Netflix’in kendi yapımları içerisinde en çok izlenen dizisi ünvanını aldı Squid Game. Bugüne kadarki izleyici sayısı 111 milyon kişi. Dizi yarattığı karakterlerle ve içerisindeki ‘oyunlarla’ dünya çapında büyük bir çılgınlık halini almış durumda. Peki bu dizinin gündelik yaşamımızla kesişen noktaları neler? ‘Sadece bir dizi’ diyerek geçmeyelim.
Önce dürüst olalım.
Savaştan kaçıp, çocuklarıyla birlikte Akdeniz’de boğularak ölen insanlık mesela nereye gidiyordur?
Çocuğunun ameliyatı için parası olmayan bir anne-baba bu oyunu oynar mıydı?
Mafyaların ya da tefecilerin eline düşmüş insanlar, uyuşturucu batağında kurtarılmayı bekleyenler, kredi kartı borcundan hayatını devam ettiremez duruma gelenler.
Maddi zorluklardan intihar eden esnaf.
Onlara biri otobüs durağında ya da metroda yaklaşıp ‘oyun oynamak ister misin?’ diye sorsa ve bu oyunu kazanırsan hayatın değişecek derse bu insanlar o ölüm yolculuğuna çıkar mıydı?
Çözüm var mı mesela?
Serbest piyasanın dalgalanmaları arasında bir çatısı olsun diye ipoteğe verdiği evinin satılmasına ve evsiz kalmasını göze alabilecek kaç kişi var?
Elinde olmadan ve tercihten yoksun şekilde yolsuzluk dünyasında yaşayan bu insanlar, kap-kaç ekonomisi içinde ya da neo-liberal gündelik zaman sarkacı içinde sıkışmış bu insanlar ne yapabilir, seçenekleri var mıdır?
Güney Kore de ya da dünyanın en izbe köşesinde yaşayan insanlar.
Dünyanın en yoksul ülkelerinde bedenini satan kadınlar, erkekler, ve hatta çocuklar…
Dünya bir Squid Game midir artık ?
Dürüst olalım.
Oyunda bir kural var. Eğer oyuncuların çoğunluğu isterse oy kullanarak oyunu bitirebilirler, buna hakları var.
Bakın ‘oy’ ve ‘oyun’ ne kadar yakın değil mi Türkçe de?
Evet, doğru izleyenler bilir, ilk ‘Red Light, Green Light’ oyunundan sonra çoğunluk oyunu bitiriyor.
Peki ya sonra? Toplum içinde bulunduğu karanlığın içine gerisin geri dönüyor. Hastalıklar, ailevi sorunlar, borçlar vs. yeniden yüzleşiyorlar çaresizlikleriyle…
Yine sonrasında dönüp oyuna başlıyorlar ve öldürülüyorlar ve öldürüyorlar.
Thomas Hobbes’ın ‘Elementa Philosophica De Cive (1642)’ isimli eserinde kullanmış olduğu ‘homo homini lupus’ yani ‘insan insanın kurdudur’ sözü bugün hâlen bir motto olarak geçerliliğini koruyor. Geçerlilik derken, gerçeklik tartışması yapmak için söylemiyorum.
Dönüp demokrasi tartışmalarına bakalım.
Çoğunluğun kararı ne kadar önemli değil mi? Sahi, kimdir çoğunluk?
Bir söz daha, ‘belirli bir coğrafya üzerinde şiddeti kullanma tekelini meşru biçimde elinde bulunduran insan topluluğu”dur der Max Weber devlet için. Squid Game’de oyuncular kendi iradeleriyle vermiyorlar mı kendilerini öldürme hakkını ‘devlete’, yok, ekrandan çıkmayalım, ‘oyunu yönetene’. Ne kadar tesadüfi değil mi? Bir adaya gönüllü olarak giden ve oradan çoğunluk kararı ile çıkma kararları varken yeniden öldürülme pahasına geri dönüp ölen insanlar. Kana boğulan, acınası bir çaresizlik içinde Kore çocuk oyunları oynayan yetişkinler. Bugünün devletinde de oy kullanarak meşru kılmıyor muyuz devletin bize karşı hata yaptığımızda ceza verme tekelini?
