Bu hafta ilk filmimiz memleketli yönetmenimiz Deviş Zaim’in 9. Filmi RÜYA. Rüya’nın hikayesi günümüz Türkiye’sinde bir müteahhit hikayesi aslında. İflas etmek üzere olan bir inşaat şirketinin sahibinin yeğeni olan Sine, amcasına yardımcı olmak amacıyla performans sanatları ile uğraşmak için terk ettiği ofiste tekrar çalışmaya başlar. Daha evvel bir toplu konut inşa ettikleri bölgenin sahipleri de toplu konutlara bir cami yapılmasını isterler. Sine bu işi alır; farklı bir cami tasarlamak için kolları sıvar. Cami bir tepeye yapılacaktır ve Sine de “eğime ve araziye uygun bir cami” tasarlar. Filmin dramatik yapısı içerisinde bu “eğime ve araziye uygun cami”nin yapımı ile paralellik gösteren başka bir cami yapımı vardır: İhaleye fesat karıştırılarak alınacak yeni ihale için avukat, iktidara yakın bir aracı ile müteahhitti, Sine’nin amcası, tanıştırır. Aracı, müteahhitten iş karşılığı bir park ve bir de cami yapmasını ister. İstediği cami ise Süleymaniye’nin tıpa tıp aynısı olmak zorundadır. Sine, Süleymaniye’nin tıpkısını çizer fakat aracı tatmin olmaz, tekrar çizmelerini bu cami olmazsa ihalenin de alınamayacağını söyler. İflas etmek üzere olan müteahhit bu ihaleyi bir şekilde almak zorunda kalır, ihaleye rüşvet girer ve bir suç hikayesine dönüşür.
Türkiye’nin en çok deneyen yönetmeni olduğunu düşünüyorum Derviş Zaim’i. Cenneti Beklerken filminde minyatürü, Gölgeler ve Suretler de gölge oyununu, Nokta filminde hat sanatını kullanarak sinemada dil arayışı içinde denemeler yapar. Rüya filminde ise sinema ile mimariyi bir araya getirmeye çalışmış. Mimari sanatını genç bir kadın gözünden anlatan filmde, gelenekten ve tarihten devraldığı mirası taşımaya çalışan; bir yandan da süreklilik içinde değişerek hayata devam etmenin peşinde olan bir mimar kadının hikayesi anlatılıyor. Tek karakteri dört farklı oyuncuya oynatması, aynı mekanı bozuma uğratması, (aynı pencerede farklı manzaralar görmek gibi, bir gün residans bir gün camii) aynı hikayeyi tekrara sokması gibi bir yapıyla film her anlamda yenilikçi. Derviş Zaim bu konu hakkında şöyle demektedir: “Bu film görsel yapısı itibarı ile seyircisine bakış bakımından sabit, dominant, hükmedici bir konumda olmadığını söylemektedir. Aksine, filmin anlatı yapısı ve görselliği; seyircinin bakışının sabit, değişmez, hükmedici olduğu varsayılan konumu ile oynamaktadır.” Türkiye’nin modernleşme sürecini “eğime ve araziye uygun” bir yapıda olup olmadığını da sorgulayan bu film gerçekten yenilikçi sinema dili izlemek isteyenler için kaçırılmaması gereken bir film.
*
“Be Fehmi kaç haftadır çocuğumuzla çoluğumuzla izleyeceğimiz tek bir film önermedin yahu” diyenlere tokat gibi gelecek yeni filmimiz COCO. Tesadüf bu hafta biraz kafa boşaltmak için 2017’de en iyi animasyon ve en iyi orijinal şarkı dallarında Oscar ödülü kazanmış COCO filmini izledim. COCO’nun hikayesi sıcak bir aile hikayesi. Miguel 12 yaşında, Meksika’nın nesiller boyu ayakkabıcılık mesleğini yapmış bir ailenin en küçük oğludur. Miguel hayatına ailesinden farklı bir şekilde devam etmek ister ve Meksika’nın ünlü müzisyeni Ernesto de la Cruz gibi bir müzisyeni idol alır. Gel gelelim ki aile müziği lanetli bir şey olarak gördüğünden aile içinde şarkı dinlemeyi bırakın, şarkı söylemek bile yasaktır. Çünkü Miguel’in büyük büyük dedesi, müzik aşkı yüzünden ailesini terk etmiş, eşi Imelda’yı ardında bırakarak kaybolmuştur. Yalnız kalan Imelda, Miguel’in büyük büyükannesi Coco’yu yalnız büyütmüş ve müziğin de ailede kötü görülür hale gelmesine sebebiyet vermiştir. Ancak Miguel, Ölüler Günü isimli Meksika bayramında büyük müzisyen Ernesto’nun gitarına ulaşır, onu çalınca da kendisini ölüler diyarında bulur ve esas hikaye başlar. Miguel güneş doğmadan önce ailesine ait sırları çözüp kendi yaşadığı dünyaya geri döner ve döndüğünde ailesine de bilmediği aile sırlarıyla döner.
