2020’de bir Ağustos gecesi, Occupy Wall Street’in ilk organizatörlerinden biri olarak ünlenen antropolog ve anarşist aktivist David Graeber, mütevazı bir duyuru yapmak için Twitter’ı seçti.
Doors’un bir şarkısının sözlerine atıfla, “Beynim uyuşmuş bir şaşkınlık içinde, yaralanmış hissediyor” yazdı. “Bitti mi?”
Arkeolog David Wengrow ile yaklaşık on yıldır üzerinde çalıştığı ve insan toplumlarının kökenleri ve evrimi hakkında bildiğimizi düşündüğümüz her şeyi tepetaklak etmek gibi pek de alçakgönüllü olmayan bir hedefi olan kitaptan bahsediyordu.
Occupy hareketi kendisini ünlü yapmadan önce bile Graeber, alanındaki en parlak beyinlerden biri olarak anılıyordu. Ancak en iddialı kitabı aynı zamanda son kitabı oldu. 59 yaşındaki Graeber, Twitter’da yaptığı duyurudan bir ay sonra, nekrotizan pankreatitten aniden öldü ve dünyanın dört bir yanındaki akademisyenler, aktivistler ve arkadaşları, şok içinde ona övgüler yağdırdı.
“The Dawn of Everything: A New History of Humanity” (Her Şeyin Şafağı: Yeni Bir İnsanlık Tarihi) kitabı, Farrar Straus and Giroux’dan 9 Kasım’da çıkıyor ve Yuval Noah Harari’nin “Sapiens”i ve Jared Diamond’ın “Guns, Germs and Steel”i (Tüfek, Mikrop ve Çelik) gibi çoksatan kitaplarda popülerlik kazanan, insanlık tarihine dair standart anlatıyı yerinden oynatabilir. Üstüne daha şimdiden, hiç eleştiri içermiyor olmasalar da, bir dizi övgü dolu tanıtım yazısı yazıldı. Yayınlanmadan üç hafta önce, Amazon’da aniden 2 numaraya çıktıktan sonra, yayıncı 50.000 ilk baskının üstüne 75.000 kopya daha sipariş verdi.
University College London’da profesör olan Wengrow, geçen ayki bir video röportajında, Graeber’in en sevdiği sözlerden birini okumak için yalandan kibirli bir tona büründü: “İnsanlık tarihinin akışını, geçmişten başlayarak değiştireceğiz.”
Ardından, 63 sayfalık bir bibliyografya da dahil olmak üzere 704 sayfalık bir uzunluğa sahip olan “Her Şeyin Şafağı”nın, son on yılların uzman dergilerinden dışarı çıkamamış olan yeni arkeolojik keşifleri sentezlemeyi ve halk bilincine aktarmayı amaçladığını söyledi.
“İnsanın geçmişine ve insan olasılığına dair yepyeni bir tablo ortaya çıkıyor gibi görünüyor” dedi. “Ve ortalıkta dolaşan bu çok köklü hikayelere gerçekten de hiç benzemiyor.”
Harari, Diamond ve diğerleri tarafından yazılan çok satar olmuş tarih kitapları arasında farklılıklar var. Ancak Graeber ve Wengrow, bunların tümünün benzer bir doğrusal ilerleme (veya bakış açınıza bağlı olarak, gerileme) anlatısına dayandıklarını savunuyor.
Bu hikayeye göre, Homo sapiens ortaya çıktıktan sonraki ilk 300.000 yıl boyunca hemen hemen hiçbir şey olmadı. MÖ 9.000 civarında tarımın aniden icadı, eşitsizliğe, hiyerarşiye ve bürokrasiye dayalı yerleşik toplumlara ve devletlere yol açana kadar, insanlar her yerde küçük, eşitlikçi avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşadılar.
Ancak tüm bunlar, Graeber ve Wengrow’a göre yanlış. Yazdıklarına göre, son arkeolojik keşifler, erken insanların, maddi baskılara yanıt olarak evrimsel kilit adımlarla körü körüne hareket eden otomatlar olmaktan çok, bilinçli biçimde “çok çeşitli siyasi formlar” ile deneyler yaptıklarını gösteriyor.
Bu daha doğru bir hikaye ama aynı zamanda “daha umutlu ve daha ilginç” de bir hikaye.
