Vicdani retçi ve barış aktivisti Halil Savda, geçtiğimiz ay, siyasi mülteci olarak Limasol’da yaşadığı köyde iki ırkçı saldırıya maruz kaldı. Savda’nın hayatı sürekli bir kaçışla geçti. Doğup büyüdüğü yerden şiddet yüzünden kaçma. Hapsedilme. İşkence. Özgürlük için mücadeleler. Ve şimdi de son yedi yıldır evi olan yerden kaçış.
Kıbrıs’ta Yunanca yayın yapan City.com.cy‘den gazeteciler Maria Odisseos ve Antria Yeorgiu gerçekleştirdikleri röportajda, Halil Savda Limasol’da yaşadığı ırkçı saldırıları, hayatını, bir barış aktivisti olarak yaptıklarını, Kürtlerin ve Kıbrıslıların ortak kaderini ve nasıl bir dünya hayal ettiğini anlatıyor.
Öncelikle bize yaşadığınız Limasol’da meydana gelen olaylardan ve bir ay içinde Kıbrıslırum gençler tarafından uğradığınız iki ırkçı saldırıdan bahsetmenizi istiyoruz.
Her iki saldırı yaşadığım Trahoni köyünde yaşadığım evin yakınında yaşandı.
İlk saldırı 10 Ocak gecesi yaşandı. Artık kullanmadığım elbiselerimi geri dönüşüm kutusuna atmaya giderken yüzleri kapalı 5-6 genç erkek “Turko, Turko” diyerek yumruk ve tekmelerle saldırdılar. İki defa yere düştüm, kaçtım….
İkinci saldırı ise 20 Ocak gecesi yaşandı. Marketten toz şeker almış eve dönüyordum. İçlerinde ilk saldırıyı yapan gençlerin de olduğu 15-20 genç yine yumruk ve tekmelerle saldırdılar. Eve koştum.
Arkamdan geldiler. İki ev arkadaşım da evdeydi ve üçümüze saldırdılar. Bir saldırgan “Sizi öldüreceğim” diyordu. Evimin balkonuna kadar geldiler, gençlere karşılık vermedik. Evin içine girdik ve kapıyı kilitledik. Kapımızın camını kırdılar. Bir arkadaşım hafif yaralandı. 112’den polisi aradık, gelmediler; “ekip yok” dediler.
O geceyi evde kapıya barikat kurarak, evin balkona bakan odasını boşaltarak arka odada geçirdik.
Aynı sokakta, aynı kişilerin iki defa ırkçı saldırısına uğradım. Polis önlem almadı. Polisin bu tutumu bizi yeni bir saldırıya açık hale getiriyordu.
Can güvenliğimiz kalmadığı için diğer gün evi terk ettik!
Yaşanan olaylardan sonra ne hissettiniz?
2018’den bu yana aynı köyde ve aynı evde yaşıyorum. Saldırı benim için bir şoktu; dışlanmışlık, güvensizlik ve korku hissettim.
Türkiye’deki Kürtler 1990’lı yıllarda TC devlet güçlerinin ırkçı ve zorba uygulamaları nedeni ile köylerini boşaltmak zorunda kaldılar.
Irkçı tehdit nedeniyle 7 yıldır yaşadığım evimi iki arkadaşımla birlikte terk ettim.
Tarih sanki bu defa Kıbrıs’ta bizim için tekerrür ediyor.
Kıbrıs’ta kaç yıldır yaşıyorsunuz ve neden daimi ikametgahınız olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni seçtiniz?
Ağustos 2017’den bu yana Kıbrıs’ta yaşıyorum.
Türkiye’de güvenlik, sağlık ve özgürlük şartlarım kalmadığı için Kıbrıs Cumhuriyeti’ne geldim. Kıbrıs’a gelmek benim tercih değildi; mecbur kaldım. Kıbrıs’a gelmeseydim Türkiye’deki binlerce siyasetçi, gazeteci ve İnsan hakları Savunucusu gibi işkence görecektim ve cezaevine atılacaktım.
