Derinleşen konut krizine karşı ortaya çıkan yeni taban örgütleri, kiracıları örgütlüyor, evsahipleri ve hükümetlere meydan okuyor.
Michael Byrne* | Roar Mag
Çeviri | Başlangıç Dergi
2008 finansal krizi sadece küresel ekonominin krizi değil, “evsahibi olma rüyası”nın da kriziydi. Borç balonunun patlaması, evsahibi olma ihtimalini bütün bir nesil için imkansız kıldı. Finansal çöküşten etkilenen ABD, İngiltere, İrlanda, İspanya ve başka ülkelerde, yüz yıldır ilk kez kiracılık oranlarında artış var. Bu sadece ev kullanımında bir değişime değil, konut politikasında kritik bir dönüşüme işaret ediyor.
Kira artışları ve zorla tahliyeler önemli gündemler haline geldi ve barınma standartları ve aşırı kalabalık, 20. yüzyılın başını andırırcasına yeniden ciddi sorunlara dönüştü. Kiracılığın yeniden artması, düşük gelirli hanelerden zengin yatırımcılara kaynak aktarıldığı anlamına geliyor; düşük gelirli haneler emlak serveti yaratma şansına sahip değilken, yatırımcılar giderek finansal dinamiklere göre hareket ediyor. Ama buradaki eşitsizlik sadece servetle ilgili değil: Kiracılar genelde kira güvenliği noktasında zayıf haklara sahipler, zorla tahliyeler, sık sık taşınma ve çok düşük kaliteli evler norm haline gelmiş durumda.
Bireysel krizden kolektif örgütlenmeye
Bu arkaplan üzerinde, yeni taban örgütleri ortaya çıkarak kiracıları örgütlüyor, evsahipleri ve hükümetlere meydan okuyor. Son yıllarda bu türden üç örgüt kuruldu:
*Living Rent (Yaşanabilir Kira) adlı İskoç kiracı örgütü,1 çeşitli kentlerde şubelere sahip. 2014’te kuruldu ve kısa süre önce ülke çapında bir kiracılar birliği haline geldi.
*Dublin Tenants Association (Dublin Kiracı Derneği),2 benim de içinde yer aldığım bir yapı. Kiracıların bir araya gelip barınma hakkı için mücadele ettiği bir zemin olarak tanımlıyor kendisini. 2014’ün sonlarında, kiracıların başını çektiği gönüllü bir oluşum olarak kuruldu. Dernek, kiracılar arası dayanışmaya, çeşitli kampanyalara ve hak savunusuna odaklanıyor.
*London Renters Union (Londra Kiracı Birliği)3 ise Londra’daki bir dizi barınma hakkı grubu tarafından kurulan, yakında duyurulacak bir oluşum. Hedefi, kiracıların ”adil anlaşmalar yapmasını sağlamak ve konut sistemimizi dönüştürmek için gerekli gücü inşa etmek” amacıyla mücadele.
Bu örgütler; kiracılar ve evsahipleri arasındaki, ya da bir hak olarak konut ile finansal bir varlık olarak konut arasındaki büyüyen çatışmaya yanıt vermenin yeni yollarını geliştiriyor. Hedefleri, birer radikal aktivist grubu olmanın ötesine geçerek kiracıları kitlesel biçimde örgütlemek, kiracıları yüksek kiralara, sık sık tahliyelere ve düşük kaliteli evlere mahkum eden yapısal koşulları ve politikaları değiştirmek.
Yukarıda geçen tüm örgütler, başta kira artışı, tahliye ve düşük barınma standartları gibi bireysel meselelere karşı kolektif bir eylem sergiliyor. Bu da, kiracı haklarıyla ilgili bilgi sunmayı, evsahipleriyle pazarlık yapmayı, belirli evsahiplerine karşı medya kampanyaları ve hukuki davaları üstlenmeyi içeriyor. Kiracı örgütleri için mesele hayır işi yapmak değil, kiracıların birleşip hakları için mücadele etmesi.
Kiracılık bireyselleşmiş, yalıtıcı bir deneyim olabilir. Bir kiracının başka kiracılardan yardım istediği yegane zaman belirli kriz anlarıdır, mesela kira zammı veya tahliye gibi. Bu anlar, kira deneyiminin bireysel boyutunu kırma şansı sağlar; ayrıca kiracıların birlikte hareket edip durumlarını değiştirebileceklerini göstererek, kiracı deneyimini politikleştirir.