“Hepimiz kolektif kendi kendini yaratma projeleriyiz,” diye yazmışlar. “Toplumumuzun pastoral bir eşitlik durumundan nasıl geri düştüğünün hikayesini anlatmak yerine, kendimizi yeniden icat etme olasılığını artık hayal bile edemeyecek kadar sıkı kavramsal prangalara kendimizi nasıl kaptırdığımızı mı sorsak acaba?”
Kitabın kökeni, arkeolojik saha çalışması Afrika ve Orta Doğu’ya odaklanan Wengrow’un New York Üniversitesi’nde çalıştığı 2011 yılına kadar uzanıyor. İkili birkaç yıl önce, Graeber İngiltere’deyken, Yale’in (kendisinin ve başkalarının onun anarşist olmasıyla ilgili gördüğü) açıklanmayan nedenlerle sözleşmesini yenilemeyi reddetmesinin ardından iş ararken tanışmışlar.
New York’ta, iki adam ara ara akşam yemeğinde sohbet için bir araya gelmişler. Wengrow Londra’ya döndükten sonra, Graeber’in ona “yazdığı şeyler hakkında notlar göndermeye başladığını” hatırlıyor. “E-posta üzerinden neredeyse bir kitap yazmakta olduğumuzu fark edene kadar, yazışıp durduk.”
İlk başta, bunun sosyal eşitsizliğin kökenleri üzerine kısa bir kitap olabileceğini düşünmüşler. Ama çok geçmeden o sorunun tamamen yanlış olduğunu hissetmeye başlamışlar.
“Düşündükçe, insanlık tarihini neden bu soru çerçevesinde ele alalım ki diye sorduk” diyor Wengrow. “Bu çerçeve bir zamanlar başka bir şey olduğunu varsayıyor.”
49 yaşındaki Oxford eğitimli bir akademisyen olan Wengrow, Graeber ile ilişkilerinin gerçek bir ortaklık olduğunu söylüyor. Pek çokları gibi, Graeber’in dehasından (çok tekrarlanan bir hikayedir, bir genç olarak Maya hiyerogliflerini deşifre etme hobisi, profesyonel arkeologların dikkatini çekmiştir) ve olağanüstü cömertliğinden hayranlıkla bahsediyor.
Wengrow, “David, tüm işlevleri bir şeyler dağıtmak olduğu için her zaman köydeki en fakir adam olarak kalan Amazon köy şeflerinden biriydi” diyor. “Sadece işine bakma ve her şeyin üzerine büyü tozu serpme yeteneğine sahipti.”
En yakın zamanlı büyük tarih kitapları, coğrafyacılar, ekonomistler, psikologlar ve siyaset bilimciler tarafından yazılmış ve birçoğu biyolojik evrimin yol gösterici çerçevesi kapsamında. (Rakip Büyük Tarihçilerin uzmanlığını değerlendiren arsız bir dipnotta, Los Angeles California Üniversitesi’nde coğrafya profesörü olan Diamond’ı “safra kesesi fizyolojisi üzerine doktora sahibi” olarak tanımlıyorlar.)
Buna karşılık Graeber ve Wengrow, Weber, Durkheim ve Levi-Strauss’tan gelen büyük sosyal teori geleneğinde yazıyorlar. 2011 tarihli bir blog yazısında Graeber, bir arkadaşının da, benzer şekilde kapsamlı kitabı “Borç: İk 5.000 Yıl”ı okuduktan sonra, 100 yılda böyle bir kitap yazmış kimse olduğundan emin olmadığını söylediğini anımsıyor. Graeber, “Bunun bir iltifat olduğundan hâlâ emin değilim,” diyor.
“Her Şeyin Şafağı”, başka birçok şeyin yanı sıra buzul çağında Avrupa’da prenslerin gömülmesiyle ilgili tartışmaları, Kuzey Kaliforniya ve Kuzeybatı Pasifik’teki Yerli toplumlar arasında köleliğe karşı zıt tutumları, kuru araziye karşı nehir yatağı çiftçiliğinin politik sonuçlarını ve Japonya’daki tarım öncesi yerleşimlerin karmaşıklığını içeriyor.
