Seçimler yaklaşıyor ve adanın iki tarafındaki sol parti ve hareketler derin bir kriz deneyimliyor. Sınıf temelli siyaset ile ada insanının birbiri ile barışçıl ilişkiler kurarak geleceğini kurma iddasındaki geleneğin temsilcileri şimdi çok önemli bir kavşakta. Ancak bunun farkında olup olmadıkları büyük bir soru işareti.
Dahası, bu önemli kavşakta sorumluluk alma arzu ve isteklerinin önünde bazı amalar ve eğerler de var. Bu yüzden kuzeyde 2022 seçimleri, güneyde ise 2023 seçimleri konusunda kitleleri canlandırarak iradelerini sandığa taşıyacak güçlü mesajı bir türlü veremiyorlar.
Adanın kuzeyindeki siyasi iklime baktığımızda, göze çarpan en önemli konu sağın temsiliyetinin güçlenmiş olduğudur.
Üstelik bu kutuplaşmış bir siyasi sürecin ardına gelen, çok da hırpalanmamış bir siyasi kişinin etrafında şekilleniyor. Her ne kadar da, meşru olan en önemli makamı Ersin Tatar işgal ediyor olsa da, siyasi güç açısından UBP Genel Başkanı Faiz Sucuoğlu’nun, Ersin Tatar’ın çok daha önünde, önemli bir ağırlığı olduğu gerçeğini yadsımak zor.
Dahası, Sucuoğlu’nun Türkiye ile yaşadığı iddia edilen sorunları ve Ersan Saner’in video skandalı üzerinden rolü olduğu iddiası da, bu aşamada, üzerine yapışmış gibi görünmüyor. Bu, en azından UBP kitlesi gözünde Sucuoğlu’nun siyasi ağırlığının ciddiyetini ortaya seriyor. Temsili demokratik mekanizmaların çalıştırıldığı, meşruluğu tartışılmayan bir seçimi belirleyici bir oyla kazanmasının kayda değer bir politik sermaye sağladığını söyleyebiliriz.
İkinci göze çarpan önemli unsur ise, solun aciz durumu.
Sol, bir süreden beri ciddi bir kriz yaşıyor. Krizin ise üstünü örtmekten daha ileriye gidemiyor. Yaşanan kriz suçlama oyunlarından ibaretmiş gibi görünüyor ancak şahsi ve zümresel çıkarlar da bir o kadar belirleyici. Eğer, Afrika Gazetesine yapılan saldırıyı siyasi bir milad olarak kabul edersek, en azından mecliste temsiliyete sahip olan sol partilerin, ülke içinden veya dışından farketmeksizin gerçekleşecek itibarsızlaştırma kampanyalarına, seçim manipülasyonlarına, siyasi ve ekonomik müdahalelere karşı etkili bir irade sergileyemeceğine yönelik bir kanı oluşturmak için önemli olaylar yaşandı. Hepimizin bildiği tüm olayların öznesi olmasına rağmen, sanki de başkasına yapılmışçasına çekingen bir tavır takınılması solun kendi meşruluğunu derinden yaralamıştır. Görece birkaç duyarlı yurttaş ve örgüt bunlara karşı eylem düzenlenmiş olsa da bu eylemlerin hiçbiri politik bir süreç yaratamadı. Dahası, Bu Memleket Bizim Platformu’nun canlandırılmasının da yeni bir süreç yaratabilecek potansiyele sahip olmadığı son eylem ile ortaya çıktı. Bunlara bir de sol içi hırs ve hınç mücadelelerini de eklediğimizde, solun durumunun pek parlak olmadığı açıktır.
2001 yılında yaşanan derin ekonomik bunalıma karşı oluşan öfke ve huzursuzluğu örgütleyen sol, ekonomik kriz – annan planı ve annan referandumu süresince biriktirdiği politik sermayeyi 20 yıl içinde cömertçe harcamış durumda.
Şimdi yeni bir kriz, yeni bir politik kutuplaşma dönemine girerken, solun kurucu güç olması gerekirken sönük bir ifadeden ileriye gitmiyor. 2021 yılının sonuna yaklaşırken derinleşen ekonomik krizin bir çözüm penceresi olarak kurgulanmasına yönelik irade sergilenmediği sürece de solun yeni bir umudu temsil etmesi zor görünüyor.
Solda bahsi geçen tıkanıklığın gizli saklı olmadığı da açık.
Öyle ki, yaşanan once olaya, yolsuz ilişkiye, skandala rağmen UBP’nin tek başına iktidar olacağı iddiasını hafife alan, bunun üzerinden UBP’nin gerçeklerden koptuğu dahi kimse iddia etmiyor. Muhalif unsurlar bu ihtimali görmezden geliyor. 2018’de başlayan, pandemi ile derinleşen ve Erdoğan’ın istikrarsızlıklar yaratan siyasi ve ekonomik uygulamaları ile tamameen kontrolden çıkan ekonomik koşulların, adanın kuzeyinde UBP yetkisindeki hükümet sürecinde iyileştirmemiş olması bir yana onlarca kişinin yoksullaşmasına rağmen muhalefet partilerinden yüksek bir beklentisi olmaması “böyle gelmiş böyle gider” anlayışının bir tezahürü olduğu açık. Ancak statükoya karşı durduğunu iddia eden sol, “böyle gelmiş böyle gider” anlayışına yenilmesi az bir şey mi?
