Merhaba!
Gazedda’daki ilk paylaşımım, şans eseri dinleme fırsatı yakaladığım, beni çok etkileyen, anlatıcısına bu hikayeyi insanlar bir gün dinleyecek, bilecek diye söz verdiğim bir hikaye. Bu sözümü nihayet tutabildiğim için mutluyum.
Tıpkı bir çok kadın hikayesi gibi, kitaplarda çok rastlayamayacağımız detayları içeren, konuşulması hiç istenmemiş bu nedenle de uzun süre Suriçi sokaklarında saklı kalmış bir hayat hikayesi. Detayları atlamayı, bir solukta okunup bitmesini istemediğimden ve hikayenin sarsıcılığından ötürü onu bir kaç bölüm halinde anlatacağım.
Lefkoşa’nın en sevdiğim yeri, sokaklarında dolaşmayı, fotoğraf çekmeyi çok sevdiğim, şehrin geri kalanından farklı olarak bir ruhu olduğunu hissettiğim Suriçi bölgesidir. Yine bir gün annemle Suriçi’nde yürürken, Fatma teyze ile yolum kesişti. Beliğ Paşa Konak’ın yerini tarif etmesini istediğimde önünde durduğu evi, mütevazi görünümünün yanında sakin ve oldukça iyi olan diksiyonu çok ilgimi çekmişti. Gariptir ki o konuştukça yükselen merak duygumla birlikte bir yandan da sanki Fatma teyze ile daha önce tanışmışız gibi yakın hissetmiştim. Eğer izin verirse evinin fotoğraflarını çekmek ve kendisiyle sohbet etmek istediğimi söyledim. Böylelikle etkisi hala üzerime olan hikayesini dinleme fırsatı yakaladım. Bu süreç, dinleme eyleminden çok birlikte yolculuğa çıkmak gibiydi.
Fatma teyzenin evine girdiğime tombul köpeği bizi karşıladı. Köpeğini tıpkı benim kedilerimi sevdiğim gibi anneciğim diye sevmesi çok hoşuma gitti daha oturamadan evin bir yerine sıkışan yavru kediyi kurtarmaya çalışırken kedi onu tırmaladı. Sohbet öncesi pansuman yaptık. Bu esnada kendini (ve belki beni de) hikayesine hazırladığını hissettim. Evin gördüğüm kısımları sanki yıllar önce alelacele terkedilmiş gibiydi. Tıpkı dışı gibi içi de bu döneme ait bir ev değildi. Salonun farklı yerlerine istiflenmiş eski gazeteler, odanın her yerinde bulunan eski fotoğraflar, seksenlerden kalma bir çok eski eşya ve sonradan Ermenilerden kaldığını öğrendiğim bir kül tablası vardı. Sanki zaman bu evde bir noktada donmuş gibiydi.
73’ten beri bu evde yaşıyormuş Fatma teyze. ‘İki evlilik yaptı anne evine döndü.’ diye bahsettiği küçük oğlu ile birlikte. Abisinin oğlu ile evlenen kızı ise Fatma teyze eski eşinden ayrıldığı için annesi ile 25 yıl konuşmamış. ‘Herkes kötü bakardı ayrılana’ demişti. Annesi ve babasının önceden yaptıkları evliliklerden ikişer çocukları varmış. Sonra üç çocukları olmuş. Fatma teyze bu üç çocuğun ortancası. Kardeşlerinden bahsederken arada ‘Anneme çok kötü davranırdı babam. Döverdi, çocuklarını yanaştırmazdı yanına ama kendi çocukları yanındaydı. ’ demişti. Bunlara dayanamayan annesi onu 9 aylıkken Solya’da yaşayan bir aileye besleme vermiş. Kardeşi de 3 yaşındayken besleme verilmiş. Fatma teyze 7 yaşına kadar Solya köyünde yaşamış. Çocukları olmadığı için Fatma teyzeyi evlat edinen ailenin daha sonra 5 tane çocuğu olmuş. Ailesinin yanında geri dönmeyi hiç istememiş. 7 yaşında babasının onu almaya gelişinden ‘Parçalayıyordum adamı nereye götürecek beni..’ diye bahsetmişti. O esnada kahvedekiler ‘Bırak çocuğu da ölecek’ demişler. O gün babası bırakıp gitmiş. Fakat daha sonra o gün kahvedekilerin, babasına onu götürmek için söz verdiğini anlamış. Eşeklerle kısa yollardan Karadağ’a çıkmışlar ve ailesinin yaşadığı Goççina’ya vardıklarında onu yalnız bırakıp gitmişler. Bu dönemde, çok hasta olan annesi verem tedavisi için Trodos eteklerinde bulunan Ciberunda’daki verem sanatoryumuna (sağlık kuruluşu) gönderilmiş. Orada gördüğü iki aylık tedaviye rağmen hayatını kaybetmiş. Yıllar sonra, Fatma teyzenin yolu, bir dönem bu hastahanede de görev yapmış olan Türkan Aziz’le kesişecekti. Buna ilerleyen kısımlarda değineceğim. Babası ve kız kardeşleri birlikte yaşarken Fatma teyze yeniden evlatlık verilmiş. Bu sefer İpsaro’da çocuğu olmayan bir aileye. Fatma teyze ‘Beni gene istemedilerdi.’ derken yıllardır içinde biriktirdiği burukluğu hissetmek hiç zor değildi.
