“Solda birlik” meselesi, “sol” içinde en çok konuşulan, tartışılan hatta “kapışılan” konulardan biridir. Konuşuldukça da, bir yandan birleşmenin zeminini oluşturan, ama diğer yandan da “solu” bölen konuların başında gelmektedir. Bu yazı, öncelikle “sol”un ne olduğunu, “sol”da “birlik” aramanın, tüm “sol”u birleştirmeye çalışmanın doğru olmadığını, olabilecek olanın “sol”da “iş ve güçbirliğini” sağlamak olduğunu vurgulamak üzere yazılmıştır. Bunun yanında, Yusuf Alkım’ın, konu ile ilgili görüşlerinin eleştirisine de yer verilmiştir. Bu eleştiri yazısı, Yusuf Alkım’ın veya DKB’nin kapsamlı bir ideolojik değerlendirmesi iddiasında değildir, sadece ilgili soruya verdiği yanıtla sınırlı bir eleştiridir. |
Sadi Kazafanalı dostum sosyal medya hesabından, 27 Haziran tarihinde şöyle bir paylaşımda bulunmuştu:
“Sosyal medya arkadaşlarıma bir soru sormak istiyorum:
Sizce KKTC de neden gerçek SOL da bir birliktelik yaşanamıyor ?
Soruyu açmak gerekirse ; sözde DEVLET sayılan bu ALT YÖNETİMDE, sağ her halükarda BİAT ve SERMAYE etrafında kenetlenmiş ve bir bütünlük içerisinde .
Buna ters olarak sol ise siyasal partilerde BKP, TDP, TKP, YKP, KSP BAĞIMSIZLIK YOLU gibi, dernekler ve guruplarda ise DKP, SOL HAREKET vs gibi birçok küçük birime dağılmış vaziyette .
(CTP’NİN BİR SOL PARTİ ÇİZGİSİNDE OLMADIĞI AŞİKAR KABUL EDİLMİŞTİR)
Neden SOL bu kadar parçalanmıştır ?
Geçmişteki acı birleşim denemeleri bugün dağınık bir azınlık olmanın yeterli gerekçesi midir ve bu gerekçeye bağlı dağınıklık bize ne kazandırır ?” (Sadi Kazafanalı, 27 Haziran, 2020. Bold ve İtalikler bana ait MO)
Sadi dostumuz “bir soru sormak istiyorum” dedi ama, bir sürü soru sordu. Ama, gene de tüm bu soruların düğümlendiği nokta şu soruyla özetlenebilir:
“Sağ her halukarda BİYAT ve SERMAYE etrafında kenetlenmiş ve bir bütünlük içerisinde” iken“Sizce KKTC de neden gerçek SOL da bir birliktelik yaşanamıyor ?”
Bu soruya sağlıklı bir yanıt verebilmek için, öncelikle “sol”un ne olduğunu tahlil etmeliyiz.
Sadi dostumuzun “sol” kriterlerinin neler olduğu pek belli değil, ama o, “ sol ise siyasal partilerde BKP, TDP, TKP, YKP, KSP BAĞIMSIZLIK YOLU gibi, dernekler ve guruplarda ise DKP(DKB demek istenmiş olmalı-MO), SOL HAREKET vs” diyerek tüm bu parti ve grupları “sol”a dahil etmiştir.
O zaman, soruyu tekrardan soralım:
1. “Sol” Nedir, Neden Birlik Olamıyor?
İnsanlık, toplumlar halinde yaşamaya başladığından bu yana (İlkel Komünal Toplum hariç) hep sosyal sınıflara bölünmüş şekilde yaşamıştır. Ve, Modern Komünal Toplum (yani Komünist Toplum) oluşturulana kadar da o şekilde yaşayacaktır.
Bu sosyal sınıflara bölünmüşlük, her şeyden önce ekonomik bir bölünmüşlüktür. Ekonomik olarak, mesela üretim araçlarını elinde bulunduranla, yani; üretim araçlarının sahibi olanla, sahip olmayanlar arasında ekonomik, sosyal ve siyasal farklar olagelmiştir. Birinciler ekonomik olarak avantajlı (hem de çoğunlukla pratik olarak çalışmayan, işlemeyen bir sınıf olmasına rağmen), ikinciler ise ekonomik olarak dezavantajlıdırlar (hem de bütün yaşamları çalışmakla, işlemekle ve üretmekle geçmesine rağmen).
