah-beyaz çizgili üniformasını seçtik. Cevabımızı yazılı olarak bildirdik. Neden mi, Beşiktaş’ın üniformasını seçtik? O günlerde işçi ve esnafın takımı olduğu için. Beşiktaş’a kara kartallar dedikleri için oyun sırasında taraftarlarımız bize de öyle bağırıyordu. Kulübümüz sol görüşlü olduğu için milliyetçi liderliğimiz bunu hazmedemedi. Kulübe karşı kampanya başlattılar. Okullara gittiler ve öğrencilerin kulüpte oynamaması talimatını verdiler. Oynarsanız sizi okuldan atarız diye tehdit ettiler. Ailelere de bu uyarıyı yaptılar. Kulübe gelen ve rezillik yapan aileler oldu, çocuklarını takımda oynatmayalım diye. Biz de köylere gider oyuncu arardık. Sizin köyden, Bodamya’dan da oyuncu istedik. Saffet Hacı Azmi seni, Hilmi’yi, Mülayım’ı ve Fuat’ı getirmişti. Saffet bir aralık TEK’in antrenörlüğünü de yaptı. Fevzi Püntük de. Takım hayli kuvvetlenmişti. Milliyetçi şoven liderlik bundan rahatsız oldu. Güçlenmesini hazmedemiyorlardı. Kulübün varlığını hazmedemiyorlardı. Sol akımın güçlenmesinden rahatsız oluyorlardı.
Bir Mayıs gecesi ben kulübe uğradım. Saat 8-9 sularında idi. Büfeyi işleten Ali Maraton’du. Hem üyemiz idi hem de takımda oynuyordu. Ali iyi oyuncularımızdan değildi. Oyuncu eksildiğimizde onu takıma alıyorduk. Top geçer, Ali’den adam geçmezdi.
Ali o gece kulüpte yalnızdı. Ali ile konuşurken içeriye 9-10 yaşlarında bir çocuk girdi. “Ne isten” dedik. “Kimdir buranın mesulü” diye sordu. Ben de “bizik” dedim. Döndü bize ukala kabadayı bir tavırla: “Burasını kapatasınız ve bir daha açmayasınız” dedi. Bunun üzerine Ali Maraton’a: “Zaten başka biri yoktur, kapat gidelim” dedim.
Vakit tez olduğu için Mustafa Mulla Mehmet’in meyhanesine gittim. Arkadaşlarımızdan kunduracı biri idi. Yemek içmek için arkadaşlar orada toplanır, muhabbet yapardık. Dervişali de o gece orada idi. Yanına oturdum. Bana bir içki sımarladı. Kendisine kulüpteki olayı anlattım. O da bana: “Şimdi bize kulübü yakacaklar. Git göresin, amma sakın görünme, müdahale etme, seni öldürebilirler” dedi.
Aynen öyle yaptım. Kulüp “Zafer” sinemasının karşısında idi. Sinemanın arkasında, köşede durdum. 20-30 kadar çocuk yaşlarında genç geldi. Kapıyı kırdılar. Eşyaları hisarın altına taşıdılar ve ateşe verdiler. Hisar kulüpten elli yarda uzakta idi. Ateşin dili hisarın boyundan yukarı çıktı. Yaklaşamıyordum. Ne yapabilirdim. Eşyalar yanarken benim de canım yandı.
Lastik bir pinpon raketi de vardı kulüpte. Benim şahsi malım. Pinpon oynadığım raket idi. O raketle AON kulübünde düzenlenen pinpon şampiyonluğunu kazanmıştım. AON, o dönemde AKEL partisi gençlik kolunun adı idi. Şampiyonluğa Omorfo’dan, Girne’den, Lefkoşa’dan ve başka yerlerden oyuncular katılmıştı. Şampiyonluğu kazanmam üzerine beni Magusa’da düzenlenen festivale de göndermişlerdi. Festivale yine Türk ve Rumlar birlikte katılmıştık. Pinpon yarışmasında en son Küçükki adlı bir Rum genciyle kaldım. O dövdü beni ve şampiyonluğu o aldı. Mağusa festivalinde şampiyonluğu kaybettim, kulübün yakılmasında bana bu coşkuyu yaşatan raketimi…
Soru: 1958’den sonra Derviş Ali ile görüştün mü?
