Bazen çok basittir ifade etmek istediklerimiz, ama bir şekilde bunu başaramayız ve işleri karmaşık bir hale getirip, karşı tarafa ya farklı şekillerde davranmaya başlar veya zamanla sessizleşmeyi öğreniriz. Kendi ihtiyaçlarımızı, düşüncelerimizi ifade etmek çok basit duyulsa da, pratik de bir şekilde bu durum çoğumuz için böyle olmuyor ve genelde kendimizi ifade etmekten vazgeçerken bulabiliyoruz. Bunun sebebi genelde bilinçaltımızda varolan korkularımızdır. Kendimizi açık bir şekilde ifade ettiğimizde veya ihtiyaçlarımızı açıklıkla ortaya koyduğumuzda genelde bu hislerimizn farkında olmasak da başımıza kötü şeylerin geleceği hissine kapılır ve bu durumu riskli bir seçenek olarak değerlendirmeye başlarız. Bu hislerin bizde yarattığı etki de bizi ifade etmeme alışkanlıklarımızı güçlendirmeye doğru iter. Mesela onaylanmama, beğenilmeme, sevilmeme korkusu hatta dışlanma ve içgüdüsel olarak hissettiğimiz bir gruba ait olmanın önemi genelde bizi susturmaya yetecek kadar güçlü birer duygu olarak kendilerini hissettirirler.
Sevilmeme ve kabul görmeme korkusunun bünyemizde kapladığı yer bazen o kadar büyük olabiliyor ki, bu korkular hayatımızın bir çok alanında bu duygulara hapsolmuş yaşamamıza sebep olabiliyor. Kısa vadede ifademizi kapatmak pek bir soruna yol açmaz gibi görünmesine rağmen uzun vadede, hem kişiye hem etrafındakilere büyük zarar verecek bir potansiyel taşıyor. Nasıl mı? Kişi kendi fikirlerini, ihtiyaçlarını baskılmayı öğrendikçe kendisini terk etmeye başlar. Sevilmek, onaylanmak ve kabullenmek uğruna kendisinden vazgeçmesi ve kendisini baskılaması, içerisinde adım adım büyük bir sıkışıklığa ve yalnızlık duygusunu beraberinde getirir. Bununla birlikte içeride biriktirilen öfke ve sinir de yavaş yavaş durumu daha da karmaşık bir hale getirir. Bu sessizlik zamanla maalesef bir hastalık olarak bile kişinin bedeninde kendisini gösterecek duruma gelebiliyor; ya da bazen, aniden beklenmedik anlarda gelen sinir krizleri, öfke patlamaları, davranış bozuklukları olarak da kişinin hayatında vuku bulabiliyor.
Burada üzücü olan, aslında bir çoğumuzun düşündüğünün aksine kendimizi olduğumuz gibi ifade etmek hayatımızda büyük acılara sebep olmazken, tam tersine ifade etmememiz büyük acılara sebep olabiliyor. Kişinin kendisine olan saygısını, sevgisini zamanla kaybetmesi ve etrafındakilerinin de zamanla o kişiye duyduğu saygıyı kaybetme olasılığının kişilerin hayatına getirdiği mutsuzluk boyutu da derin olabiliyor. Bir şekilde bunun farkına varmalıyız ve eğer hayatımızda sessizleşmeyi ve kendi ifademizi baskılmayı öğrendiğimiz durumlar varsa farkındalığımızı artırmakla birlikte öncelikle hissedilen korkuyu kabullenerek ve bu korkularımıza şefkatle yaklaşmayı öğrenerek işe başlamalıyız. Daha sonra hazır olduğumuz kadarıyla küçük adımlar atmalıyız. Her attığımız küçük bir adım kendimize olan sevgimizi ve saygımızı pekiştirerek güçlendirecek ve zamanla hayat içerisinde kendimiz çok daha güçlü hissediyor olmamıza sebep olacaktır. Bu güçlü hissetme halimiz de hayatımızın bir çok alanını pozitif etkilemeye başlayacaktır. Kendimizi sağlıklı bir şekilde ifade etmek adına attığımız her adım, kendimizi olduğumuz gibi kabullenme ve her koşulda kendimize ‘Ben’ olma hakkı vermeye atılan minik adımlardırlar.