Michel Foucault, 1975 yılında yayınlanan “Hapishanenin Doğuşu” adlı ünlü eserinde, 17. yüzyılda gerçekleşen veba salgınına atıfta bulunarak, salgına karşı alınan önlemlerin, bireyi disipline etme amaçlı kullanılan tekniklerin ilk örneklerinden olduğundan bahseder.
Salgında bahsi geçen kente giriş ve çıkışların kapatıldığından söz eden Foucault, sokaklarda güvenlik görevlilerinin bulunduğunu ve bu kişilerin halkı karantina altına alarak, denetim altında tuttuğunu söyler.
Hikayede, kararlara uymayan kişilerin ölümle cezalandırıldığından, sabit bir yere kapatılan insanların, en küçük hareketlerinin bile denetlendiğinden, halkın isim, yaş, cinsiyet gibi rolleri ile kayıt altına alınmasının ardından gözetimin gerçekleştiğinden bahseder. Veba disiplini doğurmuş, yarattığı disiplin şeması ile tam bir hiyerarşi oluşturarak, yasal düzenlemeler ile yaşamın en ince detaylarına kadar nüfuz alanı oluşturmuştur.
***
Foucault’un bahsettiği veba salgınının üzerinden çok uzun yıllar geçti. Bu zaman dilimi içinde, bilgisayar teknolojileri günümüz dünyasını şekillendirmeye başladı. Üretim tekniklerinin değişmesinden tutun da, yaşam pratiklerimizin temellerine kadar her olgu, bilgisayar teknolojileri ile bire bir bağlantılı olarak değişkenlik gösteren bir yapıya büründü.
Çin’de BBC tarafından 2017 yılında çekilen belgeselde hükümetin elinde ülkede yaşayan hemen her bireyin görsellerinin mevcut olduğundan söz edilir. Bu veri ile, kişilerin nerede olduklarının bilgisinin yapay zekâ ile geliştirilmiş kameraların yüz tarama sistemi sayesinde sadece 7 dakikada bulunabildiği ifade edilir. Dahası, sistemin, Çin’de yaşayanları araba, akraba, arkadaş gibi etrafında bulunan nesne ve kişilerle de eşleştirebildiği, böylelikle kişinin sadece nerede olduğunun değil kimlerle neler yaptığının da öğrenilebildiği belirtilir.
Koronavirüs salgını ile bazı “yeni” uygulamaların ortaya çıktığına şahit olduk. Örneğin, Çin, Güney Kore ve Singapur gibi bazı ülkelerde geliştirilen bir uygulama ile, koronavirüs hastalığına yakalanan bireylerin bulunduğu bölgeler işaretleniyor ve bu bölgeler telefonlar aracılığıyla, ülkede bulunan bireylere iletiliyordu. Böylelikle, birey bahsi geçen bölgeye girmek durumunda kalırsa, hangi evde “hastalıklı” kişinin yaşadığına dair bilgi sahibi oluyordu.
Buna benzer bir başka olay, Türkiye’de de gerçekleşti. Koronavirüs salgınının Türkiye’de görülmesinin ardından bir telefon şirketi, telefon sinyalleri ölçümleriyle İstanbul’da yaşayan insanların ne kadar hareket ettiklerine bakarak, bireylerin evlerinde kalıp kalmadıkları üzerine bir harita yayımladı. Harita maalesef Türkiye’de, özel hayatın ihlali noktasında; tartışılması gerektiği şekliyle tartışılmadı… Bu basit iki örnek bile, bir salgında insanların bilgisayar teknolojileri aracılığıyla ne kadar kolay takip edilebildiğinin ve kendisinin bir “veri” haline dönüştürüldüğünün göstergesidir.