Hayır, hiç görüşmedim. Vurulmasından önce, işlediğim yerde, Mağusa’da üsler bölgesindeki itfaiyede çalışıyordum. Tasos adlı bir Rum arkadaş da itfaiyede çalışıyordu. Benden AKEL için iane istedi. Bundan cesaret alarak, Dervişali ile görüşüp görüşmediğini sordum. Görüştüğünü söyledi. Dervişali’ye Tasos ile haber ilettim. İki haftaya kadar Mağusa’da partiye geleceğini ve bana haber iletip kendisiyle görüşebileceğimi bildirdi. Ancak görüşeceğimiz günden iki gün önce kahvehanede otururken, Mişauli ile birlikte vurulduğunu duydum. Gözyaşımı herkesin önünde dökmemek için hemen dışarı çıktım. Eve gittim. On’u böyle yitirmiş olduk. Bir daha görüşemeden gitti aramızdan.
Soru: Türk İşçi Birlikleri’ne üye oldun mu?
Evet oldum. Sene 1945 idi. Babam, annem ve kardeşlerimle Büyük Han’da oturuyorduk. Büyük Han eskiden hapishane idi. Ayrı ayrı odaları vardı. O odalardan kiralamıştı babam. Haydarpaşa ilkokuluna gidiyordum. Büyük Han’ın girişinde, içeriye doğru, yan tarafa tenekeci Enver bankosunu koymuş, orada çalışıyordu. Kunduracı Süleyman usta da oraya bir banko koymuş, kunduracılık yapıyordu. Süleyman ustaya “Lapta’nın güveyisi” diyorlardı. Tenekeci Enver Çetinkaya’da oynayan Mehmet Bardak’ın kardeşi idi. Süleyman usta başka bir dükkân bulmuş, oraya taşınmıştı. Yerine Hasan Tiktiki adlı kunduracı gelmişti. Lakabı öyleydi. Tiktiki, vurgu son hecede.
Okuldan eve döndükten sonra, akşamüzerleri ustaların yanına gider, faydos edecekleri sırada eşyalarını içeriye taşımalarına yardım ederdim. Bana her gün bu iş için bir kuruş veriyorlardı. Kuruşu bazan tenekeci Enver, bazan da Hasan usta, arada sırada ise ikisi de birer kuruş veriyorlardı. Okulu bitirdikten sonra Hasan Usta’nın yanında kaldım. Kunduracılığı ondan öğrendim. Bana haftada sekiz şilin veriyordu. Hasan Usta’nın işi azaldı. Gündeliğimi veremez oldu.
Türk İşçi Birlikleri Kunduracılar sekreteri Halil Fikret vardı. Kendisine Sağır Halil de diyorlardı, kulakları ağır olduğu için. Hasan Tiktiki’yi ziyarete geliyordu. Daha önce Muharrem Kundura Fabrikasında beraber çalışıyorlardı. Bir gün Hasan Tiktiki’den kalıp istemeye gelmişti. Hasan Usta kalıpları verirken, bana da: “Git Halil’e, seni Kunduracılar Birliğine üye yapsın. Sana daha fazla gündelikle daha iyi bir iş bulsun” dedi. Gittim ve sendikaya üye yazıldım. Beni Uzun Yol’da Mişelli adında bir ustanın yanına gönderdi. Haftalığım sekiz şilinden kırk dokuz oldu. Üstelik günde sekiz saat çalışmaya başladım. TİB’ne işte bu koşullarda, 14 yaşında iken, bu rastlantılar sonunda üye oldum.
Soru: Dervişali ile nerede tanıştın?
Türk İşçi Birliklerinde tanıştım. Dervişali’nin mesleği marangoz idi. Sendika Yönetim Kurulu üyesi idi. Birlikte kütüphane, pinpon masası vardı. Futbol takımı kurulmuştu. Ben “Yeni Cami” takımında oynardım. Birliğe üye olunca, Mustafa Barbaton, Kunduracılar Yönetim Kurulu üyesi, bana: “Artık Yeni Cami’de oynama, bizim takıma gel” dedi. Böylece Birliğin takımında oynamaya başladım. Dervişali bir süre takımda kaleci idi.
