“Bir kısmımız ve hatta hepimiz ölebiliriz;
ama öyle bir ateş yakacağız ki bu ateş
bir daha hiç sönmeyecek, söndürülemeyecek.”
(Sinan Cemgil)
En güzel şiirlerimizde, öykülerimizde kaldı sanıyorduk: Hesapsız-kitapsız dostluklar, içten pazarlıksız, berrak, çocuksu gülüşler, umudunu, sevincini paylaşıp yarasını kimseye göstermeden sağaltmaya çalışan özveri, uğruna duraksamasız ölüme yürünen devrimci ateş, sırtını kuşkunun gölgesini düşürmeden yoldaşına verebilme güveni, idam sehpasına yürürken ıslıkla “Herne peş”i çalabilmenin fütursuzluğu…
En güzel şiirlerimizde; koyu karanlıklarda birbirimize umut olmak için fısıldadığımız…
Ve “gerçekçilik” adına yürütülen pazarlıkları, ikbal oyunlarını, hırsı üzerine birkaç numara büyük gelen “aparatçik” müsveddelerini, velhasıl 12 Eylül sonrası hüsranının nasıl bir insansal alaboraya tahvil olduğunu izlerken aklımıza dizelerini düşürüp utandığımız…
“Mete” bize -belki de daha çok utanmamak için- belleğimizin derinlerine gömdüklerimizi anımsatıyor…
Falakada, manyetoda yoldaşlarını satmayan direnç…
İdamla yargılanacakları mahkeme salonuna sevk aracının havalandırma deliğinden, cezaevinde hazırladıkları antiemperyalist bildirileri atan cüret…
Mahkeme heyeti karşısında “Eğer babalarımız bize namusluluk, faziletlilik, bağımsızlık için ölümü göze alabilmek gibi üstün meziyetler yerine hırsızlık, üçkâğıtçılık ve namussuzluk kavramlarını öğretmiş olsaydı, bizler şimdi burada sanık mevkiinde değil, yüksek mevkilerde herkesçe itibar edilen şahıslar olurduk. Biz bu toprakların dışında verilecek her türlü karar ve emre karşıyız ki bunun için de esasen Amerikan emperyalizmine ve yerli işbirlikçilerine karşı savaşıyoruz,” diye haykıran dik duruş…
Yargılama sonlandığında, “kaç idam çıkar?” diye birbiriyle iddiaya girebilen pervasızlık…
Gençleri sakladığı için “Anayasa’yı tağyir, tedbil, ilga”dan idam talebiyle yargılanırken, heyete “Mahkemeye itimadım vardır demek niyetiyle buraya gelmiş idim. Ancak salona girişte gençlere yapılan muamaleyi gördüm ve bu mahkemeye itimadım yoktur,” beyanında bulunduktan sonra gençlere dönüp “Size ne olacaksa bana da o olsun…” diyebilen gözüpeklik…
İdam sehpasına doğru giderken geride kalanlara “Hadi eyvallah, yoldaşlar” diye seslenen duruluk…
“Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı/ Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı/ Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı/ Gittiler akşam olmadan ortalık karardı” dizeleriyle betimler Attila İlhan onları.
Mete Ertekin, onlardan biri. Sağ kalanlardan. Diyetini işkence tezgâhlarında, mahpusluk yıllarında, giden yoldaşların onmaz hüznünde ödeyerek…
Şimdi varlığıyla, salt varlığıyla olsun, bizlere bu topraklarda umudun asla yitip gitmediğini, su verilmiş çelikten bir iradenin ve kadife yumuşaklığında bir sevecenliğin anısının hâlâ aramızda kol gezdiğini, hayatı özgürlüğe, eşitliğe, paylaşımcılığa doğru değiştirme kararlılığının, üzerinden yüz yıllık zulüm, ihanet ve acı da geçse yeniden yeşertilebileceğini, ve özgürlük, eşitlik, kardeşlik tutkusunun, toplumların bağrından sökülüp atılamayacak kertede kök salmış olduğunu anımsatıyor.
Yeter ki küçük hesaplardan, küçük korkulardan, küçük kaygılardan sıyrılıp, uğruna ölümü göze alacak düşlerin tutkusuna, berrak, sıcak bir omuzdaşlığın güvenine açabilelim yüreklerimizi yeniden…
“Güneşten ışık yontanlar”ı bir bir bulup genç kuşaklarla tanıştıran Aslı Esma Karaca’nın kalemine, yüreğine sağlık…
24 Aralık 2021 12:01:34, İstanbul.
[*] Aslı Esma Karaca, Metei Yeni İnsan Yay., 2022 içinde ss.7-9.