***
Kıbrıs Türk Tabipler Birliği, koronavirüs salgını nedeniyle evlerimizde olduğumuz süreçte hasta olup olmadığımızın testini yapmak için bir çalışma hazırlamıştı. (Çalışmanın linkini maalesef bulamadığım için buraya ekleyemiyorum.) Bahsi geçen ankette, isim, yaş, cinsiyet gibi genel demografik bilgilerin yanısıra, kalıtsal hastalıklar, yaşadığımız rahatsızlıklar ve “ateşiniz var mı?” gibi sorular bulunuyordu. Bahsi geçen çalışmaya kaç kişinin katıldığı ile ilgili bir bilgiye sahip değilim. Ancak bildiğim bir şey varsa, bu verilerin hepsinin şu anda bir yerlerde depolandığıdır. Verilerin kötü amaçlı bir şekilde başka alanlarda kullanılacağını tabii ki söylemiyorum; özel hayatlarımıza dair bizi ilgilendirmesi gereken birçok bilginin (tansiyon, şeker hastalığı vs.) başka bir yerlerde, artık kontrolümüz dışında kayıt altında olduğunu söylemek istiyorum.
Devam edelim… Bugün sabah itibariyle Pile’ye giriş çıkışlar, kktc hükümeti tarafından serbest bırakıldı. Edinilen bilgiye göre, Pile’de yaşayıp Kıbrıs’ın kuzeyinde çalışan bireylerin cep telefonlarına GSM operatörleri aracılığı ile bir takip programı yüklenecek ve o kişiler, kuzeyde gittikleri her yerde takip edilebilecek.
Henüz konu ile ilgili yorum yapabilmek için erken olduğunun bilincindeyim. “Devletin” bireyi takip edebilmek için herhangi bir yasal hakkı bulunmadığını ise pekala biliyorum. Tüm bunlara rağmen, “halk sağlığı” gerekçe gösterilerek, daha önce gerçekleşen birçok anayasal ihlal gibi bu da yürürlüğe girdi anlaşılan…
Alınan Pile kararları içinde dikkatimi çeken bir başka konu ise konuyla alakasız olarak şu oldu: Kuzeye çalışma maksadı ile gidecek olan kişilerin kendilerinin veya yaşadıkları ikametgah içerisinden herhangi birisinin güneye geçmeyeceğine veya Kıbrıslırumlar ile temas kurmayacağına dair bir taahhütte bulunacağı da belirtiliyor. Bu taahhüdün nasıl denetleneceğine dair bir bilgi ise verilmedi. Gözetimin bir bacağı da burada karşımıza çıkarsa şaşırmam.
***
Tüm bunlardan bahsederken aslında yeni bir şeyden de bahsetmiyorum. Bu sistemlerin hemen her biri uzun yıllardır bizlerle beraber… Sadece artık, salgın nedeniyle çok da gizli olmayan, kitlesel gözetim uygulamalarının bir parçası… Salgınlar, topluma gözetim yöntemlerini dayatmak için bir fırsat olarak görülüyor. Aynı MOBESE sürecinde olduğu gibi… Ülkede suç arttı ve bunu engelleyebilmenin tek yolu MOBESE’ler… Halbuki, MOBESE sistemlerinin, adli suçları engelleyebildiğine dair herhangi bir bulgu bulunmamaktadır…
MOBESE’leri ve MOBESE sistemlerinin özel hayatımıza yaptığı müdahaleleri tartıştığımız bugünlerde, olaya bir de bu açıdan bakmakta belki de fayda var. Koronavirüs salgını, hali hazırda var olan toplumların totaliter rejimlere dönüştürülme projesini hızlandırdı. Her birimiz, gözetim altında tutulan bireyler olarak, disipline edildik ve her geçen gün daha da ediliyoruz. İnsanlar, kendileri hakkındaki verilerin izinsiz toplandığı ve bu verilen kişi hak ve özgürlüklerini zedeleyici nitelik taşıyabileceğinin bilincinde olması gerekmektedir.
Özel hayatın gizliliği, en temel özgürlüklerden bir tanesidir. Bu özgürlüğün aşağıya çekilmesi, kabul edilmemeli, bu hakkın korunması için ciddi bir mücadele sürdürülmelidir. Daha da geç olmadan…