Birliğin tiyatro, koro grupları da vardı. Dervişali ekseriyetle bunlarla ilgilenir, bu alanlarda faaliyet gösterirdi. Yaşı benden epeyce büyüktü. Daha evvelden Kaymaklı spor kulübünün kuruluşuna da katılmıştı. Kaymaklı kulübünde de tiyatro tertiplerdi.
Soru: Türk İşçi Birlikleri’nin kuruluşunu hatırlar mısın?
: Hayır. Birliğe üye olduğumda henüz kurulmuş idi. TİP’in kunduracılar, marangozlar, ekmekçiler, yapıcılar şubeleri ve spor dalı vardı.
Soru: Dervişali ile arkadaşlığın nasıl ilerledi?
Pinpon oynardık. Top oynardık. Piyes yazıyor, tiyatro koro gruplarını çalıştırıyordu, Boyacı Cahit ile birlikte. Ben tiyatro koro gruplarında faal değildim. Dervişali ile o günkü koşullarda sağ-sol tartışmaları içine girerdik. O günlerde ben henüz sol akıma katılmış değildim. Sol akımı Dervişali ile tartışmalar sırasında yaşadım.
Soru: Sol akıma ne zaman katıldın?
AKEL’e üye olduktan sonra. 1951-52 yıllarında BATA kundura fabrikasında çalışıyordum. Fabrikada grevler de oluyordu. Grevleri PEO sendikası örgütlüyordu. Grevlere Türk işçiler de katılıyordu. On yedi yaşında bir şeydim. Nişan olmuştum. Bu sıralarda Maraş’ta kunduracı dükkânı olan Yannáci adlı Rumun yanında birinci sınıf kalfa için münhal yer açılmıştı. PEO’daki yöneticilerden Hambis Markidis beni oraya önerdi. Gittim. Haftalığım beş, beş buçuk lira oldu. Güzel para almaya başladım. Mağusa’da, surlar içinde PEO’ya bağlı Türk ve Rum İşçi Birlikleri faaliyet gösteriyordu. Hem Türklerin, hem Rumların üye olduğu Birlikte, bir akşamüzeri Andreas Fandis konuşma yapmaya geldi. Konuşmasının amacı bizi AKEL’e üye yapmaktı. Birlikte 10-15 kişi idik. Andreas Fandis AKEL partisinin Mağusa bölgesi mesulü idi. Bize yaptığı konuşmada AKEL’e üye olmak için Partinin bazı şartları olduğunu söyledi. Yunanistan’da Komünist Partisi iktidara gelirse, memleketimize de sosyalizmi daha kolay getireceğimizi anlattı. Bu nedenle üyeliğimiz için enosisi AKEL’in şart
olarak koştuğunu söyledi. AKEL’e öyle üye olduk. Sosyalizmi ülkemize daha erken getireceğimizi düşünerek. Benim üyeliğimi Dervişali ile olan yakınlığım ve işçi hareketine daha yoğun bir biçimde katılmam üzerine önerdiler.
Soru: Partiye üye olduktan sonra ne yaptınız?
Bizi Parti hücrelerine almaya başladılar. Ben hücreye PEO’da katıldım. Mağusa’da yedi ay kaldıktan sonra yeniden Lefkoşa’ya dönmüştüm. Hücremizde dört kişi idik. Sekreter bendim. Toplantılara arada sırada Pavlaki* de gelir ve bizi yönlendirirdi.
– Dervişali toplantılarınıza gelir miydi?
– Hücremizin toplantılarına hiç gelmedi. Partinin başka toplantılarında buluşurduk.
– Enosis şartı sizi rahatsız etmedi mi?
