Burjuva medyanın ekonomi bölümleri, var oldukları günden bugüne ideolojik bir işlev yüklenmişlerdir. Bu işlev, ekonominin siyasetten bağımsız, kendi dinamikleri ve sınırlarıyla ilerleyen ve siyaset tarafından çok da müdahale edilmemesi gereken bir alan olduğu algısını yaratmaktır.
Wendy Brown’un dediği gibi “kapitalizm, meşruiyetini siyaset-dışı görünmesinden alır; devletin meşruiyeti ise kapitalizmle veya toplumsal çatışmanın başka araçlarıyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünmesine dayanır.”[1]
Ekonomi sayfalarının çoğunlukla profesyonellere hitap eden, teknik dilin hakimiyetinde ve yatırımcı olmayanların çok da ilgisini çekmeyecek haberlerle dolu olması bundandır. Dolar’ın ciddi bir şekilde yükselmeye başlamasından itibaren, ana akım burjuva ekonomi yazarlarının Merkez Bankası’na müdahale edilmesine karşı çıkması, Merkez Bankası’nın tam bir bağımsızlığa kavuşturulması için çağrı yapması da bununla bağlantılıdır.
Geçmişteki ekonomik krizlerde de karşılaştığımız gibi, bu krizler, ekonomi sayfalarında ya siyasi iradeden bağımsız bir doğal afet gibi aktarılır ya da yöneticilerin birbirlerine Anayasa fırlatması gibi saçma sapan “kaza”lara bağlanır. Çünkü krizlerin gerçek nedenlerini ve bu süreçten kimin kazançlı, kimin zararlı çıktığını araştıran/aktaran haberler, siyasi karar alıcılara, kapitalizmin yapısal sorunlarına ve nihayet sınıflı yapısının görünmesine kapı açacaktır. Sınıf mınıf yoktur. Bu kriz bütün milletin birlikte göğüs germesi gereken bir sınavdır.
Benzer şekilde, Türk Lirası’nın Dolar karşısında yılbaşından itibaren yüzde 28’lik bir oranda değer kaybetmesi, özellikle Dolar’ın son bir hafta içerisinde psikolojik bir sınır olan 5 TL’yi geçip, 5,40’a dayanması karşısında saray medyası ikili bir strateji izlemek zorunda kaldı. Bunlardan birincisine haber gizleme diyebiliriz. Dolar ve Euro’nun hızlı artışı ve halkın bunu kendi cebinde hissetmesine rağmen saray medyası sanki böyle bir gündem yokmuş gibi, bu olay haber değeri taşımıyormuş gibi davrandı.
Doğrudan saraya bağlı olan gazeteler, ilk günlerde CHP ve İYİP’teki parti içi kavgaları ve Rahip Brunson ile ilgili komplo teorilerini manşetlerine taşırken, Hürriyet ise ABD’de başarı kazanan Türk mühendis, Kıbrıs Savaşı gibi gündeme uzak konuları manşet yaptı. Ekonomi sayfalarında da dövizdeki artışı konu edinen haberler yer almadı.
Ancak döviz krizinin etkisini arttırmaya başlaması ve Erdoğan’ın (ve diğer yöneticilerin) açıklama yapmak zorunda kalmasıyla beraber saray medyası bu kez manipülasyona başvurmaya başladı. “Donald Trump’ın kural tanımaz davranışları ve uluslararası ilişkileri krize sokan kararları sade biz Türklerin değil tüm dünyalıların yaşamlarında olumsuz yansımalar göstermekte”ydi Mehmet Barlas’a göre (Sabah, 7 Ağustos).
Doları küresel eşkıya köpürtüyor (Akit), Türkiye döviz operasyonuna maruz kalıyor (Akşam), ancak bütün bunlara rağmen Türk Lirası dünyanın en sağlam parası olmayı sürdürüyordu (Diriliş Postası). Ayrıca, Trump’ın amacı Erdoğan’ın çılgın projelerini engellemekti (Akşam), ancak 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 20 milyar dolara yakın döviz satışı gerçekleştirerek ekonomisine de sahip çıkan vatandaş, bir kez daha üstüne düşeni yaparak bu oyunları bozuyordu (Sabah).
Bu manipülasyon söylemi yazının girişinde bahsettiğimiz, ekonomiyi siyasetten bağımsız bir alan gösterme işlevine uzak görünüyor, ekonomik gelişmeleri tam da siyasetle açıklıyor gibi görünse de, aslında aynı amaca hizmet ediyor. Erdoğan’ın ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetme projesinden, bunun sebep olduğu devasa rant ekonomisinden kimlerin aslan payını götürdüğünü, Erdoğan’ın “büyük dava”sının kimlerini zengin ederken, kimleri yoksullaştırdığını gizleyen, herkesi bir cephede toplayan “yerli ve milli” bir söylem bu. Ekonomi politikalarının kaymağını patronlar yerken, bedelini işçi ve emekçilere yüklemenin adı ABD saldırısına karşı “Milli Duruş” olarak kodlanıyor.
Bu söylemle, saray medyası, AKP’nin başından itibaren sermaye sınıfının partisi olduğu, her politikasının işçi ve emekçilere yük olarak bindiği gerçeğini gizleyerek, en çok yoksul halkı vuracak olan bu döviz krizinin AKP’nin politikalarının sonucu değil, dış mihrakların bir saldırısı olduğu yanılsamasını yayıyor. Hafta başı gazetemizde söyleşisi yayımlanan Hakan Güneş’in dediği gibi, bu süreçte Rahip Brunson olayını da bir fırsat olarak görüp, bu krizi söylemine malzeme ediyor. Siyasal alandan üretilen bu komplocu söylem, bilhassa, ekonomik krizin siyasal nedenlerini gizlemek için kullanılıyor.
Döviz krizine karşı saray medyasının bu performansı gösteriyor ki, Doğan Medya’nın da ele geçirilmesiyle (birkaç muhalif yayın hariç) tamamen kontrol altına alınan medya alanı, gazeteciliğin basit görev tanımlarının tam aksine, olmuş olan’ı ve olmakta olan’ı kamuoyundan gizlemenin bir aracı haline dönüşüyor.
[1] Tarihten Çıkan Siyaset, Metis Yay., s.108