Birinciler diye tabir ettiğimiz, üretim araçlarının sahipleri, genel olarak yaşamın, özellikle de üretim ve paylaşım biçiminin değişmemesini, sonsuza kadar sürmesini arzularlar. Bu “arzu” onları “tutucu” (conservative) yapar.
Ama, bütün üretim araçları sahipleri sadece bu “arzuları” beslemezler. Bazıları, üretim araçları üzerindeki mülkiyet kuralı, yani; özel mülkiyet yasası değişmesini istemezler ama, bazı mülkiyet ve sermaye sahiplerinin bundan yararlanıp hem özel mülkiyet sahibi olmayan sınıfları, hem de bazı özel mülkiyet sahiplerini de baskı altına alıp sömürmesine karşı çıkarlar. Onlar, çok büyümüş, sosyal ve siyasal anlamda tüm toplum yaşamını kontrolü altına alan büyük işletmelerin dominasyonuna (başkalarını baskı ve kontrol altına almasına) karşı çıkarlar. Hukuksal, ekonomik ve siyasal yaşamda değişiklikler talep ederler. Karşılanmadığı oranda da bu en avantajlı kesimle çatışmaya girerler.
İşte, burjuva sınıf (üretim araçları üzerinde mülkiyeti olan herkes) bu nedenle alt guruplara (küçük burjuva, orta burjuva ve büyük burjuva diye tabakalara) ayrılır. Bu ayrılığın temeli ekonomiktir; sahip olunan mülkiyetin büyüklüğü, işletmesinde çalıştırdığı işçi sayısı vs gibi özellikler onun hangi tür burjuva olduğunu belirler. Ama, bir (ekonomik) kural olarak, bütün burjuvalar sürekli bir üst tabakaya çıkma (terim yerindeyse terfi etme) eğilimindedirler.
Ekonomik anlamda (dolayısıyla sosyal ve siyasal anlamda da) ufak, daha az avantajlı burjuvalar, büyük ve hakim olan (örneğin günümüzde tekelleşmiş ve/veya uluslararası bir tekelin parçası olan) burjuvalara karşı hangi argümanlarla mücadele edecekler? Bu mücadelede kimleri yanlarına çekmek durumundadırlar? Tabi ki işçileri ve emekçileri… Yani, üretim araçları üzerinde ya hiç, ya da çok az bir mülkiyete sahip olanları kendi kavgalarına, yani küçük burjuvazinin büyük ve tekelci burjuvaziye karşı kavgasına kazanmak zorundadırlar.
İyi de, özellikle üretim araçları üzerinde hiç mülkiyeti olmayanlar (ki biz bunlara proleter deriz), bugün değilse yarın, tutucu değil, tersine değişmeci, ilerlemeci (progressive) eğilimler geliştirmek zorundadırlar. O zaman, küçük burjuvamız kılık değiştirmek ve kendini ilerici ve hatta sosyalist olarak sunmak zorundadır bu işçi ve emekçilere…
Nitekim, tüm küçük burjuva partiler halkın (işçi ve emekçiler ile küçük üretici köylü ve işletme sahipleri) bu tür duygularını istismar edecek, ama aslında, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti sonlandırmayarak hem işçi ve emekçilerin, ve dolayısıyla da (sınıf olarak) kendi yenilgisini garantiler. Onun asıl rüyası, geriye; küçük üretimin hakim üretim şekli olduğu kapitalizmin ilk evresine, hatta daha da gerilere dönmektir. Bu olamayacağı oranda da yenilgi garantilenmiş durumdadır…
Kısaca özetlersek:
Birincisi, bin bir parçaya da bölünseler, her türden burjuvalar ve onların siyasi temsilcileri, eğilim olarak üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti savunmak ve bu anlamda da tutucu, gerici ve bağnaz olmak zorundadırlar.