– Pek hoşumuza giden bir durum değildi. Enosis için bir de broşür çıkarmışlardı. “AKEL’ci Türkler enosis ister” diye. Türkçe idi. Dağıtımına ben de katıldım, Rum arkadaşlarla birlikte. Lefkoşa’da bandabuliyanın yanında dağıtırken, Ayhan Hikmet’in babası vardı. Karşıdaki dükkânında otururdu. Yağ çıkarır, küspe helva yapardı. “Nedir be çocular o dağıttığınız” diye sordu. “İşte, dedik, AKEL’ci Türkler enosis ister”. Broşürün başlığını gösterdik. “Be çocuklar, sizi gandırırlar, öyle şey yapmayın” dedi. Yanlış yaptıklarını seneler sonra anladık, amma artık olan olmuştu.
– Dervişali’nin bu konuda görüşü ne idi?
– Bizimle aynı görüşte idi. Hoşnut değildi.
Soru: İyi bir sporcu olduğunu, “Yeni Cami”de de oynadığını söyledin. Başka bir takımda oynadın mı?
: “Mağusa Türk Gücü”nde de oynadım. 1952’de kunduracı kalfası olduğum dönemde, usta yardımcısına o dönemde kalfa derlerdi, Mağusa’da, Nişanlım Nedime’nin evinde kalıyordum. Mağusa’ya yerleşince iyi bir sporcu olduğum duyuldu. Luga’nın oğlu diye bilinen kunduracının yanında, arkadaşım Mehmet Beyköylü epistat: ustabaşı olarak çalışıyordu. Mehmet Beyköylü ile BATA’da birlikte çalışmıştık. Ben Yannácis’in yanına kalfa gitmiştim. Ancak Mehmet Beyköylü birlikte çalışmamızı istedi ve onların yanında çalışmamı sağladı. Bu süre içinde bazı Rum arkadaşlar beni “Salamina” takımına götürdü. On beş gün kadar antremana indik. Beraber çalıştığımız Durmuş adlı çırağım bir gün: “Usta, dedi bana, seni Mağusa Türk Gücü’nden isterler. Gidip görüşmenizi beklerler”. Mağusa Türk Gücü’nde kimseyi tanımadığım için Durmuş’la birlikte gittik. Giderkenden etrafımı 10 -15 kişi sardı. Sohbet ettik. Orada oynayacağına bize gel dediler. Kabul ettim ve Salamina yerine, Mağusa Türk Gücü’nde oynamaya başladım.
Ancak şunu da ilave edeyim. TİB takımında oynarken “Omonia” takımında da oynamak istedim. Oraya yalnız başıma gittim ve antremana indim. Antreman bittikten sonra takımın kaptanı Limburis çağırdı beni. Dervişali telefon etmiş. “Türk İşçi Birlikleri’nde oynarmışsın, Sana ihtiyaçları var. Seni oraya gönderiyorum” dedi. Böylece TİB takımında kaldım. Omonia’da sadece bir antremana katıldım.
Soru: Hüseyin Ali 1 Mayıs PEO nümayişinde Türk bayrağını tutan arkadaşımızdır. Hüseyin Ali hakkında pek bir şey hatırlamıyorum. Derviş Ali’nin çok yakın arkadaşı idi. Hüseyin hakkında bize ne anlatabilirsin?
Hüseyin Ali akrabam oluyor, baba tarafından. Bu akrabalığımız nedeniyle bana saygısı, sevgisi vardı. Onu da TEK kulübüne çeken bu yakınlığımız oldu. Dervişali ile orada tanıştılar. Uzunca boylu, sağlam bir gencimizdi. İnancı sağlamdı. Atak tavırlı, tez heyecanlanan, her yerde atılgan, önde olan bir insandı. Yabancı birisi bizi rahatsız ettiği zaman öne çıkar, karşılığını o verirdi.
1958 saldırısında dağılmamızdan sonra o da Londra’ya geldi. Birkaç defa buluştuk. Bir İngiliz kızına evlendi. Londra’da şoför okulu açtı. Tam tarihini hatırlamıyorum, 80’li yıllarda tatil için Kıbrıs’a gitti. Bir otomobil kazasında hayatını yitirdi. Hüseyin’i de böyle kaybettik.
Kardeşi Hasan vardı. TEK’te bir aralık kalecilik yaptı. Adını da kaleci koyduk ve kendisini hep Hasan Kaleci olarak andık.
