Adada çözümsüzlük devam ediyor.
Çözümsüzlük koşullarında bu soruna müdahil tüm taraflar içinde uluslararası bir kimliğe ve yapıya sahip olmayan tek varlık olan Kıbrıs Türk tarafı mevcut statükosunda içe dönmüş, kendi kendiyle didişiyor.
Fakat…
Onun adına herkes konuşuyor.
Modeller önerebiliyor.
Hamilik yapabiliyor. Ya da yapma hakkını kendinde görüyor.
Onu ondan da fazla düşündüğünü iddia edebiliyor.
Hatta ondan daha fazla Kıbrıslı Türk olduğunu da iddia edebiliyor.
Ama sonuçta, çözümsüzlük devam ederken onun “yok olma” süreci durduralmıyor.
Uluslararası görünürlüğü silikleşiyor, kendi kendini ifade edebileceği zemin gittikçe yok oluyor.
Ve kim ne derse desin “kendi kendini yönetemeyen ve ifade edemeyen” bir gerçeklik içinde sözde siyaset yapmaya, politikalar üretmeye devam ettiğini sandığı yapı içinde bu kısır döngüde dönüp duruyor.
Felsefe ve antropoloji konusunda uzman olan akademisyen Prof. Dr. Rebecca Bryant geçen gün bir gazeteye verdiği röportajda, “tanınmamış devletler” ile ilgili çok güzel tespitlerde bulunuyor:
“Tanınmamış devletlerin benzer yanları çok. Tümünü destekleyen, finanse eden ‘patron devlet’ dediğimiz bir büyük devlet var. Fazla göç alırlar, nüfusları azdır. Yok olma psikolojisi de ortaktır”
Tüm bu tespitlerin ışığında geçen hafta bu realiteyi “patron devletin” temsilcisi bizlere tekrar tekrar hatırlattı.
“Patronun” kim olduğuna vurgu yaptı.
Kendi evlerinde yaşayanların deyim yerindeyse maaşını alıp, her şeye karışmaması gerektiğine işaret etti.
Politikaların belirleyenin orada yaşayanların değil, “patronun” olduğunu söyledi.
Ev sahiplerinin düşüncesinin (ideolojisinin), “patronun” hedefleri ve amaçlarını değiştirmeyeceğini hatırlattı.
Adayarısının kuzeyindeki siyasi bunu görmezden gelemez.
“Patron devletin”, bizleri topyekün sinikleştirmeye çalıştığı bir süreçte siyasi partilerin ve bu yapıyı temsil edenlerin bunu geçiştirmeye hakları yoktur. Buna cevapsız kalmak varlığını inkar etmektir.
Ve bu karşı duruş, ve reddediş sadece bu toplumun büyük bir çoğunlukla seçtiği bir liderin omuzlarına da yüklenemez.
Yetki alıp savunduğu değerleri hiçe sayanlara ve onu yalnızlaştırmaya çalışanlara karşı “hiçbirşey olmamış” gibi yapmak, bu topraklardaki asırlardır ayrı bir kimlik ve kültür yaratan bir varlığın, Kıbrıs Türk toplumunun, yok oluşunu seyretmek demektir.
Prof. Rebecca Bryant’ın vurgu yaptığı gibi “fazla göç alan, nüfusu azalıp yok olma psikolojisi yaşarken” buna tepkisiz kalacak siyasetin de ada yarısında tekrar sorgulanmasının zamanı çoktan gelmiş ve geçiyor bile…