Türkiye Cumhuriyeti bir taraftan dış politikada, diğer taraftan da ekonomi yönetiminde karmaşık bir kulvarda yol alıyor. Suriye savaşı başlamazdan önce, Batı dostu – piyasa dostu AKP yönetimi neoliberal bir çerçevede hızlı bir ekonomik gelişme süreci yaşamıştı. Suriye savaşı sonrasında ise gelinen aşama, taraflar arasındaki uzlaşmazlıklar Türkiye Cumhuriyetini yeni denizlere yelken açmasına neden oldu.
Bir tarafta “Mavi Vatan” iddiası ile Doğu Akdeniz’de liderlik yarışı, diğer taraftan ise Erdoğan’ın doğrudan müdahalelerine dayalı piyasa ile kavgalı bir ekonomi yönetimi yeni koşulları temsil ediyor.
Liberal olmayan bir demokratik düzenin, müdahaleci piyasasında verilerin güvenliğinden alınacak kararların şeffaflığına kadar birçok soru işareti akla geliyor, gerginlik artıyor ve doğal olarak da kişilerin tercih ve kararları buna göre şekilleniyor. Bunun üstüne bir de sürekli bir olağan üstü hal durumu yaratan COVID19 krizi eklenince, işler daha da karmaşıklaşmaya başlıyor.
Her ne kadar da dış politikanın civcivli olaylarıyla milli destan yazılacağı konusunda bir propaganda süreci yaratılmış olsa da, ekonomi için sözlere değil verilere odaklanmak daha doğru olur. Bu bağlamda elimizdeki verileri bir araya getirerek, Türk lirasının nereye gittiği konusunda daha gerçekçi fikirlere sahip olabiliriz.
Elimizdeki temel bilgilere göre, yabancı para biçimindeki rezervlerinin 65 milyar dolar karşılığ tutarını Haziran sonundan 6 Ağustosa kadar kullandığını biliyoruz. Piyasaya bu kadar kısa süre içinde sunulan karşılık sonsuza kadar devam edemezdi. 6 Ağustos’ta bu politikadan vazgeçildiğinde bir gün içinde Türk lirası %3’ten fazla değer kaybetti.
2018 yılındakine benzer bir kriz ile karşı karşıyayız diyebiliriz. Ancak bu koşulda bile 2018 yılına kıyasla 2020 yılında önemli değişikliklerin olduğunu akılda tutmakta yarar var. Bir taraftan Türkiye İstatistik Kurumu başkanının Erdoğan’a sadakata göre belirlenmesi, diğer tarafta faizler konusunda şahsıyla ters düşen Merkez Bankası başkanının görevden alınmasını hatırlamakta yarar var. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın eski bağımsız durumunun kayda değer biçimde bozulduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Bir notkada birilerinin Erdoğan’ın kurallarına karşı küresel ekonominin kurallarının uyumsuzluğunun maliyetini ödeyeceği kesin.
Yabancı rezerv konusunda ise, net varlıkların mevcut durumu korkutucu derecede düşük. Şu an -41 milyar dolar olan varlıkların negatif değeri korkutucu bir gösterge. Brüt varlıklar 90 milyar civarında görünürken, bunun içinden diğer merkez bankaları ile yapılan swap işlemleri, yerel bankaların zorunlu karşılığı olduğunu düşününce, aslında çok daha korkunç bir döngü içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunun yanında yıl sonuna kadar ödenmesi gereken yaklaşık 135 milyar dolarlık borçları da düşünürsek, Türkiye ekonomisi ve Türk lirasının piyasadaki etkisinin azalması ile Doğu Akdenizdeki gerginlik arasında bir ilişkiyi de daha iyi anlayabiliriz.
Tüm bu gerginlikler sırasında, artık herkesin faizleri arttırın çözümünün karşılığı olacak mı bilinmez ama, hali hazırda uygulanan piyasadaki türk lirası arzının azaltılmasının kaygılara cevap vermediği görülüyor. Pandemiden ötürü piyasaya pompalanan ucuz kredilerin de durdurulması ile birlikte, faiz yerine ikame edilen politikanın bir tarafta piyasada likidite (nakit) sıkışıklığına diğer tarafta enflasyona sebep olurken, Türk lirasındaki değer kaybının önüne geçilmeyeceği varlıkların dolar olarak korunmasına yönelik eğilimin artması ile daha da somut bir hal alıyor.
Bu durumda belki de piyasayı rahatlatacak en önemli hamle Merkez Bankasının kendi güvenirliğini tesis etmesinden geçmektedir. Birçok bilinmez ile kuşku ile işlemler yapmak yerine, bir tarafta anlamlı bir faiz artışı; diğer taraftan da kamu bankalarının risklerini azaltarak operasyonlarını yavaşlatmasını gerektirecek. Tutarlı politikalar yabancı yatırımcıları geri getirebileceğine yönelik beklentilerin açıkça ifade edilmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin politik elitinin hala daha “A la turka” ekonomi yönetimine devam edeceğini dile getirmesi de sürtüşme zemininin daha devam edeceğine dair bir algıyı yükseltiyor. Hal böyle olunca kurlardaki olumsuz tablonun bir süre daha devam edeceği kaçınılmaz olacaktır.