O zaman burada kendinizi güvende hissediyor muydunuz? Kıbrıs toplumunun artık değiştiğini düşünüyor musunuz?
10-20 Ocak 2025 yılına kadar kendimi güvende hissettim.
Ancak bu iki saldırı bende güven duygusunu sarstı; yeniden darp edilmekten korkuyorum.
Korkuyorum çünkü güvenlik güçleri Irkçı saldırılara ya yeterli önlemi almıyor ya da göz yumuyorlar. İkinci saldırı bana ve bulunduğum konuta yapıldı. Ev arkadaşlarımdan Mehmet Akgül hafif yaralandı. Hemen Polisi aradık ve tam 45 dakika Polisi bekledik. 45 dakika sonra bize ‘ekip yok, gelemeyiz’ dediler ve gelmediler. Şimdi bir düşünün saldırganlar bıçaklı veya silahlı olsalardı bu 45 dakikada ne olurdu?
Bilmiyorum ama muhtemelen bu röportajı yapamayacaktık!
Bunu düşündükçe irkiliyorum.
İlk geldiğimde ırkçı davranışlar münferitti, bugün ise yaygın.
Bu neden böyle?
Sosyal bilimcilerin bunu araştırması lazım. En önemlisi de toplumun ırkçılık illetinden arınması lazım. Burada en büyük görev sivil topluma, basına ve hükümete düşüyor.
Aynı şekilde, Kenan Ayaz olayı nedeniyle de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kürt siyasi mültecilere yönelik resmi politikasında bir değişiklik tespit ediyor musunuz?
Kıbrıs Hükümetinin Kürt mülteciler politikasında bir değişiklik yok.
Ancak Kıbrıs Hükümetinin mülteci politikasında yeni trend milliyetçilik.
Kürtler dahil bütün mültecilerin hayatları artık daha zor.
Kenan Ayaz’ın Almanya’ya iadesi kararı yanlıştı. Kıbrıs Hükümeti Almanya’nın siyasi ve ekonomik tehditlerine boyun eğdi. Sayın AYAZ siyasi faaliyetleri nedeni ile Türkiye’de yargılandı, tutuklandı, Cezaevine konuldu. Türkiye’de kalsaydı daha fazla hapis yatacaktı. Cezaevine girmemek için Türkiye’yi terk etti, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde iltica etti. Siyasi çalışmalarını özgürce sürdürmek ve cezaevine girmemek için geldiği Avrupa da siyasi çalışmaları nedeni ile bugün cezaevinde.
Bu Kıbrıs demokrasisi için bir paradoks.
Kürtler Kıbrıslıların dostlarıdır. Kürtler ve Kıbrıslılar aynı kaderi yaşıyorlar; TC devletinin işgali…
Kürtlerin ve Kıbrıslıların kaderi ortak; birlikte sömürgeciliğe karşı mücadele edip özgür olmaktan başka çareleri yok.
Vicdani retçi olarak Türk ordusuna katılmayı ilk reddettinizin üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti. Düşüncelerinizi ifade ettiğiniz için hapse girdiniz ve tahliye olduktan sonra (iki hafta sonra) 2006 yılında Vicdani Ret Platformu’nu (VRet Platformu) kurdunuz. Ama yine tutuklandınız ve hatta askeri birlik içindeki kötü muameleyi bile ihbar ettiniz. Bize o günleri anlatır mısınız?
Evet, 2004 yılında ellerimde kelepçe Tekirdağ/Beşiktepe askeri kışlasında Vicdani ret kararımı açıkladım.
Askeri üniforma giymedim ve silah almayı reddettim. Askeri üniforma giymediğim ve silah almayı reddettiğim için işkence edildim ve askeri cezaevine atıldım.
