Avukatlar, sosyal medyada, kadına yönelik şiddete ses çıkarılması için örgütleniyor. Şu ana kadar 200 civarında avukatın imzaladığı metinle, 8 maddelik talepler de dile getirildi.
Açıklamada, metnin imzaya açık olduğu ve destek vermek isteyen herkesin sosyal medya hesabı üzerinden kopyalayıp, listeye kendi ismini yazıp paylaşabileceği belirtildi.
İmzalanan metin şöyle:
Meslek icra ederken, birçok şiddet olayını yakından takip ediyoruz. Bu tip fiiller, sanıldığının aksine sadece ceza davalarında değil, özellikle aile davaları başta olmak üzere pek çok meselede ortaya çıkıyor. Uzun yıllar görmezden gelinen ve toplumun geleneksel algıları çerçevesinde halı altına süpürülen ev içi şiddet vakaları, özverili çabalar, ses çıkaran kadınlar sayesinde artık ev dışına taşıyor. Elbette ev içi şiddet sadece fiziksel değildir, ekonomik, cinsel, ısrarlı takip ve psikolojik boyutu da vardır. Fiziksel şiddet öncesinde, kadınları baskılamak ve sindirmek için diğer şiddet türleri sıklıkla uygulanmaktadır. Özellikle cinsel şiddet, eşler arasında sıklıkla görülmektedir. Tüm şiddet biçimleri sanılanın aksine sosyo-ekonomik açıdan farklılık tanımamakta, her kesimden kadını etkilemektedir. Aynı şekilde şiddet uygulayıcıları arasında da farklılık yoktur. Ayrıca mağduru da sadece kadın değildir. Özellikle çocuklar da çeşitli şekillerde istismar edilip şiddetin mağduru oluyor. Kol kırılır yen içinde kalır, iki kişinin arasındaki özel meseleye karışmak ya da “aile içindeki düzene” müdahale etmek doğru değildir gibi anlayışlar, yerini yavaş yavaş “her ne sebeple gerçekleşirse gerçekleşsin şiddet şiddettir, cezalandırılmalıdır” sözüne bırakıyor. Aşağıda da değinileceği gibi yasal düzenlemeler de ev içi şiddet mağdurlarını daha çok destekliyor.
Tabi ki bu ilerleme, çok kolay ve hızlıca gerçekleşmedi. Tüm dünyada olduğu gibi, Kıbrıs’ın kuzeyinde de yazılı yasalarda mevcut görünen eşitlik toplumun her bir cinsiyete biçtiği ataerkil “ödevler” işin içine girdiğinde; toplum dilinde ve çarkların işleyişinde yerini eşitsizliğe bırakıyordu. Bundan 10 yıl önce, bu ülkede ev içi ve kadına/çocuğa yönelik şiddet var dediğimizde, söylediklerimiz pek bir anlam ifade etmezdi. Çünkü bahsettiğimiz her olay, dört duvar arasında yaşanmakta, devlet konuya dair veri toplamamakta ve gereken yasal – kurumsal ilerleme olmadığından ötürü bir şekilde kapatılmaktaydı. 1/98 Aile Yasası’nın hazırlanışı esnasında devrim niteliğinde bir ilerleme sağlanmış, koruma emrine dair yasal düzenleme gerçekleştirilmişti Fakat bunun uygulanmasına dair gereken ek düzenlemeler ertelenmişti. Pek çok kadın bu hakkın dahi bilincinde değildi. Ama şiddete maruz kaldıklarında direnmelerine yardımcı olacak bir sığınma evi bile olmaması, seslerini çıkarıp mahkemeye başvurmalarının önüne geçiyordu. Çünkü onları koruyacak bir mekanizma kurulmamıştı.
2011 yılına gelindiğinde Meclis, Avrupa Konseyi’nin “İstanbul Sözleşmesi”ni onaylayıp, iç hukukunun bir parçası yaparak, sözleşmeye yasa gücü verdi. Fakat bu sözleşmenin tamamı yerine getirilmedi. 2018 yılında Polis Teşkilatı içerisinde kurulan “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Şubesi” bu sorumluluklardan biriydi. 7 yıl gecikmeli olarak faaliyete geçen birim, sorunun ne denli büyük olduğunu kanıtladı. Böylece veriler toplanmaya ve ev içi şiddetin ne boyutta olduğunu bize göstermeye başladı. Fakat bu yeterli değildir. Çünkü kadına yönelik şiddet fiillerinin ceza yasasında, farklı ve nitelikli bir suç olarak düzenlenmesi, özel bir yasa ile de önleme ve koruma mekanizmalarının yasallaşması gerekmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin üzerinde durduğu en önemli noktalardan biri, fiilin oluşmasından önce engellenmesidir. Maalesef devlet, yıllardır bu konuda hiçbir adım atmamış, suçun oluşmasının ardından yürütülecek yargılama süreci ile yetinmiştir. Halbuki suç oluşmadan önce yapılması gerekenler hayati bir öneme sahiptir.
