İktidar olmanın iki ana boyutunun olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi sembolik olan tarafıdır. Bu tarafta duygusal anlamda taraftarı olunan siyasi partinin güç gösterisi yapılır. Sembolizmin başarılı bir biçimde devamlılığı ise seçmen kitlesinin yararına yapacağı dönüşüm, icraat ile ilişkilidir. Yapılan icraatların geniş kitleleri etkilemesi ise iktidar olmanın ikinci boyutudur.
Bu bağlamda, yürütme erkinin sorumluluğu ile birlikte ele alındığında, düğün cenaze ziyaretleri ile ikame edilen icraat kabiliyeti ciddi bir politik ajandanın temelidir.
İcraatin içeriği ise ideolojik yaklaşımları temsil eder. Bu bağlamda, iktidara aday olmayan ancak seçilmiş bir alanda siyaset yapmak isteyen kesimlerin, icraat ajandasına sahip olması ve en azından farklı ne yapılabilirdi sorusunu cevaplayabilmesi gerekir.
İcraatları gerçekleştirmek için ise kaynak gereklidir. Kaynak icraat kapasitesinin doğal sınırını temsil eder. Kamunun yapacağı icraatların, özel sektörün yapacağı yatırımlarla birlikte ele alınması bu açıdan önemlidir. Ancak, her durumda idarenin oy vermek kaydı ile başa getirdiği, icraat yetkisiyle donanmış kamu görevlilerinin, gerçekleştirecekleri adımlar için ne kadar kaynaklarının olduğu icraat beklentisinin de karşılığını oluşturur.
Geçtiğimiz günlerde meclis bütçe görüşmeleri yapıldı. Bütçe görüşmelerinde 12 milyar 770 milyon TL tutarında bir bütçe kabul edildi.
Kabul edilen bütçeye yönelik iktidar vee muhalefet kanadından yapılan yorumlarda öne çıkan noktalar a) bütçenin açık vereceğinin kesin olması b) enflasyon ve döviz etkisi ile bütçenin iş yapmaya elverişli olmaması c) bütçenin %80’i aşkın bir bölümünün sadece kamu personel giderlerini kapsadığı ifade edilmiştir.
Bu durumda kamusal yatırım imkanı olmayan bütçenin icraat için alan tanımadığı hali hazırda deklere edilmiştir. Bu durumda, sembolik olarak güç gösterisi yaparak iktidara gelecek olan parti veya partilerin iktidarlarında icraat kapasitesinin sınırlı olacağı açıktır.
Dış kaynakların son 5 yıllık davranışına baktığımızda, TC üzerinden aktarılan kaynakların aslan payının güvenlik harcamalarına gittiği; geriye kalan kaynakların ise son derece sınırlı olduğu açıktır. Avrupa Birliği üzerinden sağlanan kaynakların ise çeşitli “hassasiyetler” nedeniyle ihtiyaç duyulan alanlara doğrudan etkin müdahaleler ile kullanılmadığı bilinmektedir.
Hal böyle olunca, adanın kuzeyinde maaş ödeme ile sınırlı bütçenin, sembolik yetkililerin ve icraat yapması mümkün olmayan yada dış kaynakların desteğini alma kaydı ile kısmi icraat yapma becerisine sahip olacak seçkinlerin düştüğü bu müşkül durumu demokrasi olarak ifade edebilir miyiz ? İçimiz rahat bir biçimde bu bir demokrasidir diyebilir, gelecek kuşaklara deneyimlediğimiz bu kendinee özgü demokrasi biçiminin devamlılığından yana olmaları konusunda cesaretlendirebilir miyiz?
Başka bir deyişle, yapacağımız parlamento seçimlerinin ve sonucunda oluşacak hükumetin, ideolojik sembolizmin dışında hayatı dönük etkisi olmayacaksa; sırf sembolleri seçerek, kamu kadrolarındaki ödenekleri meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramayan bir faaliyeti yüceltmeyi mantıklı bir biçimde sorgulamak gerekmez mi ? Yurttaş olarak ödediğimiz kamu kaynaklarının tüketiminden kimin sorumlu olduğunu seçtiğimiz gibi nasıl harcanması gerektiğine dönük de irade sergilememiz gerekmez mi ?
Pandemi süresince anormal koşullarda çalışan sağlık personelinin, ülke yarısının kapalı koşullarında ister tarlada yada fabrikada üreterek kimseye bağımlı olmadan yaşamaya çalışan yurttaşların faaliyetlerini görmezden gelen bu yönetişim ilişkisinin geleceğimizi belirlemek için adım atacak mecali yokken, periyodik olarak bir araya gelip apolitikleştirilmiş bir egzersizi politik bir eylem olarak ifade etmek taraftarlar için mental bir rahatlama (hüsran) yaratmasının dışında etkisi nedir?
Bu deneyimlediğimiz sosyal ekonomik ve politik modelin mahallemiz, kentimiz veya ülkemiz dönüştürücü potansiyeli yok denecek kadar az olduğu sabittir. Rakamlar da bu pozisyonu desteklemektedir. Kamu yatırımlarının, özeel yatırımlara olan oranı yıllardır %5 oranını geçmemiştir.
Bu açıdan baktığımzda ülke yarısında dönüşümü sağlayan alanlara baktığımızda, özel sermayenin yarattığı açılımlar üzerine şekillenen sosyal ve ekonomik faaliyetlerden ortaya çıktığı sonucu çıkmaktadır.
Başka bir deyişle, köşe başına bir kafe açıp sinerji yaratmayı başaran bir girişimci mekanı sayesinde yarattığı sosyokültürel dönüşüme katkı, meclis veya hükümet tarafından yapılamamaktadır.
Seçimleri ve sonuçlarını onca çaba ve kaynak ayırmak yerine, hayatımızı dönüştüren girişimlerin kararlarını denetlemek, söz söylemek ve bunun etkili geri dönüşler yaratması için çabalayan yurttaş inisiyatiflerinin oluşmasının sosyokültürel dönüşüm ve ülke yarısının geleceği hakkında çok daha büyük etkileri olacağı açıktır.
Ancak, seçim zamanı yaklaşınca bir akıl tutulması yaşanması bu toplumun normalidir. Yaşanılan pandemi ve ekonomik yıkım hala bir uyanışa neden olmadı. Hala aynı ezber ile yapısal durumu görmezden gelip seçim sonuçlarındaki yüzdelikleri kutsayıp geriye kalan zamanda da antikolonyal eleştirileri yapanlardan, sol literatürden bir iki isim bir kaç ifadeyi birleştirerek kurtuluş destanı yazanlara ve nihayetinde iki slogandan ileri gitmeyen politik parodiler ile akılda kalacak seçim dönemi yine başladı…
Kimin kazanacağını elbette seçime katılacak olanlar belirleyecektir, ancak, icraat yapma kabiliyeti olmayan bir bütçe ile seçim sonucunun belirleyeceği iktidar değil, 50 vekil 10 bakan, bir avuç da bürokratın istihdamını sağlayacak bürokratik bir onay makamı olacağı açıktır.