Büke Dorukan
Gazeddakıbrıs, Kıbrıs Türk Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi Başkanı Avukat Aslı Murat ile gerçekleştirdiği röportajda Kıbrıs’ta kadına şiddetin ne durumda olduğunu, bu konudaki yasal düzenlemeleri, Kıbrıslı erkekler kadına şiddet uygulamaz algısını ve medyanın haberlerde kullandığı dil ile kadına şiddetin meşrulaştırılmasını ele aldı.
Kadına şiddetin net olarak konuşulabilmesi için öncelikle devletin veri tutması ve çeşitli aralıklarla bunu paylaşması gerektiğinin altına çizen Aslı Murat kadın şiddeti üzerine Kıbrıs’ın kuzeyindeki durumu şöyle değerlendirdi:
Kadına şiddetin veri olarak gözlemlenebilmesi için çalışmalar yapabilecek devlet kurumu aslında mevcuttur ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’nin (TOCED) görevleri içerisinde bunu sağlamak da vardır. Ancak maalesef bu daire tam randımanlı bir şekilde çalıştırılmadığı için bu verileri tutmuyorlar. Bilgiyi ancak zaman zaman polisteki kadına şiddet biriminden sağlayabiliyoruz.
Kadınlar daha çok sivil alanlara başvuruyor ve buradan yardım almayı tercih ediyorlar. Bu yüzden polise giden vakalar ve oradan gelen veriler bize buzdağının görünen kısmını gösteriyor. Kısacası devlet bu anlamda Toplumsal Cinsiyet Dairesi aracılığıyla bu verileri toplayıp sunması gerekmekte. Bir takım sivil toplum örgütleri anketler yapıp paylaşıyorlar, örneğin 3 kadından 1’nin şiddete maruz kaldığını bu şekilde söyleyebiliyoruz.
Kıbrıslı erkeklerin kadına şiddet uygulamadığı yönünde gelişen algı üzerinden de görüşlerini dile getiren Aslı Murat, şiddetin, herhangi bir dil, din, ırk veya sosyoekonomik durum üzerinden tanımlanacak bir mesele olmadığının altını çizdi.
Bir ataerkil sistemden bahsediyoruz. Kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılma çabası ataerkil sistemin içerisinde ürettiği bir eşitsizlikten kaynaklanır. Bu dünyanın her yerinde vardır sadece bizim ülkemiz üzerinden bunu ayrıştıramayız. Bu tüm dünyanın bir sorunudur.
Biz yıllarca çok modern bir toplum olduğumuzu dile getirip kadına yönelik şiddeti yok saydık. Bu yok saymanın altında yatan en önemli unsur, başka toplumsal gruplar üzerine meseleyi yıkma çabasıdır ve bu sadece Kıbrıs’ın kuzeyinde değil diğer bir çok toplumda da görülür. Genelde kadına yönelik şiddet göçmenler ve dar gelirli insanların üzerine yıkılan bir problem gibi görünür. Ancak hem araştırmalar hem de bir avukat olarak mahkemelerde deneyimlediğim olaylardan söyleyebilirim ki bu konu tamamen eşitsizlikten kaynaklanıyor ve hiçbir şekilde insanların aidiyet kurdukları kimlikler üzerinden tanımlanamaz.
İstabul Sözleşmesi’nde çok açık bir şekilde belirtilir ki, hiçbir kimse ayrım yapmadan şiddete uğrayabilir ve şiddet uygulayabilir. Şiddet bir eşitsizlik problemidir, eşitsizliğin olduğu her noktada şiddet yaşanabilir.
Kadına yönelik şiddetle ilgili bir yasal düzenlememiz yok ama bir takım koruyucu yasaların olduğunu söyleyebiliriz diyen Aslı Murat, bu güne kadar meclis tarafından onaylanıp yasa haline getirilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İstanbul Sözleşmesi hem eşitlik hem de kadına yönelik şiddet bağlamında uluslararası alanda bize önemli yol haritaları sunuyor diyerek bu sözleşmelerin önemini vurguladı.