İkincisi, “sol”da görünenlerin bir kısmı aslında burjuva sınıfına mensup küçük burjuvalardan veya onların siyasi temsilcilerinden başkaları değillerdir. Onlar, emperyalist kapitalist sistemin geldiği noktadan rahatsızdırlar (İşte onların “sol” karakterinin esas kaynağı budur). Onlar, tüm ekonominin tekelci burjuvaların eline geçmesinden son derece rahatsızdırlar ve buna karşı mücadele ederler. Bu mücadelenin sınırı (proletarya sınıfı hakim sınıf haline gelmediği sürece) üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet yasasına kadardır, onun ötesine geçemezler, en “ilericileri” bile o sınıra gelip dayandıklarında gericileşirler… (Marks ve Engels işçi sınıfı karşısında tüm diğer sınıfların gerici olduğundan bahsederler. Onlar, küçük burjuvazinin sosyalist olduğunu iddia ettikleri oranda gerici olduklarına söz ederler.)
Üçüncüsü, tarihin belirli “kavşaklarında” sınıflar arası ilişkilerde büyük değişiklikler ortaya çıkar. İşte bu değişikliklerden biri de, küçük burjuvazinin proletarya saflarına, sosyalizm saflarına (en azından müttefik anlamında) iltihak ettiği anlardır. O, yani küçük burjuva, artık burjuvaziden umudunu yitirmiş ve gelişmekte, her geçen gün güç ve mevzi kazanmakta olan proletaryaya, sosyalizme olan güveni artmış ve oluşacak “yeni düzende” kendine bir yer edinme derdine düşmüştür. Yani, küçük burjuvazinin sosyalizme sempatisi ancak ve ancak proletaryanın güçlenmesi ile mümkün olabilir…
İşte, tüm bu gerçekler ışığında baktığımızda, biz “sol” ve “sağ”dan değil, devrimci ve karşı devrimci sınıf ve tabakalardan söz etmeyi daha doğru buluruz. Ve, tabi ki “birlik meselesini” de bu çerçevede ele alırız.
Sonuç: “sol” devrimci ve karşı devrimci siyasetlerden oluştuğu için “birlik” olunması mümkün değildir.
Halbuki, “sağ” ise önemli, hatta belirleyici anlamda ortak bir hedefe sahiptir; üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin korunması… Bu, onların kolayca “birlik” olmalarının esas nedenidir.
CTP, TDP gibi partilerin özellikle hükümet olmalarıyla birlikte, veya Talat ve Akıncı gibilerin cumhurbaşkanı olur olmaz “değişmelerinin” “gericileşmelerinin” esas nedeni bu sınıfın bu gerici karakterinden dolayıdır…
Peki ama, bu sınıfla iş ve güç birliği de mi oluşturulamaz?
Bizim, Kıbrıs Sosyalist Partisi olarak sürekli ortaya koyduğumuz Anti-emperyalist Birleşik Cephe Hükümeti Programı tam da bu amaç için oluşturulmuş bir programdır.