Ancak bu tür “tekil vaka çalışmaları” birtakım zorlukları beraberinde getirir — ki bunların biri, ciddi kaynaklar gerektirmesidir. Bu çalışmanın, hayır işi tarzı bir hizmet sunumuna kayması, hatta aktivistin bir tür barınma hakkı uzmanına dönüşeceği ve kiracının pasifçe ondan yardım alacağı bir dinamik yaratması riski bulunur. Bu, halen kiracı örgütlerinin baş etmeye çalıştığı bir zorluk. Mesele, kiracının özneliğini güçlendirecek biçimde, bireysel deneyimleri kolektifleştirip politikleştirmenin bir yolunu bulmak.
Değişim mücadelesi
Bireysel kiracı deneyimlerinin altında, kiracıların koşullarını sürekli kılan daha geniş sosyal yapılar yatar. Eğer bu yapılara meydan okunmazsa, onların yarattığı bireysel krizler hiç durmadan yeniden üretilir. Özel evsahiplerinin kiracıları, kendi evinde oturan insanların veya sosyal konutta kalan kiracıların aksine, bütün açılardan son derece sınırlı haklara sahip, ayrıca konut alanında ciddi bir kuralsızlaştırma süreci yaşanıyor. Bunun sonucunda kira sektörü, konut sisteminin Vahşi Batı’sı gibi işliyor: Bu alandaki irrasyonel ve işlevsiz politikaları savunmaya kalkmak, en radikal neoliberalin ateşli zihnini bile epey zorlar herhalde.
Yaşanabilir Kira, İskoç hükümetinin kiracı güvenliği [security of tenure] konusunda başlattığı bir istişare süreci üzerine, ülke çapında bir kiracılar örgütü olarak ortaya çıktı. İngiltere ve Galler gibi, İskoçya da, Avrupa’daki en cılız kiracı güvenliği biçimlerinden birine sahip. “Kusurdan kaynaklanmayan tahliye” kavramının yürürlüğe girmesi nedeniyle, kiracılar pratikte sıfır güvenliğe sahip. Yaşanabilir Kira, bu durumu değerlendirerek kiracılarla iletişime geçti, kiracı hakları etrafındaki tartışmaya şekil vermeye ve politika değişikliklerini etkilemeye çalıştı.
Kullandıkları ana taktik, sokaklarda stant açarak ve kapı kapı gezerek kiracılarla iletişim kurmak, onlara hükümetin başlattığı istişare sürecine dair bilgi vermek ve kiracıları istişareye kendi görüşleriyle katılmaya teşvik etmekti. İlgili hükümet birimine yönelik, kiracıların istedikleri gibi doldurabildiği bir kartpostal tasarladılar. Kampanyanın sonunda Yaşanabilir Kira, çuvallar dolusu kartpostalı istişare süreci sorumlularına teslim etti. Yaşanabilir Kira’nın kampanyasının odak noktası kiracı güvenliğiydi ve bu, “kusurdan kaynaklanmayan tahliyelerin” sona erdirilmesini ve kiracılara uzun süreli güvence sağlanmasını da kapsıyordu. Ancak Yaşanabilir Kira, istişare sürecinin kapsamadığı, yüksek kiralar meselesini de gündeme getirdi ve kira kontrolü talebini kampanyada öne çıkardı.
Dublin Kiracı Derneği de, hükümetin 2016’da başlattığı bir istişare süreci bağlamında, kira kontrolü ve kiracı güvenliğini savunan bir kampanya yürüttü. Kiracılardan, yüksek kiraların yaşamları üzerindeki etkisini vurgulayan dövizlerle fotoğraf çektirmeleri ve bunları sosyal medyada paylaşmaları istendi. Böylece yakın dönemde ilk kez, kiracılar barınma tartışmalarına örgütlü ve kamusal bir biçimde katılıyordu.