Türkiye militarist bir ülke. Kültür ve devlet sistemi askerlik ve askeri kışla üzerine inşa edilmiş; “her Türk asker doğar” söylemi bu inşanın ürünü. Bu militarist yapı 1915’ten bu yana bir çok suç işledi; Ermeni-Süryani Halkı soykırımdan geçirildi, İzmir’de, İstanbul’da Rum halkına katliamlar yapıldı, Dersim’de, Koçgiri’de, Maraş’ta, Roboski’de, Cizre’de Kürt halkı katliamdan geçirildi. 1974’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzeyi işgal edildi. TC devlet yapısı ve kurucu kadroları 110 yıldır suç üretiyorlar ve suç işliyorlar. Ya bu suça ortak olacaksınız ya da karşı çıkacaksınız; ben karşı çıktım.
Vicdani Ret açıklamam ve Vicdani Ret platformunu kurmamız bu çabanın ürünü.
Geriye dönüp baktığımda diyorum ki iyi ki silah almayı ve askeri üniforma giymeyi reddetmişim…
Şunu hala söyleyebilmek çok güzel: Hiç kimse asker doğmaz ve hiç kimse Türk doğmaz; HERKES BEBEK DOĞAR!
Serbest bırakıldığınızda bile Türkiye’de vicdani ret hakkını savunmaktan vazgeçmeyeceğinizi söylediniz. Bu eyleminizin bir etki yarattığına ve hala yarattığına inanıyor musunuz?
Evet, 20 yıldır Vicdani Ret hakkının yasallaşması için çalışıyorum. Anti-militarizm ve Vicdani Ret mücadeleleri TC sisteminin tekçi, milliyetçi, islamist ve eril yapısının aşılması için vazgeçilmezdir; demokrasi, özgürlük, barış çoğulcu ve eşitlikçi bir toplum-devlet yapısı.
Vicdani ret ve Anti-Militarist mücadele temel bir insan hakkıdır.
Vicdani ret eylemim belki devleti ve toplumu köklü değiştirmedi lakin ben değiştim ve dokunduğum bir çok kişi değişti; çok daha pozitifim.
İletişimin ve protestonun insan ve toplum hayatındaki değeri büyüktür.
Türkiye’de Kürt bir vatandaş olarak geçirdiğiniz çocukluğunuzu anlatır mısınız?
Cizre/Şırnak Kocapınar köyünde büyüdüm.
1993 yılının Mart ayına kadar orada yaşadım. 1993 yılının Mart ayında askerler köyümüze baskın yaptılar ve gözaltına alındım. Tam 29 gün gözaltımda kaldım ve her gün bana işkence yaptılar; elektrik, falaka, dayak, hakaret, askı vs.
Korkunçtu!
Sonrası cezaevi…
Yine de birlikte barış içinde yaşama inanmayı sürdürdüm.
Barış aktivisti olarak birçok kişinin sizi böyle adlandırmasıyla- yaptığınız hangi eylemi en canlı şekilde hatırlıyorsunuz ve neden?
Aslında bugün gibi canlı hatırladığım bir çok eylem var.
Ancak en canlı olanı 2005 yılında Izmir’de katıldığım milliturizm festivali. 15 Mayıs Vicdani Retçiler günü vesilesi ile Türkiye’nin her yerinden Vicdani Retçiler gelmişlerdi ve İzmir’deki militarist mekan, figür ve kurumların olduğu yerleri gezdik, bu mekanlarda militarist devletin yarattığı figürleri teşhir ettik. Silahsızlanmanın ve tüfek kırmanın önemini vurguladık. Başka bir ifade ile askeri ekonomiyi, askerileşmeyi ve militarist figürlerin paçasını çizdik.
Benim için etkileyiciydi.
Suriye’de Esad’ın devrilmesinin ardından bölgedeki gelişmeler nedeniyle Türkiye’nin gündeminde tekrar ön sıraya yerleşmiş görünen Kürt sorununa geçelim. Kürt sorununun çözüm ihtimali olduğunu düşünüyor musunuz?