Ancak göz kamaştırıcı referans yelpazesi bir soruyu gündeme getiriyor: Doğru olup olmadığına kim karar verecek?
The Nation’da kitabı inceleyen tarihçi Daniel Immerwahr, Graeber’i “haklı olmaktan çok ilginç olmakla tanınan çılgınca yaratıcı bir düşünür” olarak nitelemiş ve kitabın kendinden emin sıçramalarına ve hipotezlerine “güvenilip güvenilmeyeceğini” sorgulamış.
Immerwahr ise en azından bir iddiayı (Yerli halk tarafından yakalanan sömürge Amerikalı yerleşimcilerin “neredeyse değişmez bir şekilde” onlarla kalmayı seçtiklerini) yazarların tek alıntı kaynağının (1977 tezi) “aslında tam tersini iddia ettiğini” söyleyerek yanlışlıyor.
Wengrow ise kaynağı yanlış okuyanın Immerwahr olduğunu söylüyor. Ve kendisinin ve Graeber’in, kitabın temel argümanlarını önde gelen hakemli bilimsel dergilerde yayınlamaya ya da bu alandaki en prestijli konferanslardan bazılarında sunmaya özen gösterdiklerini vurguluyor:
“O zamanlar düşünüyordum, neden bu kadar zahmete giriyoruz diye. İkimiz de alanlarımızda kabul görmüş insanlarız. Ama bunun çok önemli olduğu konusunda kararlı olan David’di.”
Yale’de seçkin bir siyaset bilimci olan James C. Scott (2017 tarihli “Against the Grain:A Deep History of the Earliest States kitabı aynı şekilde standart anlatıya meydan okuyordu), Graeber ve Wengrow’un bazı argümanlarının, bunlarla başka bilim insanları uğraştığı için, tıpkı kendisininki gibi kaçınılmaz olarak “kenara atılacağını” söylüyor.
Ancak, bu iki adamın, tarım eyaletlerine yerleşmenin insanların “baştan beri yapmayı beklediği” şey olduğu konusunda zaten zayıflamış olan fikre “ölümcül bir darbe” indirdiğini de söylüyor.
Öte yandan Scott, “Her Şeyin Şafağı”nın en çarpıcı kısmının, yazarların “Yerlilerin eleştirisi” dediği ilk bölümlerden biri olduğunu söylüyor. Avrupa Aydınlanmasının, dünyanın geri kalanına bahşedilen bir bilgelik hediyesi olmaktan ziyade, Avrupa toplumunun eksikliklerine dair keskin değerlendirmeleriyle ortaya çıkmakta olan özgürlük fikirlerini etkilemiş olan Yeni Dünya’nın Yerli halklarıyla olan diyalogdan doğduğunu savunuyorlar.
Scott, “Bahse girerim, Batı ile dünyanın geri kalanı arasındaki ilişkiyi anlamamızda büyük bir önemi var bunun” diyor.
“Her Şeyin Şafağı”, devletin varlığı olmadan gelişen büyük karmaşık toplumlara dair yaygın kanıtlar görüyor ve özgürlüğü esas olarak “itaat etmeme özgürlüğü” olarak tanımlıyor. Bu tür argümanların Graeber’in anarşist inançlarıyla nasıl örtüştüğünü görmek kolay, ancak Wengrow kitabın siyasi eğilimi ile ilgili soruları yadırgıyor.
“Bir araştırma eserine etiket yapıştırmakla başlayan tartışmalarla ilgilenmiyorum” diyor. “Böyle sorular sağcı bilim insanlarına neredeyse hiç sorulmaz.”
Ancak kitap, Occupy sloganının deyimiyle insanları “başka bir dünyanın mümkün olduğuna” ikna etmeye yardımcı oluyorsa, bu kasıtsız değil.
Wengrow, “Hâkim sistemimizin bizi ve gezegenimizi gerçek bir felakete sürüklediği konusunda hemfikir olan bilim insanlarının ve aktivistlerin olduğu bir tarihi dönemdeyiz” diyor. “Mitolojik bir tarih anlayışına dayalı, insani olasılıklara ilişkin yanlış bakış açıları ile ufkunuz kapatılmış durumdayken, kendinizi felç olmuş halde bulmak, pek harika bir şey değil.”