Yaşanabilir Kira ve Dublin Kiracı Derneği tarafından düzenlenen kampanyalar beklenmedik düzeyde başarı kazandı. Özellikle Yaşanabilir Kira örneğine bakarsak, beklentinin çok ötesine giden değişimler sağlandı politikalarda. Süresiz kiracı güvenliği yürürlüğe girdi; kira artışlarının düzenlenmesi de -başta hükümetin gündeminde bile yokken- hayata geçirildi. İrlanda’da da bir tür kira kontrolü yürürlüğe girdi ve kiracı güvenliğinde sınırlı düzeltmeler yapıldı. Ancak bu süreç, kimi barınma STK’ları da dahil başka sivil toplum aktörlerinin ortak kampanyalarıyla gerçekleştiğinden sadece Dublin Kiracı Derneği’ne atfedilemez.
Başarılar ve zorluklar
Bu kampanyaların başarısı bir dizi etkenle açıklanabilir. İlkin, hem Dublin Kiracı Derneği hem Yaşanabilir Kira, hükümetin politikalarına etkili ve bilgi temelli bir biçimde yaklaştı. Aynı şey, Londra Kiracılar Birliği’ni oluşturan gruplardan Kiracılar Nesli (Generation Rent) için de geçerliydi. Mevcut politikaları eleştirme ve alternatif politikalar önerme noktasında, diğer Avrupa ülkelerinden alınan örnekler de önemli oldu. Örneğin hem Dublin Kiracı Derneği hem Yaşanabilir Kira, Danimarka ve Avusturya gibi ülkelerdeki istatistiklere işaret ederek, kira artışlarının sıkı sıkıya düzenlenmesinin, yeterli kiralık ev arzı sağlanmasıyla çelişmediğini gösterdi.
İkinci bir boyut ise medyayla etkili ilişki kurmaktı. Bu ilişkiyi kolaylaştıran, örgütlerin politika ayrıntılarına hakim olmasıydı; bu sayede inandırıcı argümanlar ve öneriler geliştirmekle kalmadılar, kiracı karşıtı yaklaşımlarla mücadele de ettiler. Bu ülkelerin hiçbirinde o ana kadar (en azından son on yıllarda), spesifik bir grup olarak kiracıları temsil eden ya da savunan örgütlerin olmaması da, medya çalışmasını kolaylaştırdı. Çünkü bu, kiracı örgütlerinin doldurabildiği bir boşluk yaratıyordu.
Kiracı örgütleri ayrıca kiracıların perspektifinden konuşmak için bir dil geliştirdi; kiracıların deneyimlerini yansıtan ve aynı zamanda “kiracıları” beliri sosyal aktörler ve bir kolektif olarak telaffuz eden bir dil bu. Bu kolektivite hissini yaratmak, kiracılığın bireysel doğasını kırmak için kiracı örgütlerinin bilhassa önüne koyduğu bir hedefti. Örneğin Dublin Kiracı Derneği en baştan, geleneksel sol söylemlerle kira sektörünün basmakalıp bir eleştirisini yapmak yerine, tamamen kiracıların deneyimlerinden yola çıkarak, kiracılara doğru ve kiracılar adına konuşan bir dil geliştirmeye koyuldu. Mesele sadece “kiracıları temsil etmek” ve onlarla iletişim kurmak değil, kiracılar olarak konuşmaktı.
Ancak kiracı hakları kampanyalarında bir dizi zorluk da mevcut. Tehlikelerden biri, kiracıların, çıkarları politika sürecine katılması gereken bir “tüketici kesimi” gibi konuşacağı, bir tür temsili siyasete kaymak. Bu yaklaşım, kiracılar ve evsahipleri arasındaki, bir hak olarak konut ile bir spekülasyon aracı olarak konut arasındaki temel çelişkiyi apolitize eder. Ayrıca, özel evsahipleri olan kiracılarla, sosyal konutlarda kalan kiracılar bölme potansiyeli taşır.
Dahası, kiracılar arasında sınıfsal ayrımlar ve başka türden katmanlaşma biçimleri bulunuyor. Oysa medya haberleri bu gerçeği gözardı ederek, salt “genç profesyoneller”den oluşan bir “kiracılar nesli”ne odaklanıyor. Azınlıklar, göçmenler ve aile reisinin kadın olduğu haneler kiracılar arasında ciddi bir ağırlığa sahip olsa da, kiracı örgütlerinde yeterli düzeyde temsil edilmeyebiliyor. Bu meseleye özel bir önem veren Londra Kiracılar Birliği, kiracılar içindeki farklı sosyal grupların başı çekeceği kapsayıcı bir örgüt haline gelmek için yoğun çaba sarf ediyor.
