Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2014 yılında Yenidüzen gazetesinde yayımlanmıştır.
Onlar bir elmanın iki yarısı gibiydiler ama asılacak bir dalları yoktu. Bir yarısı bir kaç yıl önce, diğer yarısı da bir kaç gün önce bu dünyadan göçtü. Şimdi, yan yana iki mezarda yatıyorlar. Onlar hem birlikte yaşamak, hem de öldüklerinde mezarlarında yan yana yatabilmek için büyük bir mücadele vermek zorunda kaldılar. Çetin kavgalarının hepsini kazandılar ama çok ağır bedeller ödediler. Öyküleri Akama dağlarının eteklerinde başlar ve Baf’ın kuzeyinde yüksekçe bir yayla üzerine kurulu küçük Androliku köyünde son bulur.
Köyün Kıbrıslı Türk sakinleri son savaşta bölünen adanın kuzeyine yerleşince, elektriksiz, yolsuz ve her türlü dünya nimetinden yoksun kalan köy, zamana teslim olan harap bir mekana dönüşmüştü. Terk edilmişlik evlerin çehrelerine yansımıştı. Dökülen sıvaları, çöken duvarlarıyla yıkılmaya yüz tutmuş evlerin hüzünlü gözleri andıran pencereleri, insanda garip bir ürperti uyandırıyordu. Keçilerin boşlukta çınlayan çan sesleri doğanın ürpertici sessizliğine karışıyordu. Başka da bir ses duyulmuyordu. Cılız badem ağaçlarıyla kuşatılmış köyden bakınca, gökyüzü ile denizin mavisi birbirine karışıyor, sonsuzluğa uzanıyordu. Akşamları ise siyah bir perde inerdi köye. Mavi yerini koyu bir karanlığa bırakırdı.
Bu harabede gidenlerle gitmeyen iki kişi kalmıştı geriye. İki insan ve keçileri… Yalnızlık ve yoksunluk içinde yaşıyor, gidenlerin geri gelmesini bekliyorlardı. Fakat gidenler hiç gelmedi ve kapkara bir yalnızlık düştü paylarına.
Aslında onlar eskiden de yalnızdı. Savaş zamanında aşkla tanıştıkları için, yasak elmayı yiyen Adem ve Hava gibi kovulmuşlardı yaşadıkları diyardan. Hayatları Akama dağlarında geçmişti…
Hasan, daha çocuk yaşında okuldan alınıp Kıbrıslı Rum bir ailenin yanına verilmişti. Gencecik yaşına rağmen ovalarda hayvanlarla yaşamaya mahkum edilmişti. Delikanlı, çaresiz, kaderine boyun eğmişti. Öylesine, umarsız akıp giderken hayat, ailenin yetişkin kızı Harulla’ya (Hambou) aşık oldu. Büyük bir aşkla bağlandı birbirine kaderin doğaya mahkum ettiği iki genç. Fakat zaman milliyetçilik zamanıydı. Etnisitenin cazibesine kapılan Müslümanlarla Hıristiyanlar ölümcül Türk ve Helen kimliklerine bürünerek birbirleriyle acımasız bir kavgaya tutuşmuşlardı. Hasan, o güne kadar sadece hayvanların “soyu” olduğunu düşünüyordu. Hangi hayvanın hangi soydan geldiğini ezbere bilirdi ama medeniyet görmüş muallimlerin, papazların, kelli felli adamların insanların ‘soylarına’ bakarak gelecek tahayyülü kurduklarını bilmiyordu.