Hamas’ın 7 Kasım 2023’teki Aksa Tufanı katliamı ile start alan gelişmeler Ortadoğu’nun çehresi kadar içeriğini de değiştiriyor. Örneğin 60 yıllık Esad iktidarı artık yok ve Hamas ile Hizbullah savaşı kaybettiler. Bu gelişmeler İran’ın ideolojik ve askeri gücünü ciddi biçimde zayıflattı. İsrail daha güçlü. Kürtler Suriye’nin 3/1’ine askeri ve siyasi olarak fiilen iktidarlar. Bu durum İmralı Hapishanesindeki Öcalan çizgisindeki Kuzey Suriye Kürt hareketini Türkiye Cumhuriyeti’ne komşu yaptı. Ve en önemlisi de Öcalan çizgisindeki hareketin Batı (ABD-Avrupa) ile stratejik ortaklığı başladı. Bu içerik değişimi Erdoğan-Bahçeli iktidarını bir arayışa itti. Bu arayış Devlet Bahçeli’nin Ekim 2024’te Partisinin Grup toplantısında ‘Öcalan Meclise gelsin, DEM grubunda konuşsun’ çağrısıyla açığa çıktı. Neredeyse her Grup toplantısında bu çağrısını yeniledi. Bahçeli kime çağrı yapıyordu?
Bahçeli rüzgara üfledi!
İktidar o ve Öcalan’ın ellerindeki kelepçenin anahtarı Bahçeli’nin elinde. İmralı Hapishanesinin kilidi de onda. Mudanya-İmralı Kosterinin kaptanı da o. Ancak buna rağmen Öcalan meclise getirilmedi.
Ne oldu?
Üzerinden dört ay geçti ve Erdoğan-Bahçeli’nin isimlerini belirlediği iki tane DEM Partili Öcalan ile iki görüşme yaptılar.
Başka?
Hiç!
Türk hükümeti gelişmeleri öngörebilmek ve oluşabilecek hamlelere hazırlık için ‘Kürt Sorununda yeni bir çözüm süreci geliyor’ intibası yarattı. Amaç zaman kazanmak ve Ortadoğu’da değişen içeriği Kürtsüzleştirmek…
Türk hükümeti Ortadoğu’daki değişimin içeriğini Kürtsüzleştirebilir mi?
HAYIR!
TC devlet sistemi kendisini Kürt inkarı ve Kürt asimilasyonu üzerinde kurdu. Bu değişmesen ceberut devlet yapısı aşılmaz.
Ceberut devlet aşılmadan Kürt soru çözülmez!
Kürt halkının lehine işleyebileceği ve uzun vadede olumlu etki yaratabileceği düşünülen çözüm hangisidir?
Çözümün bir reçetesi yok.
Yine de Türkçü ve tekçi devlet yapısı aşılarak özgürlükçü ve yereli esas alan çok kimlikli ve çok bölgeli bir Türkiye ile Kürt sorununun çözümü sağlanabilir.
Bunun içim de bir yol temizliğine ihtiyaç var.
Bu nedir?
Ateşkes, özgür siyasal çalışma ve herkesi kapsayacak Genel bir af!
Sonrasında mı?
Kurucu bir meclis ve Cumhuriyetin ulusçu niteliğinin yıkılması gerekiyor. Yıkımdan sonra ise çözümün adı Federal, özerk yada eyalete dayalı bir Türkiye olabilir!
Dünyayı nasıl hayal ediyorsunuz?
Gelir dağılımında adil, barış ve özgürlüğün güvencede olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Ancak hayal ederken nükleer savaş butonunun iki-üç tane manyağın parmakları arasında bulunması nedeniyle ürküyorum.
İnsan yine de yaşadığı yeri ve büyüdüğü mücadele ettiği ülkeyi hayal etmek istiyor.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki TC işgalinin bittiğini görmek ve sınır denilen bu saçmalığın bitmesini istiyorum.
Kürt Halkının Birleşmiş Milletlerde bir kürsüsünün olması sizce de iyi olmaz mı?
Bence harika olur!