Bu program emperyalizme karşı mücadeleyi ve adamızın bağımsızlaştırılmasını hedefler ve 8 maddeden ibarettir:
1- Kıbrıs’ta tüm yabancı güçlerin Kıbrıs üzerinde mevcut tüm hak ve iddialarının reddi. (Yabancı ülkelerin tüm garantörlük haklarının, askeri üs ve birlik bulundurma haklarının ve tüm özel ekonomik ve siyasi haklarının reddi.) 2- Kıbrıs üzerinde hak iddia eden emperyalist güçlerle işbirliği yapıp Kıbrıs’ın Rum ve Türk işçi ve halkına ihanet eden tüm büyük burjuvaların mallarının karşılıksız olarak devletleştirilmesi. 3- Kilise ve Vakıf dahil, büyük toprak sahiplerinin topraklarının ve bu topraklar üzerindeki ev vb. taşınmazların karşılıksız olarak devletleştirilmesi ve boşaltılacak olan İngiliz, Türk ve Yunan askeri üs alanlarının ve bunlar üzerindeki taşınmazların, halen yoksul olan eski sahiplerine öncelikli olarak dağıtılarak mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması, tüm bu toprak ve taşınmazların zorunlu göçler ve katliamlar nedeniyle mülksüzleştirilmiş her milliyetten Kıbrıs halkının tüm kesimlerinin ve topraksız köylülerin ve evsiz işçi ve memurların kullanımına sunulması. 4- Her iki milliyetten Kıbrıs halkının ulusal haklarının güvence altına alınması. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler ve diğer azınlıklar arasında milli ve dini düşmanlığı körükleyen tüm örgüt ve faaliyetlerin yasaklanması. 5- Anti-emperyalist Birleşik Cephe hükümetini iktidara getiren ve bu iktidarı koruyan esas güç olarak işçi ve emekçi kesimlerin yaşam şartlarının iyileştirilmesi için gerekli tüm tedbirlerin alınması. 6- Kıbrıs işçi sınıfı saflarında milli-dini ayrılıklara dayalı örgütler kurulmasının, işçi sınıfının örgütlerinin milli-dini temellerde bölünmesinin yasaklanması. 7- Bu programın zaferi için çalışan tüm yabancı ve kaçak işçilerin zaferden sonra oluşturulacak yeni Kıbrıs’ta vatandaş olma hakkının verilmesi. 8- Bu programa uygun olarak yerleşim, dolaşım ve mülkiyet özgürlüğünün sağlanması. (KSP AEBCH Programı) |
Biz bu programı tüm “sol” parti ve guruplara iş ve güç birliği zemini olarak defalarca sunduk. Önceleri duymazdan, bilmezden geldiler. Sonraları, bu programın KSP’nin programı olduğunu, “asgari müştereklerde” buluşmamız gerektiğini söyleyerek bize emperyalizmin ada üzerindeki hakimiyetinin devamını sağlayacak programlar önerdiler…
BM şemsiyesi altında, iki “toplum liderinin” ve aslında ABD, AB ve 3 garantör ülkenin (Türkiye, Yunanistan ve Britanya) müzakereleriyle Kıbrıs sorununun çözüleceğini hayal eden bu küçük burjuva dostlarımız bu “olmayacak duaya” bizim de “amin” çekmemizi istiyorlar. Yani, bizi de emperyalizmin yedeği yapmaya çalışıyorlar…
KSP bugüne dek emperyalizme yedeklenme baskısına direnmiş ve önemli “badireler” atlatmıştır.
Gerek parti kadroları arasından, gerekse diğer örgüt ve partilerden gelen bu saldırılara, partinin Marksizm-Leninizme sadık kadroları tarafından göğüs gerilmiş ve her defasında partinin ideolojik duruşu korunmuştur.
Ama, Marksizm-Leninizmin düşmanları, burjuva yolcular, her defasında KSP siyasetiyle “hiçbir ideolojik ayrılıkları” olmadığı demagojisiyle saldırdılar partiye; “teorinin pratiğe aktarılması noktasında” olduğunu iddia ederek…
Sadi Kazafanalı dostumuzun üstte değindiğimiz sosyal medya paylaşımının altına bir dizi yorumlar yapılmıştı. Biz bu yorumlardan sadece birine değinmek istiyoruz. Bu yorum, KSP’nin eski Genel Sekreterlerinden, şimdiki DKB sözcüsü Yusuf Alkım’a aittir.
Yusuf Alkım’ın cevabının tamını okumak isteyenler Sadi Kazafana’nın 27 Haziran tarihli Facebook yazısına yapılan yorumlara bakabilirler. Biz buraya, daha çok değinmek istediğimiz konularla ilgili kısımları aktaracağız.
2. “Sol”un Bölünmüşlüğünün Temel Nedenleri Nelerdir?
Yusuf Alkım, yanıtında Sadi Kazafanalı’nın sorusunun doğru olmadığını ve şöyle olması gerektiğini vurgulamıştır: ““Sol” bir bütün müdür? Değilse ayrım neye göre yapılmalıdır?”
Yusuf Alkım “sol”un bir bütün olmadığının farkındadır. “Sol”u oluşturan güçler arasında “birlik” oluşturmanın mümkün olmadığının da farkındadır. Öyleyse, “ayrım neye göre yapılmalıdır?” diye soruyor ta baştan.