Bir nokta daha, hatta oyunun başlangıcında olduğu gibi herkes de kendi renginde (mavi veya kırmızı) oyuna dahil oluyor değil mi?. Maviler av, kırmızılar avcı. Öldürmezsen ölürsün. Üniforma giyenlerin şiddet tekelini kendisine alması, polisler, askerler, yöneticiler, avlar ise o meşruluğun asil (!) unsurları, vatandaşlar.
İrade mi dediniz?
Hangi irade? Bugünün dünyasında özgür irade var mıdır ? Bu bölümde soru işaretleri soracağım. Yazının ilk başındaki soruları burada da tekrarlamak gerek. Bu kadar çaresizliğe düşmüş insanlar için hayatta kalmaktan öteye ne dert olabilir? Banka borçları ile boğuşan, G.Kore’yi örnek alırsak dünyada en fazla intihar vakalarının olduğu kapitalist bir piyasada para için mücadele etmeden nasıl hayatta kalınabilir?
Söyleyin, kaçımız bu şekildeyiz?
Geleneksel aile yapılarının ve piyasaların çöktüğü, devletin ise günden güne oyun-kurucu olmaktan çıktığı bir dünyada toplumun kılavuzu olan siyaset nereye varacak? Aileler ekonomik koşullar nedeniyle dağılırken (basit bir dağılmadan bahsetmiyorum, aile olmanın dayanışmasının çözülmesinden bahsediyorum), piyasalar bu kadar dalgalıyken (küresel ekonomik krizler her an yaşanabilir) ve devlet bu kadar küçülmüşken, toplumları ‘devlet’ yapısı içinde tutacak veya devlete ihtiyaç duyacak neler bırakıyor geride?
Son yaşanan Amerikan başkanlık seçimlerinde yaşanan demokrasi bunalımı mesela? 5 kişinin öldüğü Kongre binasının basılması olayı, aşırı sağın bu kadar görünür hale gelmesi vs. Biz alışkınız elbette de onları çok sarstı bu durum. Halen konuşuyorlar, yazıyorlar, tarihlerine kara leke düşüren bir kriz olarak görüyorlar olan biteni.
Kuzey Kore’in bir propaganda web sitesi komşusunun Squid Game’deki hâli için, dizinin kapitalist gerçekliği ve onun acımasızlığını anlattığını yazdı. Bu yorumu aslında diziyi sonuna kadar izleyen herkes yapabilir.
Sonra da dönüp kendine bakabilir.
Yok öyle yağma! Oyun sadece Güney Kore’de değil, biliyoruz ki, hepimizin hayatlarında geçiyor.
Bu kaçınılmaz bir durum mu?
Geçtiğimiz gün Toronto’da bir parkta elimde telefonla oturup iş görüşmesi yaparken dikkatimi önümde uzanan 5–6 çadır ve o çadırlar içinde eğlenen, sohbet eden, kafayı çeken insanlar çekti. Evsizlerin kurduğu çadırlar. Kış geliyor yakında, yoğun şekilde kar başlayacak ve onlar daha kuytu yerlere gidecekler. Bulabildikleri en kuytu ve sıcak yere.
Biz ne yapıyoruz diye sordum kendi kendime.
Sahiden ne için yaşıyoruz?
Bu kadar uğraşıp didinip, meskun olmak, bir mal mülk alıp o toprak parçasına çakılıp kalmak, ve yetiştireceğimiz çocukları da o mülkiyet dünyasına, o oyunun içine hapsetmek için mi yaşıyoruz?
Her zaman başka bir yol vardır. Dayanışmanın önemini, yanımızda düşene omuz vermenin insanlığını, ortaklaşmanın değerini ve yarın bu düzen içinde biri çıkıp bize “Would you like to play a game with me?” diye sorduğunda ailemizden, dostlarımızdan, ya da hak ve özgürlükleri temel alan bir devletten göreceğimiz dayanışma, yaban hayatı tercihten daha tercih edilebilir olmalıdır.
Dayanışmayı unutmayalım.