Devlet, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni 1996’da ve İstanbul Sözleşmesi’ni 2011 yılında meclisten geçirdi ve anayasanın 90. maddesi gereği bu sözleşmeler yasa hükmündedir. Ancak bugüne kadar bu sözleşmelerde geçen maddelerin çok yoğun bir şekilde uygulandığını göremiyoruz. Bu iki sözleşmeden sonra Aile Yasası tadil edildi ve koruma emrine ilişkin iki düzenleme getirildi. Evli olsun veya olmasın şiddete uğrayan bir kişi diğer kişi aleyhine koruma emrine başvurabilecek düzenlemeler gerçekleştirildi. Ayrıca şiddet uygulayan kişinin silahına el konulmasına ve aile içi şiddete maruz kalan veya tanık olan çocukları korumaya ilişkin yasalar genişletildi.
Buna ek olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’ne bir görev verilerek koruma emrini almak isteyen kişi dar gelirli bir aileden geliyorsa daire aracılıyla koruma talep edebilme imkanı tanındı, böylece kısmi bir adli yardımdan bahsedebiliriz.
Tabii ki sadece protokol olarak böyle bir adli yardım sağlanabiliyor. Barolar Birliği ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasında iki senedir uygulanan bir protokol.
Bu durumun sakıncalı olduğunu savunan Aslı Murat, hükümetlerin ve siyasi iradenin değişmesi halinde bu protokolün ortadan kalkabileceğini ekledi. Bu yüzden en kısa sürede adli yardım sisteminin getirilmesi gerektiğini hatırlattı.
Aslı Murat tüm bu yasal düzenlemelerin bir şiddetin yaşandıktan sonra kadınların başvurabilecekleri yollar olduğuna değindi. İstanbul Sözleşmesi bu noktada yine çok önemli bir şey söylüyordu, o da şiddetin oluşmasından önce devletin önleyici tedbirleride alması gerektiğidir.
2014 yılında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’nin yasası hazırlanırken bunlar göz önünde bulundurulmuştu. Rehabilite amaçlı ve suç işleyen kişileri cezalandırıcı maddelerin yanında koruyucu ve önleyici tedbirler de hayata geçirildi.
TOCED kadına yönelik şiddeti önceden tespit etme ve veri toplamanın yanında, eğitim sisteminde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir yapıyı geliştirmede rol üstlenmeli ve şiddeti bu şekilde önlemeye çalışmalı. Çocuklar şiddeti meşrulaştırmayan bir eğitim sisteminde büyürse, şiddeti uygulamamanın bilincini kazanmış olurlar. Kısacası önleyici tedbirler içerisinde eğitim de yer alıyor.
Bunun yanında TOCED yapmayı planladığı bir çok düzenleme varken altı yıl içerisine sadece poliste bir birim kurdu. Tabii ki bu önemli bir adımdı polisin içerisinde ki zihniyetin de değişmesine yardımcı oldu. Ancak bunun dışında en sıkıntılı ve en geride kaldığımız nokta önleyici tedbirlerdir.
Son olarak medyanın kadın şiddetini ele alırken kullandıkları dilin kadına yönelik şiddeti meşrulaştırdığından bahseden Aslı Murat şu sözleri dile getirdi,
Son zamanlarda buna dikkat eden bazı medya kuruluşları olsa da, çoğu zaman şiddetin bir sebebi varmış gibi yazılması ve hikayeleştirilmesi meşrulaştırılmasına neden oluyor. Örneğin bayram tatili süresince bile iki tane vaka basına yansıdı. ‘Yemeği geç yaptı için veya ayrılmak istediği için’ gibi gerekçelerin bile aktarılması şiddetin meşrulaştırılmasına neden olur. Bizim dile getirdiğimiz tek unsur eşitsizliğin var olmasından dolayı kadınların şiddete maruz kalıyor olduğudur. Bu yüzden basına düşen görev şiddetin herhangi bir sebebinin olabilme ihtimalini bile dile getirmemeleridir.