Bu makale ilk kez 22 Mart tarihinde Avrupa Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Varlık dergisi 1956’da bir roman ödülü koymuştu. Bela bir jüri vardı. Yakup Kadri, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Selahattin Batu’dan oluşan dokuz kişilik bir jüriydi. İki kişi onun romanını tercih etmemişti. Muhtar Körükçü tercihini Kemal Tahir’den yana yapmış, bir hikâyeci ve hakim Bekir Sıtkı Kunt ise Orhan Hançerlioğlu’nun romanını tercih etmiş, geriye kalan yedi belalılar ise onu tercih etmişti. Bir sabah bir bakmıştı ki, dokuz belalılar Varlık ödülünü, ilk romanı olan İnce Memed’e vermişti. İlk ödülüydü. Tam bin lira vermişlerdi. Olacak iş değildi. Çok büyük paraydı.
*
Dünyanın en büyük çiftliğinde yedi gün diye, Gazeteciler Cemiyeti’nin ödülünü almıştı. İkinci ödülüydü. Beş yüz lira vermişlerdi. Gidip, kendine Longines marka saat almıştı.
*
Oysa ilk şiirle başlamıştı. Sekiz yaşında Çukurova’da meşhurdu. Halk şairleriyle çakışıyordu. Şimdilerle atışma deniyor. Maraş, Yapboz köyünden Âşık Râmi gelmişti. O gün sabaha kadar çakışmışlardı. Sabah çakışma bitince, Yaşar Kemal’e sazını vermiş, bitirince ilk okulu yanıma gel, sen bir Karacaoğlan bile olursun, Anadolu’yu köy köy dolaşır, sen destanlar anlatırsın, türküler söylersin, ben de anlatırım, bütün Anadolu’yu dolaşırız demişti.
*
İlk okulu bitirince acaba Toros dağlarındaki yapboz köyüne mi gitsem, yoksa kasabaya orta okul okumaya mı gitsem diye kendisiyle çatışıyordu. Babası çok zengin bir adamdı aslında. Babası ve üç arkadaşı ortaya bir para koymuş, liseyi bitirinceye kadar yatılı kalabileceği bir paraydı. Yaşar Kemal bunu kabul etmemişti. Dağa kaçmıştı. Bir ilk okul hocası vardı. İyi bir şairdi. İşte o hocası Abdullah Zeki Çukurova, ben onu bulurum demişti.
*
İşte Yaşar Kemal, on yaşında dağlarda tek başına, tam doksan kilometre yürüyerek Ceyhan’ın Mustafa Beyli köyüne gelmişti.
İşte o yılları, dağlardaki yalnız Yaşar’ın iç dünyasına, on yedi yaşında yalnızlık şiirinin yazacaktı.
Yalnızlık
Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdesin. Su olsan kimse içmez,
Yol olsan kimse geçmez,
Elin adamı ne anlar senden?
Çıkarsın bir dağ başına,
Bir ağaç bulursun Tellersin pullarsın Gelin eğlersin,
Bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün, Köpürmüş gelen bulutları.
Başka ne gelir elden?
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde şu dünyanın ıssızlığı.
Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı!
*
Mustafa Beyli köyünde Battal emminin yanına gelmişti. Battal emmi çekmiş sazını, Yaşar Kemal o gece sabaha kadar ne kendisi uyumuş ne de, kimseleri uyutmuştu. Sabah olmuş, Battal emmi trene bin demiş, Yaşar Kemal binmem demişti. Kaderinde de, içsel sezgilerinde de inatçıydı. Zaten cebinde beş lirası vardı. Nasıl binecekti ki trene?
*
On yaşında tam kırk sekiz kilometre yürüyerek Adana’ya yeni istasyona gelmişti. On yaşında ilk kez elektrik görüyordu. O elektrik “tepeme bir kurşun gibi düştü o elektrik”, diyecekti. Sonra Seyhan kenarında yürümüştü. Bitirim çocuk diye bir film görmüştü. Hayatında hiç sinemaya gitmemişti. İki buçuk kuruş verip hemen sinemaya gitmişti.
*
Gidip şehrin dışında bir yerde uyuyacak, hiçbir yer bilmiyordu. Yıllarca Hindistan’da kalmış illüzyonist Tevfik amca vardı, aile dostlarıydı, aşiret hanında kalıyordu, aşiret hanına onun yanına gitmiş, yazın beş kuruşa hasırlar üzerinde yatıyordu. Yardım etmek isteyen kim varsa ben dilenci değilim okumaya geldim diyordu. Babası tanınan bir insandı. Babasının bir dostu Arslan bey, “gel buraya Allah’ın belası” diyerek Yaşar Kemal’in kolundan tuttuğu gibi onu Belçika fabrikasına çalışmaya götürmüştü. Çocuklar birlikte fabrikada çalışıyor, fabrikada bir odada yatıyor, sabah okula gidiyor, beşte okuldan gelip on bire kadar fabrikada çalışıyor, on ikiye kadar derslerine çalışıp hemen uyuyordu. Çünkü ertesi sabah yine okul vardı.
*
Kulübeler diye bir hikâye yazmış, meşhur romancı Reşat Enis’e yazı işleri müdürü olduğu Bugün gazetesine göndermiş fakat kulübeler yayımlanmamıştı. Sonra hikâye yazmayı yine bırakmış, şiirler yazıyordu.
*
Derken asker olmuş, Mehmet Ali Aybar ile tanışmış, Talas’da ordunun el koyduğu Amerikan hastanesine gönderilmiş, iş yoktu güç yoktu askerliğinde. İşte o boşlukta hikâye inadından vazgeçmemiş, bir hikâye yazıp Abidin Dino’ya göndermiş, sonra Demir Çarık diye bir roman yazmış, onu temize çekip göndermek istemişti. Ondan sonra külüstür diye yarım bir roman yazmış, kızamık diye yüz sayfalık bir hikâye yazmış, ölmeden hâlâ belki yazacağım onu diyordu.
*
Teskeresini almış, bütün yazdıklarını eve götürmüştü. Eve gelir gelmez Komünist yine gelmiş diye eve jandarma gelmiş, evi arayıp taramış, bütün yazdıklarını alıp götürmüşlerdi. Geri verecekler zannediyordu Yaşar Kemal. Yazdıklarının arasında öyle bir şey daha vardı ki, teskere alıp geldiğinde Ahmet Doğan isminde bir adam ona arzuhal yazdırmaya gelmişti. Korkunç bir hikâyesi vardı. Adamı alıp on beş gün eve kapatmış, adam anlatıyor Yaşar Kemal yazıyor daktiloda tam beş yüz sayfa yazmıştı. Abidin Dino’ya bu hikâyeyi okuyup, roman yapacağım bunu dediğinde. Abidin Dino bu roman olmuş zaten, bundan iyisini Tolstoy bile yazamaz demişti. İşte bütün bu yazdıklarını o gün jandarma evinden aldıktan sonra, bir gün jandarmalar ısınmak için, Yaşar Kemal’in o güne kadar yazdığı henüz yayımlanmamış eserlerini sobada yakmıştı.
*
Yaşar Kemal hapishaneye girmiş, hapishane sonrası Orhan Kemal ile ilk tanışmaları, sonrası, hayatının en saklı, duyulmamış anıları Cumartesi günü yine Avrupa gazetesinde.