Fatma teyzenin iki evlatlık verilme sürecini de anlatırken, ‘Beni çocuğu olmayan bir ‘kadına’ verdiler.’ diye anlattığını farkettim. O dönemlerde çok fazla çocuk evlatlık veriliyor/alınıyordu. Evlatlık verilen çocuklar çoğunlukla kız çocuklarıydı. Erkek çocukların verilmek istenmemesi, besleme kız çocuklarının evde iş gücü olarak düşünülmesi, çocuğu olmayanın her zaman kadınlar olduğu düşüncesi aynı kökten beslenen düşüncelerdi.
Fatma teyze, İpsaro’ya gönderildiği süreçte daha refah içinde bir hayat sürmüş ve onu çok etkileyen sinemaya götürülmüş. Ancak bir gün aniden yasak çıktı denilerek valizini apar topar hazırlayıp yeniden babasının yanına göndermişler. Tüm bunlar olurken daha 9 yaşındaymış. Bu dönemde de madende çalışan babası işten durmuş. Lefke’den Goççina’ya geri göç etmişler. Babası onu almaya geldiğinde öğretmeni çok ağlamış ve tüm sınıf arkadaşlarına tek tek veda ettirmiş. Babasının onu okuldan almaması için de çok çaba sarfetmiş. Ancak okuma tutkusu da elinden alınmış. O dönem bir çok kız çocuğunun elinden alındığı gibi.
‘Kız kardeşimi evlendirdi ve keçi aldılar bana. Keçilere bakıp evi idare etmeye başladım.’
‘Hellim, nor yapardım, keçimin sütünü paylaşırdım komşularla o derece akıllıydım ama hiç istediğim gibi olmadı’.
Lefkoşa’da hizmetçilik yapan üvey ablasının doğurmasıyla birlikte, ablasının işlerini üstlenmesi için 14 yaşında Lefkoşa’daki eve gönderilmiş. Lefkoşa’nın tanınmış, varlıklı ailelerinden birinin eviymiş bu. Çocuklara bakmak da dahil bütün işler ona yüklenmiş ve bu evde ona çok kötü davranılmış. Bir yıl dayanabilmiş. ‘Ya gelin beni alın ya da ben öleceğim.’ diyerek tekrar Goççina’ya dönmüş.
‘Oldum 16 yaşında bu defa da harnıba, üzüme göndermeye başladılar.’
Ablasından onu terzi yanına göndermesini istemiş ama dönemin iyi bilinen oldukça varlıklı bir konak sahibinin yanında çalışan ve çocuğu olduğu için işten çıkmak durumunda kalan ablası, konağı, ordaki insanları görmesini istemiş. Beğenirsen orda kal onlar sana her şeyi yapacak demiş. Yeniden Lefkoşa’ya gelişi böyle olmuş.
Fatma teyze bu sürecten ‘ İnanın bu benim nefes aldığım, geliştiğim bir dönemdi’ diye bahsetmişti. Yeni bir dil öğrendiği, büyük insanlar diye bahsettiği sanatçılarla, entelektüel insanlarla vakit geçirdiği ve bir çocuk işçi gibi değil yaşının gerektirdiği gibi yaşayabildiği tek dönem bu olmuş. Öğrenmeyi çok istediği dikiş dikmeyi de bu üç yıl süren dönemde öğrenmiş.
Hikayesinin bundan sonraki kısmına bir sonraki bölümde devam edeceğiz.
*Yaptığımız derin sohbette hayatına dair önemi detayları güvenerek benimle paylaşan anlatıcının huzuru için gerçek ismi yerine Fatma ismini kullandım/kullanacağım. Gerçekte ise kendisinin tek bir ismi olmamıştır. Evlatlık olarak verildiği yerlerde ismini beğenmeyen aileler ona farklı takma adlar koymuşlardır. Hatta yıllar sonra yetişkin bir kadın olduğunda kendi soyadını gidip kendisi seçmiştir.