12 Ocak’ta Cenevre’de başlayan Kıbrıs Konferansı, başladığı gün garantör ülkelerin teknik çalışma ihtiyacı nedeniyle sona erdi. Peki bu konferansın başarıyla sonuçlanması mümkün mü?
Kıbrıs (İsrail ve Mısır ile birlikte) doğalgazının çıkarılıp Avrupa’ya pazarlanması, böylelikle Rusya’nın Avrupa’daki doğalgaz satışındaki yarı tekel konumunun ortadan kaldırılmasını üzerine temellenmiş yeni çözüm planı Donald Trump’ın göreve başlamasının ardından yeniden değerlendirileceğe benziyor. Yeni ABD Yönetimi’nin bu projeye sıcak bakıp bakmayacağı bilinmiyor. Trump, ABD’nin kendi doğalgaz üretimine destek vermeyi veya Rusya ile bu konuda çatışmamayı tercih edebilir. Bunu zaman gösterecek.
Türkiye, Rusya ile Türk Akımı Projesi’ni başlattı. Bu çok ciddi potansiyeli olan proje sayesinde Rusya’dan gelecek ve Balkanlardan başlayarak tüm güney Avrupa’ya sunulacak bu doğalgazın ana merkezi olacak. Böyle bir durumda Türkiye, siyasi olarak Batı ile sorunlar yaşarken Rusya’yı rahatsız edecek ve kendi projesine rakip olacak başka bir projeye girmek ister mi? Hiç sanmıyorum. Bunu yapması için herhangi bir neden göremiyorum.
Yunanistan hükümeti kalıcı görünmüyor. Mevcut koalisyon hükümeti kalıcı olsa bile Kıbrıs sorunun çözümünden nasıl bir fayda edebilir? Kıbrıs’tan gelecek doğalgazın 100 kilometrelik geçiş hattından para mı alacak? Bu rakamın birkaç yüz milyon dolardan fazla olması pek mümkün değil. Kaldı ki Yunanistan Rusya’dan gelecek doğalgazın Türkiye’de sonra ikinci dağıtım merkezi olmayı kabul etti. Ayrıca Rusya ile Yunanistan ilişkileri ayrıca en sıcak dönemlerinden birini yaşıyor. Tsipras, Putin’in AB içindeki en yakın müttefiki. Yunan Hükümeti’nde milliyetçi unsurlar mevcut. Tüm bunlar düşünüldüğünde Yunanistan’ın Kıbrıs’ta bir uzlaşı arayışında olması mantıklı görünmüyor.
Türkiye’nin Avrupa ve ABD ile ilişkilerinin yeni bir aşamaya girmesi bekleniyor. Balkanların ve Yakındoğu’nun yeni otoriter rejimi Türkiye kendini bu şekliyle AB ve ABD’ye kabul ettirme peşinde. NATO üyesi Türkiye ricacı değil, tavrını dikte eden bir pozisyonda bulunuyor. Konumunu, Rusya ile kurduğu yakın ilişkiler de güçlendiriyor. Ayrıca milliyetçi söylemlerin aşırı arttığı ve ülkeyi bekleyen referandumda bu tür oylara oldukça ihtiyaç duyulduğu dönemde Türkiye Kıbrıs’ta neden bir uzlaşı istesin? Bunun siyasi ve ekonomik zemini bulunmuyor.
Yeni Başkan Trump, ABD’nin Suriye politikasını devam ettirecek mi? Eğer ettirmeyecekse ve Suriye’ye barış gelecekse doğu Akdeniz’in doğalgazının kara yoluyla Türkiye’ye, Suriye üzerinden Rusya’nın da ortak olduğu bir projeyle iletilmesi gündeme gelecektir. Bölgemizdeki doğal gazın önemli bir kısmı İsrail’e ait. İsrail, Suriye’de olanlardan mutlu değil. Suriye’de savaş İsrail’i çok ciddi şekilde tehdit ediyor. Suriye’de rejim değişikliği ise İsrail’in yeni bir savaşa girmesine neden olabilir. Trump ile iyi ilişkiler kurması beklenen İsrail’in Suriye’deki olası bir barışta doğalgazını emniyetli ve oldukça ucuz bir şekilde Avrupa’ya, hem ABD’nin, hem de Rusya’nın işbirliğinde satması mümkün olabilecektir. Yani Kıbrıs’ta değil Suriye’de bir barış ekonomik olarak getirisi yüksek bir proje olabilir. Böyle bir durumda Türkiye’nin Kıbrıslı Rumların doğalgazı çıkarıp satmasına itiraz edeceğini sanmıyorum. Türkiye, bu gazın transferinden alacağı rakamla buna tahammül edebilir. Tüm bu şartlar altından belli ki Obama Yönetimi ve bizzat Victoria Nuland tarafından geliştirilen yeni Kıbrıs sorunu çözüm projesinin uygulanması mümkün görülmüyor.
12 Ocak tarihinde, Cenevre’deki 5’li konferans sonrası açıklama yapan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu güney Kıbrıs’ta parlamentoya girmeyi başaran ELAM örgütünü ima ederek bunun bir tehlike teşkil ettiğini söyledi. Bakan Çavuşoğlu, mealen, ELAM’ın aldığı oy oranının diğer AB ülkelerindeki örneklerde olduğu gibi artış potansiyeli taşıdığını söyledi ve güney Kıbrıs’ta zaman zaman Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıların kovuşturulmadığını ve suçluların yakalanmadığını vurguladı. Kıbrıs sorununun çözümsüz kalacağının belli olduğu Cenevre Konferansı’ndan çıkarılacak en önemli derslerden birinin bu ifadelerde yattığını düşünmekteyim. Bakan Çavuşoğlu Türkiye’nin Kıbrıs’ta asker bulundurmasını ELAM’ın faaliyetleri ve güneyde saldırganların cezasız kalmasıyla gerekçelendirdi. Elbette bu argüman doğru ve elle tutulur olgulara dayanıyor. Ancak Kıbrıs’ta çözüm niyeti olan bir ülkenin bu olguları bir neden olarak göstermeme imkanı da olabilirdi. Esas mesele burada yatmıyor. Üzerinde düşünülmesi gereken esas sorun Kıbrıslıların hala daha geçmişten ders çıkaracak bilgeliğe kavuşamamasıdır. ELAM ve cezasız kalan her milliyetçi saldırı Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün kalıcı olmasına hizmet ediyor, bu olgular öncelikle garantörler ve sonra da diğer milliyetçi unsurlar tarafından kullanılıyor. Burada suçlanması gereken Bakan Çavuşoğlu değil bu saldırıları düzenleyenleri en ağır bir şekilde cezalandırmayan yöneticilerdir. Ancak belli ki 63 ve 74’ten hala ders çıkaramıyoruz.
Kıbrıslılar çözümün lokomotifi olabilirler mi? Kıbrıs’ın kuzeyinde bağımsız tavır sergileyebilecek kitlesel bir örgüt bulunmamaktadır. Çözüme öncülük edebilecek, itibarı olan bir örgüt de bulunmamaktadır. Güneyde durum daha da vahimdir. Böylece Kıbrıs’ın bugünkü bölünmüş konumunun, büyük ülkelerin çıkarına aykırı konuma gelmesini beklemekten başka bir çare görülmemektedir.