Dün akşam Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde sahnelendiği Woyzeck adlı oyunu izleme şansı buldum. Kalabalık bir ekip tarafından sahnelenen oyun, henüz ikinci gösteriminde olmasına rağmen seyirci sıkıntısı yaşıyor gibi görünüyor.
Öncelikle oyunun künyesi şöyle:
Oyun, Georg Büchner tarafından yazılıp Türkiye’den gelen yönetmen İpek Atagün Gezener tarafından yönetildi. Oyunun koreografı yine Türkiye’den Mert Aksu olurken, müzikleri ise Fatih Çiçekli, dekor tasarımını Hüseyin Özinal ve ışık tasarımını Mustafa Kral-Diren Özdoğal yaptı. Kostüm tasarımını ise Fatma Bender yaptı.
***
Gelelim oyuna… Oyun, şiddet ve iktidarın altında ezilen Woyzeck’in hikayesini anlatıyor. Anlatıyor derken; genel olarak anlatması bekleniyor. Ancak, kurgulanan yapısı itibariyle, oyun Woyzeck’in aşk hikayesine dönüşmüş durumda…
Oyunda, Woyzeck (Deniz Aslım)‘in üstünde iktidar kurmaya çalışan Yüzbaşı (Diren Özdoğal) militarizm ve dini temsil ederken, doktor (Ali Şaşkara) ise bilim aracılığıyla Woyzeck’in üzerinde deneyler yaparak birey üzerindeki iktidarını kurmasını izledik.
Devlet Tiyatroları’nın sahnelediği oyunda, soyut anlatım çok sık kullanılmış. Hatta o kadar sık kullanılmış ki, bu metaforik anlatım, hiçbir şeyin net olarak anlatılmamasına sebebiyet verdi.
***
Oyunda çerçeve içinde birçok sahne kurgulanmasına rağmen, çerçevenin kullanım amacının seyirciye ulaşmadığını düşünüyorum. Woyzeck’i sıkıştırıp, yaşam alanını daraltmak için kullanıldığını düşündüğüm şeritler ise amacını yerine getirmedi. Eğer amaç gerçekten Woyzeck’i sıkıştırmaksa, karakterin o alan içinde daha fazla zaman geçirmesi gerekiyordu.
Dahası oyunda dramaturjik bir hata yapılarak, bahsi geçen sınırları Woyzeck karakteri de dahil olmak üzere herkes açıp, kapattı. Böylelikle oluşturulmaya çalışılan sıkıştırılmışlık hissi de ortadan kayboldu.
Yüzbaşı ile Doktor’un aynı anda bulunduğu sahnede, bahsi geçen şeritlerin Yüzbaşı tarafından sürekli açılıp kapatılması ise bende sanki o sahnenin Woyzeck’in kafasında geçtiği hissiyatını yarattı.
Woyzeck ile Bando Çavuşu (Mehmet Samer) arasındaki dövüş sahnesi görsel olarak çok güzel görünmesine rağmen yine de neden o şekilde bir anlatım yapılmasının tercih edildiğini anlayamadım.
Oyunda din ve bilimi temsil eden iki karakterin yakın dostluğu ve Woyzeck üstündeki iktidar kurma çalışmaları ise tartışmaya açık bir durum olarak karşımızda duruyor.
***
Woyzeck karakteri, içinde yaşadığı koşullar göz önüne alındığı zaman bence fazla agresif oldu. Daha fazla para kazanabilmek için Yüzbaşını tıraş eden ve sürekli bezelye ile beslenen bir kişinin kabullenilmişliğini sahnede göremedim.
Oyun müziklerini çok beğendim. Oyun sırasında enstrüman kullanılması, oyunun ritminin belirlenmesinde çok işe yaradı ve seyirciyi zinde tuttu. Öte yandan oyun afişi ise bence çok başarısız.
Oyundaki dansçı kızlardan biri olan Ruhsan Ankay’ın, dans geçmişi olsa gerek…. Dans edilen sahneler Ankay’a çok yakıştı. Yine dansçılardan biri olan Pınar İnandım’ın şarkı söylerken sesine hayran kalmamak elde değil…
Oyunun gerginliğini azaltmak ve seyirciyi rahatlamak için kurgulanan sahneler bence işe yaradı. Oyunda yaratılan gerilim ve seyirci üzerinde kurulan baskının dağılmasına aracılık etti diyebilirim.
Devlet Tiyatroları, daha önceki oyunlarında yine dans etmeyi denemiş ancak koreografinin koordinasyonu konusunda ciddi sorunlar yaşamıştı. Ancak bu kez hazırlanan oyunda, ekibin koreografisi ilk kez tamamen uyumlu ve görsel olarak iyi bir işe dönüştü. Işık tasarımı iyi olmasına rağmen, Woyzeck karakterinin sıkışmışlığını temsil etmesi için ışıkların da daralan bir yapıda olması daha iyi olabilirdi…
***
Modern sanatın uğraştığı en büyük zorluk anlatım olsa gerek… Sanatla uğraşan bireyler, ne kadar anlaşılmaz ve karmaşık sanatsal eser sergilerse, o eserin daha yüksek sanat değeri içerdiğini düşünüyor olmalı. Ancak gerçek böyle değil. Seyirci oyunu ne kadar anlamazsa, oyunun sanatsal kalitesi de o oranda artmış olmuyor. Oyun, sadece daha fazla anlaşılmaz oluyor…
Woyzeck oyunu, metin itibariyle zaten anlaşılması zor ve soyut anlatımları içinde barındıran bir oyun. Dün akşam izlediğim oyunda metaforik anlatımların yoğunluğu, hali hazırda zor olan oyunun anlaşılmasını tamamen imkansız hale getirdi. Kısacası, oyun soyut anlatım içinde o kadar boğuldu ki, özünü anlatmadı…
Böylelikle ortaya çıkan sonuç şu:
Oyunun kısa özeti nedir diye sorulursa; “seyirci koltuklarında horlayarak uyuyan seyirci”dir derim.
***
Son bir not olarak; Devlet Tiyatroları oyunun tanıtılması konusunda gün itibariyle başarısız görünüyor. Oyunun ikinci gösterimi olmasına rağmen salonda çok az seyirci vardı ve görülebildiği kadarıyla oyunu izleyenlerin neredeyse tamamı, oyuncuların tanıdığı/akrabası veya arkadaşıydı. Tiyatronun tanıtım konusunda daha çok çalışması gerekli…
Sosyal Medya hesaplarında halen geçen dönem sergilenen Antigone’nin afişinin olması, durumun vahametini ortaya koyuyor zaten…