Faiz %16’ya düştü. Piyasa beklentisi ise 17,5% oldukça üstünde bir indirim oldu. En fazla 50 puan, 100 puan bekleniyor denirken, 200 baz puanlık indirim yapıldı.
Bu konuda alınan radikal karar, kur kaygısı veya teknik bir anlayışın ürünü değil; daha çok politik bir tercih olduğunu söyleyebiliriz.
Hali hazırda, önce kura etkisi oldu bu kararın. Sterin 13TL, Euro 11 TL, Dolar 9,46 TL seviyesini gördü.
Aslında, Türkiye iktidarının konuyla ilgili motivasyonunu iki yönlü açıklayabiliriz.
Birincisi, düşük faiz ve görece yüksek enflasyon şu an ABD ve AB’nin de sorunu olduğundan hareketle yapılan haksızlık anlatısı ile karşımıza çıkıyor. Tabi enflasyon yüksek dediysek Türkiye’nin kısa dönemde asla gerçekleştiremeyeceği hedef enflasyon seviyesinden bahsediyoruz. (ABD için bu oran %5 civarındadır)
Pandemi etkisiyle, tedarik zincirinin etkilenmesi, taşımacılık faaliyetlerindeki fiyat artışı, petrol fiyatları gibi unsurlar küresel anlamda fiyatların artış hızını etkiliyor. Ancak bu döngünün, kış aylarından sonra rahatlayacağı öngörülüyor.
Basına açıklamalar yapan AB ve ABD merkez bankalarının ağır topları faiz aracını Ocak itibari ile kullanmayı değerlendiriyor. Kullanacağı kesin değil, demekten de geri durmuyorlar.
Faiz artışını kullanması durumunda -ki şahsi beklentim, Ocak ayından önce ABD’de faiz artışına yönelik bir adımın atılacağı- doğal olarak Türkiye’deki ekonomik kırılganlığa da yansıyacak, Türk Lirası daha fazla değer kaybedecek.
Ancak, şimdi ABD, AB enflasyonun altında faiz veriyorken, biz neden veriyoruz iddiası popülist olarak kulağa hoş geliyor; iktidar da bunu kullanıyor.
Oysa ki, kıyaslanan ülkelerdeki insan gücünün -özellikle de genç nüfusunun- imam hatip eğitimi içi boşaltılmadığı, bilgi teknolojileri konusunda kısıtlamalar yaşamadığı, devletlerinin ise Türkiye’ye kıyasla çok daha az politik ve jepolitik riske sahip olduğu açıktır. Dahası, kıyaslanan ülkelerde insan hak ve hukukunun da aşınmasına neden olacak bir iktidar yapılanması yok. Hızla kan kaybeden bir otoriter rejim de yok. İşin özeti, onların AKP’si yok.
İkinci konu ise AKP yandaş sermaye ile ilişkilerin sürdürülmesi ile iktidarın devam edebilmesinin önünün açılma politikası. MÜSİAD çevresi veya Anadolu Kaplanları diye adlandırılan iktidarın yandaş sermayesi, yap-satçısı, ihracatçısı için düşük kur, ucuz işçilik, ucuz ürün demek. Rekabet edebilir üstünlüklerin, teknoloji girdisiyle yaratılan artı değer yerine ucuz işgücünün aşırı sömürülmesinden oluşan bir biçimde kurgulanması, kurların düşük tutulması için esas motivasyonu oluşturuyor.
Türkiyedeki rejimin faiz indirerek, enflasyonun düşeceğine dair hiçbir tutarlılığı olmayan ekonomi paradigması, bana Sovyet Ekonomistlerini hatırlatıyor. Stalin dönemindeki Sovyet ekonomisine baktığımızda, özellikle tarımda verimlilik iddiası ile yapılan reformların toprakları oldukça verimli olmasına rağmen 1932-33 yıllarında Ukrayna’da açlığın başgöstermesi ile neticelendiği “dahiyane” çözümler ortaya çıkmıştı. Üç buçuk milyon insan açlıktan ölmüştü.
O dönemin Stalinist ekonomistler ortaya çıkan sorunun baş mimarlarındandı. Yarattıkları enkaz, propagandaya dayalı iktisadi aklın çöküşünün sonucuydu. Bu aklın devam eden damarları, on yıllar sonra Sovyetler birliğinin çöküşünü hazırladı. Sadece bir devlet değil, koskoca bir ütopya ortadan kalktı.
Türkiye iktidarının belirleyici ekonomistleri de benzeri bir durumda. Bugün, emeğini satıp Türk lirası alan her bir ücretliye ve emekçiye karşı suç işliyorlar. Buna karşı bir uyanış olduğu gözlemlese de, seçimlere kadar nelerin olacağı ve nelerle sonuçlanacağını bilemiyoruz.
Ancak, bugün alınan kararın, aşamalı olarak önce makroekonomik dengelere bir etki yaratacağını biliyoruz. Ardından enflasyonun yukarı yönlü seyrine neden olacağını biliyoruz. Sonrasında ise yoksullaşma ve gelir adaletsizliğine neden olacağını biliyoruz.
Kaderi, Türkiye’nin kalınbarsağı olarak Akdeniz’de yaşamak zorunda olan insanlar için ise bunun etkilerinin çok daha ağırlaşacağı bariz. Bunları söylerken, içimden karamsar olmamak için keşke bir kaç söylenecek söz olsa diye geçiriyorum. Ancak, dürüst olmak gerekirse, umuda giden bir gemideyiz; ancak ne rotamız belli ve geminin de ne yazık ki kaptanı yok ve tayfalar yüzmeyi bilmiyor.