Soru: Londra’ya niçin ve nasıl geldin?
1958 saldırısında “Halkın Sesi”ne ilanatımı vermiştim. Gazetede çıkmıştı. Herkes görmüştü. Lefkoşa’da beni herkes tanıyordu. Daha önce anlattığım gibi, güvenliğim için Mağusa’ya, kayın biraderimin yanına gitmiştim. Bir aralık limanda, maunalarda yük taşımacılığında ve başka işlerde çalıştım. Dördüncü Milde, İngiliz üslerinde itfaiyede münhal yer açılmıştı. Mağusa Türk Gücü’nde arkadaş edindiğim Necati itfaiyede çalışıyordu. O haber verdi. Müracaat ettim ve işe alındım. Dokuz sene orada işledim. Üslerde işin azalması üzerine 1967’de işten çıkarmalar oldu. Beni de işten çıkardılar. İşsiz kalmayayım diye hemen Londra’ya göç etmeye karar verdim.
O dönemde TMT dış ülkelere göçün önüne geçmek amacıyla pasaportları elimizden alıyordu. Ben pasaportumu teslim etmemiştim. Ancak izin alarak Londra’ya göç ettim. Lefkoşa’ya yazı yazdılar, izin geldi. Çıkış iznini alınca, eşimi ve altı çocuğumu alıp, Londra’ya göç ettim. İzin sadece benim için çıkartılmıştı. Eşimi ve çocuklarımı bir gün evvel Lefkoşa’ya annemin yanına gönderdim. Ertesi günü Lefkoşa’dan Larnaka’ya taksi ile geldiler. Ben de Mağusa’dan gittim. 19 Ağustos 1967’de gemiye bindik. 24 Ağustos’ta Londra’ya çıktık.
Eşime ve çocuklarıma 1965’te üslerde çalışırken İngiliz pasaporu çıkardım. Benim de pasaportum İngiliz pasaportu idi. Kıbrıs’tan bu pasaportlarla ayrıldık.
Soru: Bir Mayıs nümayişinin yapıldığı günün gecesi TEK kulübünün eşyalarını yaktılar. Ona göz şahidi oldun. Daha sonra arkadaşlarımızı bir bir vurup öldürmeye başladılar. Sen bu olayları nasıl yaşadın? Örneğin, Fazıl önder’i arkadan hançerleyip aramızdan alırlarken, sen o gün nerede idin?
O gün günlerden Cumartesi idi. BATA’da haftada kırk saat işlediğimiz için Cumartesileri işlemezdik. Cumartesileri Hüseyin kalfanın yanına gider, ayakkabı satışına yardımcı olurdum. O gün de oraya giderken, yolumun üstünde olan Abdurrahman Candaş’ın terzi dükkânından geçtim. Dükkân Mısırlızade binasının altında idi. Dükkâna korkmuş telaşlı yaşlı bir kadın girdi. Bandabuliadan alış veriş yapmış, eşyalarını bir çocuk arabasına koymuş ve arabacığı iterek dükkâna girerken: “Burada bir komonisti vurdular, yolun içinde yatıyor” dedi.
Abdurrahman ile birbirimize bakıştık. “Bir bakayım da geleyim” dedim. Acele ile kadının gösterdiği istikamete doğru yürüdüm. Fazıl dört yol ortasında, hanın kapısı önünde, yerde yüzükoyun yatıyordu. Yüzü bandabuliaya doğru bakardı. Arkasından bıçak sokulu. Yoldan geçenler, dükkânlardan çıkanlar etrafına toplanmış bakıyorlardı. Karşısına geçtim.
Avuçları yerde dayalı kalkmaya çalışıyordu. Kalkamazdı. O takatı yoktu. Yardım beklediği bir hali vardı. Yanına korkudan kimse yaklaşamıyordu. TMT’nin tehdidi vardı. Kim yardım ederse o da tehlikeye düşerdi.
Epey kaldıktan sonra oraya bir polis landroveri geldi. İçinde polis üniformalı dört kişi vardı. Fazıl’ı kollarından ve ayaklarından aldılar ve yüzükoyun landroverin içine attılar. Aldılar götürdüler. Biz arkadan bakakaldık.