Konusu ve konusunu işleyişi bakımından bütün aile fertlerine hitap eden COCO, bütün aile fertlerinin de göz pınarlarını harekete geçirmeye ant içmiş gibi. Çocuğunuza aile, sadakat, ölüm, hatırlanma, anma gibi kavramları “kutsal”laştırmak istiyorsanız muhakkak çocuğunuzla izleyiniz. Ha yok ben ailenin kutsallığına inanmıyorum, çocuğuma da böyle aile kutsanması yaşatmak istemiyorum diyorsanız da animasyon filmlerinin geldiği noktayı görmek için izleyebilirsiniz.. Zamanınızı kafa boşaltmak için kullanmak isterseniz de izleyebilirsiniz; ben öyle yaptım pişman değilim, gözlerim de doldu yalan değil.
*
Bu hafta izleyebildiğim son film ise 1997 yapımı olup bu filmi neden bu yaşıma kadar izlemedim diye sorgulatan bir Wong Kar Wai filmi : HAPPY TOGETHER. Happy Together, Hong Kong’tan Arjantine uzanan, dertlerinin ise dünyanın sonuna kadar giden bir aşk hikayesi. Eşcinsel çiftimiz Po-Wing ve Yiu-Fai hayatlarına ve ilişkilerine değişim katmak için İguaza şelalerini görmek için Hong Kong’tan Arjantin’e gitmeye ve bir süre orda kalmaya karar verirler. Arjantin’de Po-Wing’in daha rahat ve lüks içinde yaşamak için fahişe olur ve Yiu-Fai’den şelaleye gitmeden ayrılır. Yiu- Fai ise bu ayrılık sonrası dönüş için para biriktirmeye başlar. Ne var ki Po-Wing fahişelik yaptığı bir anda çok ciddi şiddet görür, ellerini ve vücudunu belli bir süre kullanamaz hale gelir ve Yiu-Fai’nin yaşadığı yere gelir ve Yiu-Fai Po-Wing’in eli ayağı olur, bu hastabıkıcı hasta ilişkisi bir süre sonra tekrar ilişki yaşamalarına vesile olur, ta ki Po-Wing iyileşene kadar…
Film bugüne kadar izlediğim bütün aşk filmlerini sollayıp (en çok sevdiğim Gaspar Noe’nin “Aşk” filmiydi) başa geçti diyebilirim, ki bu aşk filmleri ilk üçümde yine Wong Kar Wai’nin İN THE MOOD FOR LOVE filmi de vardır. Wong Kar Wai’nin daha önce başka filmlerini izleyenler az çok nasıl bir dünya ve duyguyla karşılacağını tahmin edebilir ama izlemeyenler için şunu söyleyebilirim, bir aşk filminden çok, bir aşk şiiri izliyorsunuz filmde. Ayrı oldukları sahnelerin siyah beyaz olup barıştıklarında renklenmesiyle, “kirli umumi tuvaletlerden adam toplamaya alışık değildim. Ama bugünlerde bunu yapıyorum, öyle gerekiyor” gibi replikleriyle, Astor Piazzolla’nın muhteşem müzikleriyle, Wong Kar Wai’nin o eşsiz renkleriyle oluşturduğu kareleriyle eşsiz bir şiirin içinde buluyorsunuz kendinizi. Wong Kar Wai’ye ilk Cannes ödülü bu filmle gelmiştir. Bu filmi izlemeyenler hala hayatlarının en iyi aşk filmini izlememiştir diyebilirim. İzlemeden ölmeyin.
Bonus: Happy Together Trailer