İşte Yusuf Alkım’ın yanıtı; “Bence “sol” derken, yani genel anlamı ile kurulu sömürü düzenine muhalefet eden yapıları/siyasetleri ele alırken temel ayrım yürütülen muhalefetin mücadele biçiminden kaynaklıdır.”
Evet, “temel ayrım yürütülen muhalefetin mücadele biçiminden kaynaklıdır.” diyor Yusuf Alkım.
“temel ayrım” ve “kaynaklıdır” kelimeleri kullanılmasa üstünde fazla durmamız gerekmeyecekti. O zaman, bunlar üzerinde duralım biraz.
“temel ayrım” ne demektir? Bir sürü “ayrım” noktası var, ama bir tanesi “temel”dir. Yani esastır, belirleyicidir.
Ve, bu esas/belirleyici olan “ayrım” ne “kaynaklı”ymış, yani nerden kaynaklanıyormuş? “yürütülen muhalefetin mücadele biçiminden”
Yani, CTP ile DKB arasındaki “temel ayrım”ın(farkın) kaynağı, yürüttükleri mücadelenin “biçimi”dir.
İyi de, “biçim” biçimdir ve böyle bakıldığında, CTP ile DKB arasındaki “temel ayrılık” da “biçim”den ibaret olmuyor mu? Öze dair değil yani, biçim…
Neyse, daha fazla ileri gitmeyelim de, Yusuf Alkım bizi CTP ile DKB’yi aynileştirmekle itham edecek. Ama, aslında kendinin yaptığı tam da budur, ister bilerek, isterse bilmeyerek…
O, sadece CTP ile değil, kendi sözleriyle, “ Kendi ülkemizden hareket edersek, AKEL, CTP (ben CTP’yi diğerlerinden ayırmam, çünkü bu temelden bakıldığında pek bir farkları olmadığı görülebilir) TDP, BKP, YKP, Bağımsızlık Yolu ve de Sol (Sol Hareket kastediliyor-MO)…” diyerek, aslında hepsiyle de aralarındaki “temel ayrım”ın “biçim”den ibaret olduğunu söylüyor. Doğru söze ne denir!!!
Ama, Yusuf Alkım aynı durumun KSP açısından da geçerli olduğunu iddia ediyor. O, “sol”u “iki kanat”a ayırıp, (ki buna genel anlamda hiçbir itirazımız yoktur. Biz de yukarıda “sol”u ikiye ayırmış ve devrimci çizgi ve karşı-devrimci çizgilerden söz etmiştik) CTP, TDP, YKP, BKP, Bağımsızlık Yolu ve Sol Hareket’i birinci kanata, DKB ile KSP’yi de ikinci kanata sokmuştur. Ama biz, gerek birinci kanat parti ve örgütleriyle, gerekse ikinci kanat içinde gördüğü DKB ile aramızdaki temel farklılığın şekle değil, öze dair olduğunu düşünüyoruz. Yani, CTP ve diğerleri ile KSP arasındaki temel farklılık “öze” dair bir farklılıktır, KSP’nin proletaryanın, CTP ve diğerlerinin son tahlilde burjuvazinin siyasal temsilcileri olduğuna inanıyoruz. DKB, CTP ve diğerleriyle arasındaki farkın “şekilsel” olduğunu kabullenme özgürlüğüne sahiptir tabi ki, ama KSP de, sadece CTP ve diğerleri ile değil, aynı zamanda da DKB ile aralarındaki farkın “şekilsel” değil, “öze” dair olduğunu iddia etme ve tabi ki kanıtlama özgürlüğüne sahiptir.
Bakın ne iddia ediyor Yusuf Alkım:
“Ilk kanadın dışında kalan ikinci kanadın ülkemizdeki temsilcileri ise DKB ve KSP’dir. Bu kanat mücadeleyi devrimci bir biçimde ele almakta ve buna uygun devrimci programlar ortaya koymaya çalışmaktadır. Temel sorunların çözümünün köklü devrimci dönüşümlerle mümkün olduğunu, bunun için devrimci bir örgütlenme ve ciddi bir mücadele sürecinin gerekliliğinden hareket etmektedirler.”