Ben Abdurrahman’a geri döndüm. Ona olayı anlatınca: “Aman, çabuk kaç. İkimizi bir arada görmesinler. Şimdi buraya da gelirler” dedi. Bisikletime bindim, doğru Partiye gittim. AKEL’e. Parti binası Bayraktar’ın yanında idi. Cumartesi olduğu için kapalıydı. Döndüm, oradan PEO’ya gittim. Başpiskoposluk yanında, oralarda idi. Jartidis’i aradım. İçeride yoktu. Zaharias Filippidis çıktı. Tanışıyorduk. Olayı, gördüklerimi anlattım. Polisler herhalde kendisini hastahaneye götürdüler, dedim. O da bana: ”Tamam şimdi gideceyik bakalım” dedi. Nerede kaldığımı sordu. “Küçük Kaymaklı’da” dedim. “Sen evine git, hastahaneye biz gidip bakacağız” dedi. Eve giderken Sarayönünden geçmememi, arka sokaklardan geçip gitmemi salık verdi. “Evden üç-beş gün çıkma” dedi, “bakalım ne olacak bu işler”.
Ölümüne, cenazesine de gidemedik. TMT yer altı örgütü arkasından yürüyeni de vuracağını açıkladı. Bu tehdit ani olarak yayılmıştı. Yalnızca kardeşine müsade ettiler. O da mezarının yerini geçen senelere kadar gösteremedi.
Soru: Ahmet Yahya Berber yatağında vuruldu. Bu olayı hatırlar mısın?
Berber dükkânının önünden geçiyordum daima. Abdurrahman’ın dükkânının tam karşısında idi. Yan tarafta da temizleyici Enver Dayı vardı. Naci Talat’ın kaynatası. O zaman değildi, daha sonra oldu. Bizim guluba, TEK’e o da gelirdi ve ona da seslenirdim oradan geçerken. O gün oradan geçerken, Berberin vurulduğunu ondan öğrendim.
– İlk vurulan Ahmet Sadi…
– Ahmet Sadi’nin vurulmasını söylenenlerden duydum.
– Abdurrahman’ın…
– Kendi anlattıklarından dinledim. Lakabı Goççino olan biri vurmuş. Abdurrahman Tahtakala’daki evine bisikleti ile giderdi. O gün kendisini arkasından bisikleti ile Goççino takip ediyormuş. Goççino Türktü. Lakabı öyle idi. Special Constable: Özel polis yazılmıştı. Bütün hisar giderek, Mağusa kapısından sağa dönüp sokağa girerken, Goççino arkasından tabanca ile ateş açmış. Abdurrahman ayağından vurulmuş. Silâh sesini duyan bazı ciralar kapı önlerine çıkmışlar. Abdurrahman velespiti atıp, açık olan kapıların birinden içeriye dalmış. İçeriye girince bir alçak duvarın öteki tarafına atlamış ve böyle kurtulmuş.
Arkasından gelen Goççino Abdurrahman’ın sokaktaki velespitinin üstüne çıkıp yere yuvarlanmış ve elindeki silâh patlayıp, kendi kendini yaralamış. Hastahaneye ikisini birlikte götürmüşler. Goççino Yeşilada gulubunda da top oynarmış.
– Abdurrahman’ın kendisini vuranla boğuştuğu anlatılıyor…
– Bana böyle bir şey söylemedi. Bana anlattıklarını seneler sonra gazmir almak için Londra’ya gelişinde, Hulus’un önünde şahsen kendisi anlattı.
Soru: 1948’de “Emekçi” gazetesinin çıkarılmasında katkın oldu mu?
Gazetenin çıkmasına doğrudan katılımım olmadı. Zaten o dönemde yaşım küçüktü. Siyasete, işçi hareketine tam girmiş değildim. “Emekçi”nin satışında zorluklar olduğunu hatırlıyorum. Birçok satıcı gazeteyi satmak istemiyordu. Satışına gönüllü olarak yardımcı olmak için TİB’de arkadaşlar listeler yapıyordu. Gönüllüler sıra ile listeye girer, satışına katılıyordu.