Kiracıları örgütlemek
Burada bahsi geçen üç örgütten ikisi kiracı birliği [union] olarak kuruldu, yani aidat ödeyen üyeleri var. Kiracılar birliğe resmi olarak üye oluyor, aylık aidat ödüyor, karar verme sürecine katılıyor ve hukuki danışmanlık gibi desteklerden yararlanabiliyor.
Kiracı birliği modelinin gücü, kiracı örgütlerinin halihazırda yürüttüğü iki eylem biçimi olan tekil vaka çalışması ve kampanyaların gücünü birleştirmesi ve pekiştirmesi, böylelikle yapısal değişimi sağlayacak kitlesel düzeyi yakalaması. Bilhassa, üyelerin aidat ödemesi, örgüte bağımsız bir gelir kaynağı sağlıyor ve ücretli personal tutulmasına imkan tanıyor. Hem Yaşanabilir Kira hem de Londra Kiracılar Birliği, kitlesel düzeyde etkili bir biçimde örgütlenmek için ücretli çalışanları gerekli görüyor; birisi halen ücretli personele sahip, diğeri de tutma aşamasında.
Dublin Kiracı Derneği ise yarı profesyonel bir yapının faydaları noktasında daha şüpheci. Doğrusu, bütün örgütler ücretli çalışanları olan iyi yapılandırılmış bir birlik kurmanın doğurduğu siyasi meselelerin farkında ve bu da şüphesiz, örgütler geliştikçe ele alınacak — ve umarız aşılacak — bir zorluk.
Dublin Kiracı Derneği, Yaşanabilir Kira ve Londra Kiracı Birliği elbette Avrupa çapında serpilen yegane kiracı taban örgütleri değil. Acorn adlı aşağıdan “semt birliği,” bir dizi İngiliz kentinde kiracı hakları temelinde örgütleniyor. Hem Barcelona hem Madrid’de kısa süre önce kiracı birlikleri kuruldu. Bu grupların sayısındaki artış bize günümüzde barınma politikalarındaki değişime dair önemli şeyler gösteriyor. Küresel finansal krizinin ertesinde, pek çok araştırmacı ve aktivistin odaklandığı nokta, ev borçları ve bununla ilişkili toplumsal çatışma ve aktivizm biçimleriydi. Mortgage’ların ödenememesi ve bunun sonucunda evlere el konması, hem İrlanda hem ABD’de kritik konular haline geldi, ama en önemlisi İspanya’da İpotekten Etkilenenler Platformu’nun (PAH) kurulmasına yol açtı.
Gelgelelim, yeni bankacılık düzenlemeleri ve daha sıkı kredi kriterleri, üstüne üstlük düşen ücretler ve azalan iş güvencesi yüzünden, mortgage almak giderek güçleşiyor. Bugün konut eşitsizliğinin altında yatan temel etkenler, aşırı borç düzeyleri değil, krediye erişememe ve evsahibi olamama hali. İnsanlar giderek yaşam boyu kiracı olmaya mahkum hale gelir, sosyal konutlar azalmaya devam ederken, 20. yüzyılın başlarında “konut sorunu”nu belirleyen konular yeniden önem kazanıyor: Kira zamları, tahliyeler, evlerin aşırı kalabalıklaşması, kira spekülasyonu gibi.
Ancak günümüzün politik ve sosyal koşulları bambaşka. Geçmişteki kiracı örgütleri genelde yerelde yoğunlaşan, mahalle temelli, görece homojen ve düzenli sosyal ağların olduğu işçi sınıfı semtlerinde örgütleniyordu. Oysa aynen günümüzün güvencesiz işyerlerinde olduğu gibi, bugünün kiracı örgütleri de son derece parçalı ve bireyleşmiş bir kira sektörüyle karşı karşıya. Dolayısıyla mesele sadece kiracıları seferber etmek değil, en başta ortak bir kiracılık hissi yaratmak, ve de her tür başarılı hareketi sürdürmek için şart olan bir biçimde sosyal ilişkiler, söylem biçimleri ve ortak bir örgütlenme ve politik pratik kültür oluşturmak.
*Yazar Michael Byrne, University College Dublin’in Eşitlik Çalışmaları yüksek lisans programının eşdirektörü ve Dublin Kiracı Derneği’nde aktivist.
1 http://www.livingrent.org
2 https://dublintenants.com
3 http://londonrentersunion.org