Kıbrıs coğrafyasını Helen ve Türk dünyalarına katmak isteyen öfkeli adamlar, Hasan ile Harulla’nın aşkı karşısında adeta çılgına dönmüşlerdi. Onları ayırmak için her yolu denemişlerdi. Hasan, Harulla’yı almaya gelen öfkeli kalabalığa karşı “onu seviyorum, o da beni seviyor, öldürecekseniz öldürün” diye haykırdığında, Harulla “senin öldüğün yerde ben de öleceğim” diyerek Hasan’ına sarılmıştı. Kavgayı Başpiskopos Makarios’un fetvası yatıştırmıştı: ‘Bir kadınla ne İsa fakirleşir, ne de Muhammed zenginleşir…’
İlk kavgalarını kazanmışlardı. Fakat sıra evlenmeye gelince, dünya yeniden başlarına yıkılacaktı. Yeryüzünde hiç bir devlet yurttaşlarının evlenme hakkını Kıbrıs Cumhuriyeti kadar ihlâl etmemiştir. Bir ülke düşünün ki, anayasasında yurttaşlarının birbiriyle evlenmelerini din değiştirme şartına bağlasın. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türk ve Rum yurttaşları birbiriyle evlenebilmek için taraflardan birinin din değiştirip etnik toplumunu terk etmesi ve evleneceği kişinin etnik toplumuna katılması gerekiyordu. Bu yüzden tutkulu ve belalı bir aşkla birbirine bağlanan Harulla ile Hasan evlenemiyorlardı. Hasan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasından daha özgür düşündüğü için karısının din değiştirmesine karşı çıkıyordu. Kendisi de böyle bir şeyi yapmak istemiyordu. Ne var ki, ilk çocukları doğmak üzereydi ve devletin kapısına dayanarak çocuklarını kayıt altına almak istiyorlardı. Çaresiz, ikisinden biri din değiştirecekti. Harulla gerekli evrakı imzaladı ve “Meral” adını aldı ama kırk beş yıllık evlilik hayatlarında Hasan Harulla’ya bir gün bile “Meral” diye hitap etmedi. Tam aksine, karısının dinine saygı duydu ve her Pazar günü kiliseye gitmesini teşvik etti. 1975 yılında Kıbrıslı Türkler Androliku’yu terk ederken Hasan karısının görüşüne başvurdu. Gitmek mi kalmak mı konusunda son sözü Harulla söyledi. Harulla, “bir Hıristiyan olarak oralarda herhalde rahat edemem” deyince, Hasan “burada kalıyoruz” dedi. Kuşkusuz, bu kararın çok ağır bedelleri olacaktı. Harabeye dönmüş bir köyde bir başına kalacaklardı.
Harulla bir kaç yıl önce vefat ettiğinde Ortodoks Kilisesi Harulla’yı bir Hıristiyan gibi defnetmeyi kabul etmiyordu. Sanırım, hiçbir şey Hasan’ı bu olay kadar yaralamadı. Yarım asırlık evlilik hayatında karısının dinine saygı duymada zerre kadar kusur etmeyen çoban Hasan, şimdi papazların korkunç bağnazlığı ile karşı karşıya idi. Müslüman biri ile evlenen ve kağıt üstünde din değiştirerek bir imza süresi kadar Müslüman olan Harulla’ya papazlar adeta “kirlenmiş” muamelesi yapıyor, onun için kilisede ayin düzenlemeyi reddediyorlardı. Sonunda Hasan’ın kavgası ve bir sürü insanın müdahalesiyle Harulla son durağına gitmeden önce ruhu için kilisede ayin düzenlenebildi. Gelgelelim, “son durak” da sorunluydu. Harulla, ölmeden önce nihai yolculuğuna çıktığında Hasan’ın yanında yatmak istediğini söylemişti. Fakat Androliku köyünde sadece Müslüman mezarlığı vardı. Harulla’yı bir Müslüman mezarlığına gömmek ise dini geleneklere aykırıydı. Hasan keskin zekasıyla buna da bir çözüm buldu. Harap vaziyetteki Türk mezarlığının etrafına bir tel örgüsü çekti ve “Türk mezarlığı burada biter” dedi. “Sınırın” bittiği yere bir mezar açtı ve mezarın başına tahtadan bir haç dikti. ‘İşte Harulla’nın mezarı burasıdır, Harulla burada yatacak’ dedi. Gerçekten de Harulla o mezara gömüldü.
Harulla’nın ölümünden sonra içinde ateşler yanan Hasan, her gün Harulla’nın mezarını ziyaret edip çiçekler bırakıyordu. En son geçtiğimiz hafta yorgun, bitkin ve hasta haliyle Harulla’yı ziyaret etti. ‘Sevgilim, yanına geliyorum’ dedi ve bir kaç gün sonra gözlerini hayata yumdu. Haçlı mezarda yatan Harulla’nın yanı başına usulünce (Müslüman olarak) defnedilerek Harulla’sına kavuştu. Hasan’ın isteği üzerine iki mezar arasına bir Kıbrıs bayrağı dikildi…
Sonsuzluğa kavuşan bu iki insanın hazin hikayesi Kıbrıs’ın utanç hikayelerinden biridir. Hiçbir şeyle yüzleşemeyen ve bu yüzden de ‘yüzsüz’ olan bu ülkede utanç duyacak biri kaldı mı bilmiyorum ama ikisine de borcumuz büyüktür. Hiç değilse anılarını yaşatabilsek…