Soru: 1956’da “İnkılâpçı” gazetesinin çıkarılmasına katıldın mı?
Gazetenin çıkması için köy köy dolaştık. Ben de katıldım. Lefke’ye giderdik. Orada Niyazi adında biri vardı. Dükkânında gazete de satardı. Kontaklarımızı o dükkânda yapardık. Broşürleri gazeteleri ona götürürdük. O satar dağıtırdı. Yöredeki Çamlıköy, Elye, Gaziveran Türk köylerini ziyaret ederdik. “İnkılâpçı”nın reklamını yapardık. Gazeteyi çıkarmak için iane toplardık.
Bir gün bizi Gönyeli’ye yolladılar. Memduh adında bir arkadaşla. O da kunduracı idi. Kahvehaneye girdik. Sonra guluba gittik. Terslediler bizi orada. “Bu gazeteyi kim çıkaracak, AKEL mi çıkaracak” dediler. “Yok, biz çıkaracayık”… “AKEL mi verecek parayı” gibi sorular sordular. Memduha “gel gaçalım, bunlardan bir şey çıkmaz” dedim. Motorun üstünde biri peşimizden geldi. Köyü çıkarken başladı bize sövüp saymaya. Saldırıya bile geçti, ancak vurmadı. Sarardı, morardı o gadar. O Memduh arkadaşla bir daha görüşmedim…
– Bizi yolladılar dedin. Kim yolladı?
– Dervişali, Fazıl. Bu işleri idare eden Dervişali idi. Sadi da beraberdi. Ancak o sendika işlerine garışırdı. Gazeteye de yardımcı olurdu.
Soru: “İnkılapçı”nın sahibi Fazıl Önder’di. Bunu Salahi Ramadan adlı birine önermişlerdi, kabul etmemişti. Bu konuda bilgin var mı?
Salahi Ramadan bana biraz yeğen düşer. Şimdi İngiltere’de profesördür. İngiliz okuluna giderdi. KTİB’ne gelir, çalışmalarını orada yapardı. Dervişali’den kitap alır, verir okurlardı. Gazeteye yazı yazardı. Mektup işlerinde Dervişali’ye yardımcı olurdu. Kendisini “İnkılâpçı”nın sahibi yapmak istemişlerdi. Kabul etmedi. Etmeyince Fazıl Önder’i Yaptılar. Salahi hükümet dairelerinden birinde memur oldu. PEO’nun hesaplarını denetlemek için birini istemişlerdi. Salahi’yi önermiştik. Onu da kabul etmedi. Nureddin Seferoğlu’nu aldılar. Nureddin o zaman Saffet’inan** birlikte Ümit Süleyman’ın yanında avukat kâtibi idi.
– Nureddin’in PEO’ya maaşlı alınmasında sorun çıkmıştı. Dervişali pek hoşnut değildi. Süveyş’e gittiği için. Süveyş kanalında Mısırlı işçiler greve gitmiş, grevi kırmak amacıyla İngiliz koloni idaresi Kıbrıs’tan oraya işçi taşımıştı.
– O zamanlar grev kırıcılığı olduğunu duymuştuk. PEO sendikası da grev kırıcılığı olduğunu biliyordu. Süveyş olayında İngilizler güzel para verirlerdi. Gidenler bunun için gitmişti. Hatta ben bile gitmek için yazılmıştım, TEK’te kulüp arkadaşlarımızdan İrfan ve Ahmet Sinan ile birlikte. Yazıhane Ayasofya Camisi yanında, Deveciler hanının arkasında idi. Yazıldık. Eve gittim, anneme yazıldığımı söyledim. Ağlamaya başladı. “Beni nere bırakacan da gidesin…” Bunun üzerine ben vazgeçtim. Ahmet Sinan da gitmedi. İrfan gitti. Amma grev kırıcılığı olduğu için müracaat etmedik. Güzel para olduğu için.
Not: Kamil Ahmet’le söyleşinin sonunu getirmek için Lefkoşa’da tekrar görüşelim demiştik. Maalesef mümkün olmadı.