Dahası, sol, daha seçim yarışı başlamadan propagandasını başarısızlığının günah keçisini belirlemeye yönelmiş durumda. Sol ekonomik ve siyasi krizden kurtuluş için nasıl bir yol haritası sunuyor sorusunun cevabını vermek yerine, farklı siyasi partilerin temsilcileri tek bir konuda uzlaşıyor: “aman ha oy vermezseniz, boykota giderseniz UBP tek başına iktidar olabilir. O yüzden oyunuzu bize verin!”
İletişim konusunda çok bilgili olduğumu söyleyemem; ancak, soldaki örgütlerin el birliği ile boykot edenlerin oyuna talip olabileceği bir alan yaratması gerekirken, günah keçisi ilan etmeye hazırlanması bir tarafa, bununla beraber UBP’nin tek başına iktidar olma ihtimali üzerine yapılan propagandaya hizmet ettiğinin da kimse farkında değil mi ? Esasen boykot edeceklerin değil, boykotçuların korkusuyla siyaset yapanların UBP’yi tek başına iktidara taşımaya yaradığını açık değil mi ? Bir parti yetkilisinin neden iktidarın kendilerine verilmesi gerektiğini anlatması beklenen bir televizyon programında yada herhangi bir sosyal medya paylaşımında UBP’nin tek başına iktidar propagandasına alet olmasını anlamak oldukça güç.
Hal böyle olunca, solun birleşerek hareket etme ihtimali etraflı bir biçimde konuşulmadan ortadan kalkarken, neden ayrı girmeliyiz propagandası ile her zaman yapılıp sonuç alınamayan süreeçlerin güzellemesi grçekleşiyor. Bir tarafta doğru düzgün bir kurtuluş çözümü dile gelmden seçmene sempatik gelmesi muhtemel kişilere adaylık teklifleri yapılmakta, sanki hiçbirşey yaşanmamış ve yaşanmayacakmış gibi, seçmenin doğruyu keşfedeceği bir seçim atmosferinde oyların fırlaması bekleniyor.
Görünen o ki, adanın kuzeyinde gerçekleşecek olan genel seçime sol adına 6 parti katılacak (sayabildiklerim CTP,TDP,YKP,BKP,BY,TKP) ve bu partiler seçim çalışması yaparken birbirleri ile farklı sloganlar, farklı programlarla yarışırken, en azından, Afrika Gazetesine saldırıdan bugüne kadar geçen süredeki irade krizine dönük suçlayacak bir öteki bulacaklar.
Oysa, solu temsil ettiğini iddia eden yapılanmalar yakın zamanda kendi içlerinde başlatacakları suçlama oyununda, ekonomi, federalizm, haklar ve ekoloji konularındaki kaygılara dönük ezber bozabilecek bir pozisyon alabilirlerdi. Kendilerini hapsettikleri ezberi bozarken, siyasetin ezberini de, seçmenin ezberini de, ülkenin kaderini de belirleyecek bir yol çizebilirlerdi.
Ancak bunu gerçekleştirmenin siyasi bir bedeli olduğu açık.
Sol seçmenin büyük bir bölümü için bu bedeli ödeme niyetinin fiili olarak görülmesinden geçmektedir. Üstlik bedel ödeme meselesinin fiiliyattaki karşılığı sadece kuzey sathında da aranmamalıdır. Adanın kuzeyindeki devinime dair irade beyanı aynı zamanda güneyindeki sol ile birlikte kurulacak bir sinerjiden geçmektedir. Çünkü, beklenilen irade beyanı adayı bir bütün olarak görenlerin geçikmiş bir adalet ve eşitlik mücadelesidir. Yaşanan hayal kırıklıkları, kızgınlık ve kırgınlıkların bütününün tarihsel ciddiyetini görmezden gelerek çok uzağa gidemeyeceğimiz açık olduğu gibi, bizi boğan statükodan da kurtuluşun başka bir yolu yoktur.
Hedef, bütün adanın ve adalıların gecikmiş mücadelesinin ileriye taşınmasıysa eğer ve oraya bir türlü varamamışsak; günah keçisi, solun cesaretini topladığını görmeden iradesini temsil etmek istemeyen “boykotçular” değil, bu ezberin dışına çıkma cesareti göstermeyip, sağın ne kadar güçlendiği sonucuna değil, güçlenmesine uygun koşulları sağlayan unsurları yaratanlarda aranması gerekmez mi?