Buna sevinelim mi, üzülelim mi bilemedik?Yusuf Alkım KSP için “mücadeleyi devrimci bir biçimde ele almakta ve buna uygun devrimci programlar ortaya koymaya çalışmaktadır.” diyor.
Halbuki, Aynı Yusuf Alkım ekibiyle birlikte KSP’den istifa ederken bakın nasıl sözler sarf etmişti: “KSP, Kıbrıs ve dünya devrimci hareketine 9 yıla yakın bir süredir yaptığı teorik ve pratik katkıyla her zaman anılacak olmasına rağmen miadını doldurmuştur. Bizler, partinin krizden çıkması, yeniden inşa edilmesi, kitlelerle artık bağ kurması için elimizden geleni yapmış olmanın rahatlığı içindeyiz. Artık kaosa boğulmuş, erimiş ve sorunları aşmak için mücadele edenlere karşı her türlü iğrençliğin sergilendiği, kendi kendini yiyen bir örgütte debelenmektense, oluşturacağımız yeni devrimci araçlarla yolumuza devam edeceğiz.” (Yusuf Alkım ve ekibinin KSP’den istifa mektubundan, 15 Ağustos 2011)
Evet, bir yanda “miadını doldurmuş” bir KSP, “Artık kaosa boğulmuş, erimiş ve sorunları aşmak için mücadele edenlere karşı her türlü iğrençliğin sergilendiği, kendi kendini yiyen bir örgüt…” diğer yanda ““İlk kanadın dışında kalan ikinci kanadın ülkemizdeki temsilcileri ise DKB ve KSP’dir. Bu kanat mücadeleyi devrimci bir biçimde ele almakta ve buna uygun devrimci programlar ortaya koymaya çalışmaktadır. Temel sorunların çözümünün köklü devrimci dönüşümlerle mümkün olduğunu, bunun için devrimci bir örgütlenme ve ciddi bir mücadele sürecinin gerekliliğinden hareket etmektedirler.” Hangisi doğru? Buna Yusuf Alkım karar versin… Biz, Yusuf Alkım ile aynı düşünmediğimiz başka bir noktaya, “sol”da “birlik” sorununa geri dönmek istiyoruz.
Yusuf Alkım diyor ki,“İkinci kanat acısından ise bir araya gelmenin önündeki en önemli ayrım teorinin pratiğe aktarılması noktasındadır bence.”
“İkinci kanat” dediğinin KSP ve DKB olduğunu biliyoruz. Yani, KSP ve DKB “acısından ise bir araya gelmenin önündeki en önemli ayrım teorinin pratiğe aktarılması noktasındadır bence.” diyor Yusuf Alkım.
Yusuf Alkım aynı yaklaşımı, kendi deyimiyle “birinci kanat” ile “ikinci kanat” arasındaki temel ayrım konusunda da sergilemişti. Ona göre, bu iki kanat arasında (CTP ve diğerleri ile DKB ve KSP arasında) ve ikinci kanatın mensubu KSP ve DKB arasında da ayrım “ideolojik” değil, “uygulamaya dönük” bir ayrımdır. Yani; “öze” dair değil, “şekle” dair bir ayrım…
İşte, KSP ile Yusuf Alkım ve temsil ettiği DKB arasındaki en önemli ayrım noktalarından biri budur; KSP, meseleleri sınıfsal konumlar (mülkiyet ve üretim ilişkileri), bu konumların dayattığı ideolojik konumlanışlar (ideolojik ve siyasal programlar-siyasal çizgi) ve tüm bunların dayattığı bir pratik ilişkisi ile algılar ve açıklar. Yusuf Alkım ve DKB ise, sınıfların varlığını (ilişki ve çelişkilerini) hesaba katmadan devrim stratejisi geliştirecek kadar “devrimci”, komünistlerle burjuvalar arasındaki “temel ayrılıkları” “yürütülen muhalefetin mücadele biçiminden” kaynaklı görebilecek kadar burjuva bir ideolojik temele sahiptir.