Bir ülkenin kendi öz kaynakları ile doğalgaz bulması önemli bir olaydır. Ancak yıllık tüketimi 50 milyar metreküp olan ülkenin 6-7 yıllık tüketimi kadar bir kaynağı “müjdelemek” keşfin mali kazanımı kadar siyasi kampanyası olarak da görülmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti kendini doğalgaz arayan, araştıran, bulan bir ülke olarak lanse ederek bölgedeki rolünü enerji kaynakları çerçevesinde yeniden tanımlamak istiyor. Bu, ulus devletin kendi çıkarları düşünüldüğünde şaşırılacak bir arzu değildir. Bunun üzerine siyasi bir projeyi çalışmak ise Türkiye için gecikmiş bir hamle olarak değerlendirilebilir.
Ancak doğalgaz ve enerjideki adımları aynı zamanda yasal zemini ile birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Karadeniz gazı ile Doğu Akdeniz gazı arasında doğrudan ilişkiler kurmaktan kaçınmak gereklidir. Çünkü, görüldüğü kadarıyla Karadeniz gazına yönelik bölgedeki ülkeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak, Doğu Akdeniz gazında çok taraflı bir sorun söz konusudur.
İkinci nokta bulunan gazın çıkarılması ile ilgilidir. Erdoğan 2023 hedefini vermiştir. Oysa ki, çeşitli kaynaklar bu işin süresi için 6 ile 10 yıl arasında bir süre öngörmektedir. Bu gerçekçi mi değil mi sorgulamaya açıktır.
Üçüncüsü, bahse konu gazın getirisi önemlidir. 45 – 50 milyar metreküplük doğalgaz ithalatı yapan Türkiye Cumhuriyeti, yıllık 12 -13 milyar dolar harcamaktadır. Bulunan kaynağın tamamıyla çıkarılıp iç-piyasaya sunulması durumunda 6 – 7 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti 12 – 13 milyar dolar kadar ithalatını ikame etme şansı vardır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti 2019 yılında toplam 202 milyar tutarında ithalat yapmıştır. 12 – 13 milyarlık ithalattan vazgeçilmesi, tek başına bu kaynağın büyük bir değişim sağlayacağı anlamına gelmez. Tek başına ekonomik anlamda yeni bir sürer durum yaratacağını iddia etmek, bu aşamada gerçekçi değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ithalat fazlasından doğan ticari açığının yanında, diğer işlemlerin birleşmesi ve turizmin gerçekleşmemesi ile birlikte çok daha derin bir ödeme problemi ile karşı karşıyadır. Yıl sonunda ödenmesi gereken toplam miktar 130 milyar dolara yakındır.
Acı olan gerçek, bunları karşılayacak döviz kaynağına dair ciddi soru işaretleri devam etmektedir. Bu açıdan da, bulunan kaynakların ikame edileceği zamandan çok daha önce çözülmesi gereken sorunlara dair cevapların olmaması kuşku yaratmaktadır.
Hali hazırda, dün herhangi bir faiz artışının yapılmamış olması, “müjdeli haberlere” rağmen uluslararası piyasalarda rezerv sorunun devam ediyor olması, yapısal sorunların yanında kur politikasındaki oynaklıklar Türkiye ekonomisi için devam ediyor.
“Müjdeli haberlere” ardından Amerikan doları, Türk lirasına karşı %0,63 değer kazanmış, Euro ise yatay bir seyir izlemiştir. Bu aslında müjde üzerinden faize olan müdahalenin etkilenmemesi için iyi bir fırsat yaratmış, açıklamanın haftanın son günü ve görece geç bir vakitte verilerek, konunun piyasalara etkisi minimize edilmek istenmiştir.
Yaratılan imajın ardından, ekonomik göstergelerin ve kararların belirlenmesi ve faiz kararının fiyatlamasının hafta başına yansıyacağını düşünürsek; haftanın ilk günleri bugünden daha kaygılı olmamıza neden olacak durumlar yaratabilir.