Birkaç noktada yaşanan yasal ilerlemeler, toplum algısını bir yönde değiştirmiş olsa da, kurumsal algı hâlâ varlığını korumaktadır. Meslektaşımız Sinem Ç.’nin yaşadığı şiddet olayı çerçevesinde değerlendirme yapıldığında, bu açıkça ortaya çıkmaktadır. Olay mahkemeye intikal ettiği için, içeriğine ilişkin yorum yapmamız mümkün değil. Lakin üç husus bunun dışındadır. Birincisi, iki taraf arasında yaşanan bu gibi durumlarda, karşı şikayet çok bilindik bir yöntemdir. İki taraf da birbirine yönelik şikayetlerini çekerse, mahkeme huzurunda konu farklı bir şekilde değerlendirilebilir. Bu alışkanlık, belli ki kadına yönelik şiddet meselelerine de sıçramıştır. İkincisi gözaltına alındıktan sonra mahkemeye teminat maksatları bakımından çıkarılan şahısların, kelepçeli olarak bekletilmesidir. Kaçmalarını engellemek maksadı ile kullanılan bu yöntem insan hakları ile bağdaşmamaktadır. Buna rağmen Sinem Ç.’nin kelepçeli getirilip, Tarık A.’nın kelepçesiz getirilmesinin manasını Polis Teşkilatının açıklaması gerekmektedir. Son nokta, basında çıkan haberlerde kullanılan fotoğraflar ve dil açısından sorun vardır. Haber içeriklerine ilişkin değerlendirme yapıldığında, istisnalar dışında konu şiddetin bir meşru sebebi olabilirmiş gibi bir algı yaratırken, kadına yönelik şiddeti bir kavga meselesine indirgemektedir. Diğer yönden şiddetin çıplak bir şekilde resmedilmesi de çifte mağduriyete sebep vermektedir.
Kadına yönelik şiddet vakalarına ilkesel yaklaşmak gerektiği yönündeki tavrımızın herkes için geçerli olduğunu, bu sebeple kadına yönelik şiddetle ilgili aleyhine ceza davası getirilen meslektaşımızın davasını buradakine benzer hassasiyetle takip etmekte olduğumuzu da bu vesile ile bildiririz.
Şiddete maruz kalan her kadına buradan da çağrı yaparak, yaşadıklarının kendi suçları olmadığını, ALO 183 ve Alo 155 numaralarından polis ve sosyal hizmetlere ulaşabileceklerini hatırlatmak istiyoruz.
Taleplerimiz
1- 2014 yılında yasası geçen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’nin, kuruluş yasasında yer alan tüm görevleri yerine getirmek için tam zamanlı çalıştırılması.
2- K. T. Barolar Birliği ve KAYAD ortalığında yürütülen proje kapsamında hazırlanan, Ev içi ve kadına yönelik şiddete dair özel yasa taslağının gözden geçirilip, tüm paydaşların katılımı ile Meclis komitesinde gündeme alınması.
3- Fasıl 154 Ceza Yasası’nda suçun ayrıca ve ağır bir şekilde düzenlemesi.
4- Kadına yönelik şiddetle mücadelede en önemli araç olan toplumsal cinsiyet eşitliği algısının sağlanması adına gereken eğitim müfredatının hazırlanması.
5- 2011 yılında yasalaşan İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde, devletin üstlendiği sığınma evi kurma, kadınların toplum içinde güçlendirilmesi ve haklarının bilincinde olmaları için gereken önleyici programların derhal hayata geçirilmesi.
6- Polis Teşkilatı içerisinde sadece Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Şubesi çalışanlarına değil, özellikle Adli Şube polislerine yönelik kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair eğitim verilmesi.
7- Adli yardıma ilişkin Aile Yasası’ndaki kısıtlı düzenlemenin geliştirilip, geniş çaplı bir adli yardım sisteminin kurulması.
8- Mahkeme haberlerini servis eden gazetelerin, basın örgütleri tarafından şiddet olaylarını haberleştirme konusunda eğitime tabi tutulması.