Bu makale ilk kez 30 Aralık tarihinde Avrupa Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
“Neye, nereye elini atsan dökülüyor. Dökülmemiş, laçkalaşmamış hiçbir şey yok. Bir memleket bu hale nasıl getirilir, nasıl gelir, bunu akıl almıyor. Her yerde, her şeyde bir çürüme. Yoksulluk gırtlağa kadar, cehalet almış yürümüş.” Yaşar Kemal bu sözleri ne zaman söyledi? Ne zaman yazdı? 74’lerde mi? Biz çürümeye ne zaman başladık peki? 74’lerde mi? Öncesi sonrası neydi ve daha sonrası ne olacak peki?
Bir avuç tohum dökülüyor elinden umut taşıyıcılarının, yine de döl tutmuyor toprak çünkü kurudu elinde bir avuç hırsızın.
Duvarları rengârenk evlerdi eskiden içinde yaşadığımız evler çünkü evin içinde yaşıyorsan duvarları rengârenk olur ama illa ki yaşıyorsan! Evler adaya sığardı o zamanlar. Şimdi ise ada evlere sığıyor. Giderek adalaşıyor evler, adaya benziyor, adaya dönüşüyor. Yarım kalmış adaya. Yarım adaya. Yüzümün yarısı olan adaya. Evlerde renkler çürüyor bu yüzden, yüzümün yarısı gibi, adanın yarısı gibi. Sorunlar artık evlerde de çözülemiyor, evler adalaşıyor çünkü. Aşılamıyor sınırları evlerin, her odaya geçiş kimlikle, hem evden çıkış vizeyle. Süreli hemdertler ama süresiz dertler…
Bir avuç umut ekiyor inanmaya devam edenler, yine de filizlenmiyor toprak çünkü çürüdü elinde bir avuç hadsizin.
Eskiden paslı demir konurdu toprağa güçlensin diye şimdi paslı cesetler konuyor. Pas tutuyor her bir beden daha toprağa girmeden. Çünkü Yaşar Kemal ta o zamandan dedi “yoksulluk gırtlağa kadar.” Bu zamana kadar kimse yoksul değildi o yüzden de bilmedi. Artık biliyor. Artık herkes yoksulluğu biliyor. Yoksunluk içinde yaşıyor herkes çünkü ve doymak bilmiyor ruhları hiçbir doyuma. Doyumsuzluk ele geçiriyor düşüncelerini ve ahlâksız düşler kuruyor her cep. Oysa Orhan Veli demişti “cep delik, cepken delik.”
Bir avuç düş kuruyor oyun bozucular, yine de gerçekleşmiyor düşleri çünkü kurallar bir avuç oyun kurucu elinde.
Sokağın tavanı kadar sevmeyi Edip’ten öğrenmiş olabiliriz. Sokaklarda şiir okumayı kendimizden sevmiş olabiliriz. Adayı boydan boya tavana kadar hayallerle boyayabiliriz. Duvarları çürümüş rutubetlenmiş olsa da yapabiliriz. Bıkmadan usanmadan tekrar tekrar dökülen tüm duvarları sıvayabiliriz. Fakat bizim alçımızı çaldılar, alçı taşlarımızı çaldılar, boyalarımızı çaldılar. Biz izin verdik çalmalarına. Şişelere doldurup doldurup kuşkanatlarıyla ada dışına uçurdular. Belki bu yüzdendir ada dışında aranır renkleri duvarların da yine de bulunmaz. Tavanı dökülüyor adanın çünkü artık çürümüş, zaten denize de yakın. Deniz de değil aslında bu; su. Tuz. Tuzlu su, yanaklardan akmış da adanın çehresine dolanmış. Belli ki tâ 74’ten.
Okulların tavanı dökülüyor dertten, okulların koridorlarının tavanı dökülüyor tasadan, evlerin içi dökülüyor adadan çünkü ada evlere sığıyor zorla ve evler adalaşıyor. Evlerin yüzü yaşlı, elleri buruşuk, gözleri zayıf, dişleri çürük. Evlerin ağzında ellerin ağzındaki gibi ona ait olmayan birer diş. Geleceği çiğneyip çiğneyip tükürüyor yüzlere karşı yüzsüzce. Yüzler gidip elleriyle mühürlüyor geleceği bilmem kaç yıllığına ve not düşsün tarih bunu adanın yıllığına, kimse de okulun tavanına bakmıyor elinde pusulayla güle oynaya yürürken sandığa.